Cemaat'ten Davutoğlu'na Hakan Fidan mesajı!
Abone olMİT Müsteşarlığından istifa eden Hakan Fidan'ın Başbakan olacağını iddia eden Nazlı Ilıca, Cemaat cephesinin Fidan hakkındaki iddialarını yineledi.
İNTERNETHABER.COM
Bugün yazarı Nazlı Ilıcak, MİT Müsteşarlığı görevinden istifa ederek seçimlerde AK Parti'den milletvekili adayı olacağı açıklanan Hakan Fidan için cemaat cephesinin iddialarını köşesinde özetledi. Ilıcak, Başbakan Ahmet Davutoğlu'na seslendiği yazısında "Davutoğlu, bir hakikati yavaş yavaş idrak ediyor mu?" diye sordu.
DAVUTOĞLU'NA FİDAN MESAJI: BAŞBAKAN OLACAK!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hakan Fidan'ı Bakan değil Başbakan yapacağı iddiasını tekrar eden Nazlı Ilıcak "Tayyip Erdoğan onu başbakanlığa getirecek. Sadece bakanlık hesabı yapılsa, dışarıdan da atanabilirdi. Belli ki, başbakanlık koltuğuna oturtulacak." dedi. "Ahmet Davutoğlu, bir hakikati yavaş yavaş idrak ediyor mu? İçinize sinmeyen kararları benimser görünmek, boyun eğmek, makamı korumaya yetmiyor. Erdoğan, başarabilirse ya bir anayasa değişikliğiyle başkanlık sistemini kuracak ya da kendisiyle daha fazla uyum içinde gördüğü Hakan Fidan’ı başbakan olarak atayacak. MİT’ten gelen bir kişinin başbakan yapılması, “muhaberat devletine” doğru gidişi de hızlandıracaktır." diyen Ilıcak, tutuklu cemaatçi polis şeflerinden Yurt Atayün'ün iddialarına yer verdiği yazısında Hakan Fidan için ağır suçlamalarda bulundu.
İşte Ilıcak'ın yazısındaki ilgili bölüm:
Hakan Fidan’ın, 7 Şubat’ta müsteşarlıktan istifa etmesi, bu tarihin önemi dolayısıyla bir mağduriyet ve dolayısıyla bir meşruiyet algısı yaratmaya yönelik. Halbuki çok ciddi iddialarla karşı karşıyayız. Bugün cezaevinde bulunan dönemin Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün’ün açıklamaları var. Hatırlarsınız, Halkalı’da otobüse atılan bir molotofkokteyli sonucunda Serap Eser isimli bir genç kız hayatını kaybetmişti. Atayün, o KCK eylemini bilen ve yöneten bölge sorumlusunun MİT elemanı olduğunu ileri sürüyor. Bu MİT elemanı, kırsalda, HPG (Hêzên Parastina Gel) üyesiymiş; yani Halk Savunma Güçleri’nin bir elemanıymış.
Atayün devam ediyor: “Biz bu adamı aldık. Ama MİT görevlileri geldiler, tam konuşacaktı, adamı susturdular. MİT’çilerle görüşünce susma hakkını kullandı. MİT, eylemi polise haber vermedi; önlemeye çalışmadı.”
Tek örnek bu değil. Başka bilgiler de var. Mesela 2011’de, Öcalan’ın Kandil’e yazdığı mektup, MİT görevlileri Afet Güneş, Emre Taner ve dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidan tarafından Mustafa Karasu’ya teslim ediliyor. Bu mektupta Öcalan, askeri hazırlıklara devam edilmesini, pratiğin geliştirilmesini, demokratik özerkliğin ilan edilmesini istiyor. MİT’çiler, mektubun içeriğini bilmelerine rağmen o yazıyı Mustafa Karasu’ya veriyorlar. Hemen akabinde Silvan’da 14 şehit haberi geliyor. Ve gene aynı gün, demokratik özerklik ilan ediliyor.
7 Şubat’ta Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın MİT’çileri ifadeye çağırması, doğrudan Oslo müzakereleriyle ilgili değil; kimse “Bu görüşmeler ne hakla yapıldı”nın peşine düşmüyor. Ama mesela Serap Eser’in öldürülmesi olayı var. Otobüse molotofkokteyli atılacağı bilgisi eleman tarafından kime intikal ettirilmiş? Sözgelimi imzalanan bir mutabakat metninden bahsediliyor. Bu protokolde, “Kürt milletini temsilen PKK ve Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri” diye tarafların belirlendiği ileri sürülüyor. Mutabakatta, öz savunma gücü var, özerklik var vs…
PKK’yı temsil edenlerle görüşebilirsiniz. Ama Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ters düşen bir mutabakat metnini, herhalde siyasetle müzakere etmeden imzalayamazsınız. Nitekim Erdoğan, protokolü kabul etmiyor. Sonuç, ateşkesin sona ermesi, Silvan’da 14 şehit ve peş peşe gelen terör eylemleri.
Savcılığa bu şekilde bilgiler ulaşınca, soruşturulması gerekmez mi? MİT yetkililerine “Nasıl oluyor da KCK’nın içine bu kadar sızmışken hiçbir bilgi vermediniz” diyemez mi? Serap Eser’in hesabını soramaz mı? Tutamayacağınız bir mutabakat metninin altına imza atmak neyin nesi? Nitekim, Oslo’da verilen sözler tutulamadığı için, 2011’den itibaren PKK eylemlerinde büyük bir patlama meydana geldi; yüzlerce şehidimiz var.
7 Şubat darbe değil adli bir vaka idi. “Ucu Tayyip Erdoğan’a dokunacaktı” diyenler, herhalde Anayasa’nın 100’üncü maddesinden bihaber. Başbakan’ı yargılamak için önce TBMM’de bir Soruşturma Komisyonu kuracaksınız; komisyon ne karar verirse versin Yüce Divan’a göndermek için Genel Kurul’un salt çoğunluğunun kararı gerekli. Mutlak bir AK Parti hâkimiyetinin bulunduğu bir TBMM’de, ucu nasıl Başbakan’a dokunacaktı acaba?