Cep telefonu şiirselliği bitirdi
Abone olTelefonla olan ilişkisini anlatan ünlü şair Hilmi Yavuz'dan bıçak gibi tespit: Cep telefonunun hiçbir şiirselliği yok...
Çocukluğundan günümüze telefonlarla ilişkisini anlatan ünlü şair
Hilmi Yavuz'dan bıçak gibi bir tespit geldi: Cep telefonunun hiçbir
şiirselliği yok...
Yavuz'un temellendirmesine hak vermemek mümkün değil. İşte o
yazı:
- Benim hayatta ilk gördüğüm telefon, Orhangazi'de Tozkoparan'ın
Evi diye bilinen Kaymakam Evi'nin üst salonunda, bir sehpanın
üzerinde duran manyetolu telefondur.
Yıl, 1940'ların başı olmalı. O yılların taşrasının derin
yeknesaklığında, telefon, çocukluğumun büyülü nesnelerinden
biridir: Babamın hükümet konağındayken sesini duymak, bana sanki o
büyülü nesnenin bu Dünya'ya değil, masallara, onların dünyasına ait
bir şey olduğunu düşündürmüştür...
Manyetolu telefonla, bilindiği gibi, küçük bir kolun çevrilmesiyle
santrale ulaşılır ve santralden aranan kişiye bağlanarak
konuşulur(du). Annem, hep babamı aradığı ya da babam annemi aradığı
için telefonun, sadece bizim evle hükümet konağı arasında yapılan
konuşmalara mahsus bir alet olduğu-nu sanıyor olmam çok sürmedi.
Annem, telefonu yalnızca babamla konuşmak için kullanmıyordu
çünkü.
Kabul günlerine davetleri de telefonla yapıyor, 'hâkiminki'ni,
'müdde-iumumîninki'ni, 'jandarma kumandanınki'ni de telefonla
çağırıyordu kabul gününe...
Çocukken en çok sevdiğim şeylerden biri de, babamı telefonla
aramaktı. Babamı ipe sapa gelmez nedenlerle aramam, canına yetmiş
olmalı ki, bana telefona yaklaşmayı yasakladı. Ancak, annemin
onayıyla babamı arayabilecektim artık...
Manyetolu telefon, uzun yıllar orduda sahra telefonu olarak da
kullanıldı sanıyorum. Orhan Veli'nin küçük kardeşi Adnan Veli'nin
1958 ya da 1959'da 'Vatan' gazetesinde yazdığı 'Pazar
Fantezileri'nden birinde, karakol çavuşuyla bir er arasında geçen
bir diyalogu nakleder. Diyalog şöyleydi:
'-Lan Memet, telleri izol'ettin
mi?
-İzol'ettim, çavuşum...
-Len Memet git, tellerin dibine işe!'
Bu 'izolasyon' meselesini çok iyi bilirim. Manyeto-lu telefonlar
bakımından çok önemliydi. Adnan Veli'nin 'Pazar Fantezisi' ile,
idrarın doğal bir izolasyon maddesi(!) olduğunu öğrenmiş oluyordum
böylece...
Babamın emekli olmasından sonra İstanbul'a geldiğimizde, ilk iş
telefon için müracat etmek oldu.
Sirkeci Adliye Sarayı'ndaki PTT Başmüdürlüğü'nde-kiler, babama, 'o
kadar çok müracaat var ki, telefonunuz üç seneden önce bağlanmaz!'
demişlerdi...
Lise yıllarımızda Fatih Postanesi'ndeki ankesörlü telefonları
kullandık. Jetonla çalışan telefonlardı bunlar: Ama bizim Fatih'li
bazı cingöz veletler, bedava konuşmanın yolunu bulmuşlardı. Görevli
memurlara belli etmeden ahizeyi kaldırıyor ve ahizenin üzerine
konulduğu çatal köprüyü tıktıklayarak, aranan numarayı
düşürüyorlardı: '1' için bir kere, '2' için iki kere, '3' için üç
kere ...tıktıklamak yeterliydi. '0' içinse on kere tıktıklamak
gerekiyordu.
Telefon, bazı şiirlere de konu olmuştur: Oktay Rifat'ın 'Telli
Telefon' ve 'Telefon' diye iki şiirini hatırlıyorum; Fazıl Hüsnü
Dağlarca'nın 'Bir Telefonun Sorduğu' şiirini... Oktay Rifat'ın
'Telli Telefon' şiirinin ilk dörtlüğü şöyledir: Ne ettim de badı
saba ile yolladım/ Gurbet elden nazlı yara selamı/ Yetiş imdadıma
telli telefon/ Ayağına düştüm posta tatarı.
Gerçekten de erken cumhuriyet folklorumuzda 'kara tren' nasıl
ayrılığı imliyorsa, 'telli telefon' de ayrılanları birleştirmeyi
imleyen bir folklor öğesidir: Oktay Rifat'ın 'yetiş imdadıma telli
telefon' dizesi de, işte tastamam bunu bildirir.
Gelelim bizim eve telefonun gelişi serüvenine. 1959 yılında Basın
Kartı'nı ilk kez aldığımda, babam telefon konusunda çoktan umudunu
kesmişti. 'Üç yılda alırsınız!' denilen telefon, aradan dokuz yıla
yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, hâlâ bağlanamamıştı... Hemen
tercihli telefon için başvuruda bulundum. Telefonu özellikle annem
için istiyordum;- gazeteden eve gelirken çok geç kaldığım geceler,
sokağa bakan pencerenin önünde oluyordu. Telefon alındıktan sonra
aleti, pencere kenarındaki bir sehpanın üzerine koydurdu: Böylece
beni hem, deyiş yerindeyse, görsel hem de işitsel olarak bekliyor
olacaktı...
Gazetecilik yıllarımda siyasi liderlerle yurt gezilerine
çıktığımızda, haberleri önce verebilmek için koştura koştura
postanelere yollandığımızı çok iyi hatırlıyorum. Erken giden
arayacağı gazetenin numarasını önceden yazdırma olanağı buluyordu.
Uzak kentlerden yapılan aramalarda sıkça karşılaşılan durum da,
araya başka merkezlerin girmesiydi: Bu durumda, 'Alo, Muğla sen
aradan çık!', 'Eskişehir, çekil aradan!' misali müdahalelerde
bulunma zorunluluğu ortaya
çıkıyordu...
Sözü, nereye getirmek istediğimi tahmin etmişsinizdir. Cep telefonu
ile, telefonun büyülü aura'sı da kaybolup gitti bence. Cep
telefonunun, hiçbir şiirselliği yok çünkü...