Cemaatin en önemli projesi dinlerarası diyalogun amacı
Abone olAbdurrahman Dilipak, Cemaat oluşumunun ve en önemli konularından olan dinlerarası diyalogun kurguladığı amaçla ilgili çok sert savlar ortaya attı.
İNTERNETHABER.COM- Cemaat nasıl doğdu ne nasıl bir yapılanmayla büyüdü? Cemaatin en önemli projesi olan 'dinlerarası diyalog' ne anlama geliyor ve hangi amaca hizmet ediyor? İşte cevabı...
Abdurrahman Dilipak, bugünkü yazısında ileri sürdüğü 'Cemaat yapılanmasındaki Batı etkisi' teziyle ve cemaatin üzerinde en durduğu konulardan 'dinlerarası diyalog' için "İncil’e benzer bir Kur’an yorumu, kiliseye benzer bir cami, papaza benzer bir imam.. Dinlerarası diyalog bu benzeşme için bir araç olacaktı..." diyerek çok konuşulacak ifadelere imza attı.
"İSLAM'I VE MÜSLÜMAN'I TESLİM ALMA"
Cemaatin ortaya çıkışında ciddi bir teolojik tartışma olduğunu ifade eden Yeni Şafak yazarı Dilipak, Soğuk Savaş sonrasına tekabül eden 90'lı yılların sonunda, Batı'da 'İslam'ı ve Müslüman'ı teslim alma' ihtiyacına yönelik bir arayışın başladığını, Cemaatin de bu ihtiyacı karşılamaya yönelik uygun bir yapılanma olduğunu dönemin ünlü siyaset bilimcilerinin de tezlerinden örnekler vererek iddia etti.
HUNTINGTON-FUKUYAMA TEORİLERİ VE CEMAAT YAPILANMASI
Siyaset bilimci Samuel Huntington, '90’lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başladığını medeniyetler çatışması teziyle öne sürmüş ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceğini' söylemişti. 93’te de bir diğer ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama 'liberal demokrasinin muhtemelen “insanlığın ideolojik evriminin son noktasını” ve “nihai insani hükümet biçimini” temsil ettiğini, dolayısıyla da liberal demokrasinin “tarihin sonu” olduğunu' savunmuştu.
Dilipak 'Cemaat'le ilgili savını bu iki siyaset bilimcinin teorileriyle savunarak şu sözleri kaydetti:
"TOM AMCA"
İşte tam da Paralel yapıdan, bir medeniyetler arası çatışmanın çıkmasını önlemek için batı medeniyetinin karşısında ayakta durabilecek ve direnecek tek güç olan İslam’ın ve Müslümanların teslim alınması idi.. Bizim “Tom Amca” olmamız isteniyordu. Alameti farikalarını kaybetmiş bir din özgür bırakılacaktı. Artık Müslümanlara sopa gösterilmeyecek, havuç verilecekti. Hem zaten, yakın geçmişte görülen bir gerçek de şuydu, Müslümanların servet, iktidar gücü ve makamları yükseldikçe daha radikalleşmiyor, aksine daha ılımlı hale geliyorlardı.. Siyaseti dönüştürü bir güç olarak gördükleri halde, ona ulaşınca kendileri dönüşüyordu! Ritüeller ve semboller serbest bırakılacaktı, ama din bireysel planda mabedlere, toplumsal planda camilere hapsedilecekti.. İncil’e benzer bir Kur’an yorumu, kiliseye benzer bir cami, papaza benzer bir imam.. Dinlerarası diyalog bu benzeşme için bir araç olacaktı.. Bir yandan Müslümanlar atomize edilecek, agnostik hale getirilecek, birbirlerine muarız hale getirilerek nötralize edilecek, öte yandan sekülerleştirilecekti. Bugün Suriye’de yaşananlar, Sufi, Şii, Selefi çatışmasının, dini, mezhebi, etnik çatışmaların arkasında bu plan var.. Hıristiyan ve Yahudi topluluklarla geliştirilecek diyalog, yakınlaşma, hoşgörü ve işbirliği ile benzeşme sağlanacaktı.. “İslam ve Demokrasi fonu” bu amaçla basın ve STK’lar ile yakın ve sıcak bir işbirliğine girecekti..
