Cemaat ve hükumet neden savaşıyor?
Abone olRuşen Çakır AK Parti ile cemaat arasında bugün gelinen noktayı savaştan öte olarak değerlendirdi.
si yazarı Ruşen Çakır, her iki kesimi de çok iyi tanımayanların
kafalarının karışık olduğunu, bunu bir kardeş kavgası olarak
gördüklerini söyledi ama eklemeden de edemedi, "savaş
kelimesi yaşananları tanımlamakta yetersiz kalabilir"
dedi.
Yazar şimdiye kadar AK Parti ile cemaat arasında yaşanan "küçük"
krizlerin sonunda bunların yaşanmasına neden olduğunu şu cümlelerle
anlatıyor; "Nihayet 17 Aralık operasyonu yaşandı. Cemaat bu
sefer hükümeti en zayıf ve hassas olduğu noktadan, yolsuzluklar
üzerinden vurdu. Yolsuzluk iddialarını çürütmekte zorlanan hükümet
de, o zamana kadar dillendirmekten özenle kaçındığı, Cemaat’in
“devlet içinde devlet” haline gelmiş olduğu iddiasını öne
çıkardı."
İşte günün olay yazısı...
İKİ YIL ÖNCE REKABET BİLE YOK
DİYORLARDI
Çok değil iki yıl önce, Fethullah Gülen cemaatiyle AKP hükümeti
arasında bir tür savaş yaşandığını söylemeye kalktığınızda her iki
taraftan birden çok sert tepki alıyordunuz. O dönemde, değil
“savaş” aralarında “mücadele”, hatta “rekabet”in bile söz konusu
olmadığında hemfikirdiler.
SAVAŞ KELİMESİ YAŞANANLARI ANLATMAKTA
YETERSİZ KALIR
Bugünse birbirlerine karşı, psikolojik harekat yöntemlerinin aşırı
ölçüde kullanıldığı topyekun bir savaş yürütüyorlar. Öyle ki
gelinen noktada “savaş” tanımına itiraz eden kimse kalmadı, hatta
“savaş”ın yaşananları tanımlamakta yetersiz kaldığı bile
söylenebilir.
HALBUKİ İKİSİ DE
MUHAFAZAKAR
Ama hâlâ Cemaat ve hükümetin birbirleriyle neden savaştıkları
konusunda kafalar karışık. İslami hareket konusunda ayrıntılı
bilgiye sahip olmayanlar “halbuki ikisi de muhafazakâr…” diyerek
yaşananları bir tür “kardeş kavgası” olarak görüyor ve anlam
veremiyorlar. Cemaatin tarihçesini biraz bilenlerse, Fethullah
Gülen’in o bildik temkinli tutumunu bir kenara bırakmış olmasına
şaşırmaktalar. AKP’nin, Cemaat’e özellikle askeri vesayeti
geriletmede çok şey borçlu olduğunun farkında olanlarsa Başbakan
Erdoğan’ın bu ittifakın sonlanmasını, hatta tarafların birbirlerine
hasım olmasını neden engellemediğini veya engelleyemediğini
anlamakta zorlanıyorlar.
SAVAŞIN FARKLI AŞAMALARI
Hatırlayalım: Geçen yılın ortalarında iki tarafın kavgası barış
ve demokrasi ikilemi üzerinden gelişiyordu. Cemaat’e yakın isimler
hükümeti demokrasi konusunda eleştiriyor, esas olarak da Başbakan
Erdoğan’ı otoriterleşmekle, “tek adam” olmaya çalışmakla
suçluyorlardı. Hükümete yakın kişiler de Cemaat’in “çözüm süreci”ne
karşı olduğunu, hatta bunu sabote etmeye kalktıklarını ileri
sürüyorlardı.
Ardından dershane krizi patlak verdi ve savaş eğitim alanına
sıçradı. Ne var ki konuya hakim olanlar, asıl sorunun dershane
olmadığının, Erdoğan’ın dershaneleri kapatarak Cemaat’in üzerinde
yükseldiği en önde gelen zeminlerden birini kurutmak istediğinin,
Cemaat’in de bunu engellemek için elinden geleni yapmaya kararlı
olduğunun farkındaydı.
Nihayet 17 Aralık operasyonu yaşandı. Cemaat bu sefer hükümeti en
zayıf ve hassas olduğu noktadan, yolsuzluklar üzerinden vurdu.
Yolsuzluk iddialarını çürütmekte zorlanan hükümet de, o zamana
kadar dillendirmekten özenle kaçındığı, Cemaat’in “devlet içinde
devlet” haline gelmiş olduğu iddiasını öne çıkardı.
Daha önce de yazmıştım, tekrarlamakta beis yok: Yolsuzluk
iddialarını ciddiye alacak kadar AKP'yi, "devlet içinde devlet"
iddialarını ciddiye alacak kadar da Cemaat'i tanıdığım
kanısındayım. Dolayısıyla Cemaat kontrolündeki "devlet içindeki
devlet" yapılanmasını tasfiye ettiği ölçüde hükümete, yolsuzlukla
mücadele ettiği ölçüde yargıya (dolayısıyla Cemaat'e) destek
olmakta sakınca görmüyorum.
YENİ TÜR İKTİDAR SAVAŞLARI
Lakin bir yerden sonra karşılıklı suçlamaların ve sahip çıkılan
değerlerin fazla bir anlamı kalmıyor, çünkü hükümet ve Cemaat esas
olarak iktidar için savaşıyorlar. Otoritesini paylaşma konusunda
hiç de cömert olmadığını bildiğimiz Erdoğan Cemaat’i siyasi alandan
toplumsal/kültürel/dinsel alana doğru itmek isterken, Gülen de
ülkenin kaderinde daha fazla söz sahibi olma arayışında.
2007 seçimlerinin ardından “Taraf olmayan bertaraf olur” şiarıyla,
kendileriyle birlikte hareket etmeyen herkesi tasfiyeye koyulan ve
bunda belirgin bir başarı elde eden hükümet ve Cemaat, iktidar
sahnesinde yalnız kalınca birbirleriyle mücadele etmeye
başladılar.
TETİĞİ ÇEKEN CEMAAT
OLDU
Tetiği ilk çekense Cemaat oldu. Gülen’in Mavi Marmara olayının (31
Mayıs 2010) ardından Wall Street Journal’a mülakat vererek İsrail
yanlısı pozisyon alması bu manada çok kritik bir olaydır. Ama
kuşkusuz zaten zayıf olan karşılıklı güveni berhava eden olay, 7
Şubat 2012 günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere eski ve
görevdeki bazı MİT yöneticilerinin PKK ile Oslo görüşmelerini
yürüttükleri için özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya tarafından
ifadeye çağrılmasıdır.
Gerek bu iki kritik olay, gerekse 17 Aralık’tan itibaren İran, El
Kaide, Suriye gibi mevzuların işin içine yoğun bir şekilde girmiş
olması nedeniyle hükümet-Cemaat savaşının çok ciddi dış
boyutlarının olduğunu hiç tereddütsüz söyleyebiliriz. Maalesef
hükümet çevreleri tarafından üretilen komplo teorileri bu savaşın
dış bağlantılarını serinkanlı bir şekilde tartışmamıza izin
vermiyor. Yine de sonraki yazılarımızda bu hassas konuyu
irdeleyeceğimizi duyurmuş olalım.