"PROJENİN MODEL ÜLKESİ: TÜRKİYE"
Türkiye bu projenin model ülkesi olacaktı.. Ve bu örneklik üzerinden bütün İslam ülkeleri bu çizgiye çekilecek, ılımlı İslamcılar desteklenirken, radikal İslamcılara karşı acımasız olunacaktı..
İşte o yazıdan çarpıcı satırlar
(...)
“Cemaat” denen yapı, bu projenin teolojik, pedegojik ve sosyolojik ayağını oluşturacak olan taşeron bir örgüttü.
"GÜNEŞİN BATIDAN DOĞUŞU"
Cemaat yakın çevresine, “bu diyaloğun ve işbirliğinin sonunda Müslümanların işine yarayacağını ve güneşin batıdan doğuşuna vesile olacağını” söylüyordu. Öte yandan komünizm gibi, din düşmanı cereyanlara karşı, ehli kitapla ittifak da caizdi. Son argümanları ise, “hem zaten, batılıların bizden istedikleri şeyler, İsrail’in varlık ve güvenliği, batı değerler sistemine karşı rekabetten vazgeçmemiz, ABD ve NATO’nun askeri ve stratejik hedeflerine karşı tehdit oluşturmamamız. Zaten buna izin vermeyecekleri gibi, gücümüz de yetmez. Batıdan borç almasak, destek almasak uçağımız uçmaz, memurun maaşını ödeyemez durumdayız.. Bir yandan içerideki laik darbecilerle başedemezken, dışarıdan batıya karşı kafa tutarak, kendimizi çözümsüzlüğe mahkûm ediyoruz. Batı ile işbirliği ile darbecilerin başımıza bela olmasını önleyebilir ve batının desteğinde daha hür ve daha müreffeh bir imkana sahip olabiliriz.”
"HOCAEFENDİNİN KERAMETİ"
Bu çözüm birilerine makul geldi ve “hocaefendinin kerameti” ve “Sikke-i Tasdik-i Gaybi”deki işaretlere göre de bu işler bir kurtuluş müjdesine vesile olabilirdi.
"PARALEL OKUL SAYISI: ABD ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ TRUVA ATLARI..."
Bugün 160 ülkede 2000’e ulaşan paralel okul sayısı, 1995 de başlayan dışa açılım sürecinde, ABD’nin öncülüğünde açılan Truva atları idi aslında.. Bu okullar, hedef ülkelerdeki sermaye sahipleri, etkili bürokratlar ve politikacıların çocukları üzerinden hem bilgi toplamayı ve hem de bu kişileri yeni dünya düzeninin misyonerlerine dönüştürmeyi hedefliyordu.. Bu okullar yeni İslam’ın misyoner okulları olacaktı aynı zamanda.. Bu okullar çevresinde yeni bir burjuva sınıfı da oluşturulacaktı bu şekilde..
"HARPUT VE TARSUS'TA AÇILAN AMERİKAN KOLEJLERİ..."
ABD’nin diğer ülkelerde 1961’de uygulamaya koyduğu 200.000’den fazla Amerikalının 139 ülkede Barış Gönüllüsü olarak çalıştığı proje ve daha önce Harput ve Tarsus’ta da açılan Amerikan kolejlerinin açılış gayesi ve tecrübe birikimi bu projede de refarans olarak kullanıldı.. 27 Ağustos 1962 tarihinde yapılan ikili anlaşma ile Türkiye’ye gelmeye başlayan ve sayıları bir dönem 1460’ı bulan Barış Gönüllüleri faaliyetlerini 1971’e kadar devam ettirdi. Yeni proje “Barış ve güvenlik için, diyalog, hoşgörü ve demokrasi” sloganı ile sahneye çıkıyordu.