'Cemaat medyasının manşetleri sahtekarlık'
Abone olGazeteci-Yazar Nedim Şener, Cemaat-AK Parti çekişmesinde, kaybedecek tarafın Cemaat olabileceğini öne sürdü.
Oda TV davası kapsamında
tutuklanan ve sonrasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakılan gazeteci Nedim Şener, Taraf gazetesi yazarı Mehmet
Baransu'nun açıkladığı 2004 tarihli MGK belgesini ve AK
Parti-Cemaat anlaşmazlığını değerlendirdi.
Birgün gazetesinden Gülşah Karadağ'ın röportajı:
Mehmet Baransu'ya ve Taraf gazetesine yapılan suç
duyurusuyla başlayalım. Birçok manipülatif haber yapmış, sizin için
daha ortada hiçbir şey yokken "Gazetecilikten yargılanmıyorlar"
manşeti atmış bir gazeteden ve gazeteciden bahsediyoruz. Gelinen
noktada Baransu’yu savunur musunuz, gazeteci görür
müsünüz?
Gazeteciliğin düzgün, onurlu yapılanı var; grup, cemaat,
bürokrasi, devlet, hükümet adına yapılanı var; tetikçi olarak
yapılanı var. Burada hangi tür gazeteciliği yapacağı kişinin
kendisine bağlı. Baransu için ben şunu söylüyorum, yazdığı
haberlerin çoğunda polis fezlekesi ya da savcı iddianamesi özelliği
var. Polis ve savcıdan onu ayıran özellik, gazetede yazıyor
olması. Bu bağlamda, evrensel anlamda gazetecilik
yapmıyor, şeffaf bir tutumu yok. Kendisini bir savaşın parçası
olarak ortaya koymuş bir insan var. Bunu yaparken de çok rahatlıkla
haksızlık yapabiliyor, insanları suçlayabiliyor. Ona birileri
valizle, klasörle belgeyi veriyordu, Taraf da kontrol etmeksizin,
doğruları yanlışları ayırmaksızın bunu haberleştiriyordu.
Bugün Baransu’ya vatan haini diyenler dün bize terörist
diyordu, hatta bize terörist diyen koronun başını o
çekiyordu. Yazılarıyla polisin komplolarını, iddialarını
kanıtlamaya çalışan bir tutum sergilemişti. Dolayısıyla Baransu’nun
notu bu.
"YİNE DE BASINA
GÖZDAĞIDIR"
Ama burada gazetecilik açısından MİT’in, MGK’nin ve Başbakanlığın
yaptığı suç duyurusu kabul edilebilir değil. Bu, doğrudan basına
gözdağı anlamına gelmektedir. Baransu’yu savunmak için
değil ama gazeteciliği savunmak için açılacak herhangi bir davaya
karşı çıkarız. Gizli belge bulmak suç değil, yayınlamak hiçbir
şekilde suç olamaz. Kamu yararı varsa, toplumu
ilgilendiriyorsa, belge yayınlanır. Baransu’nun yaptığı haberin
hangi bağlamda kullanıldığını, neyi amaçladığını, bir illüzyon
yaratıp yaratmadığını ise zaman ve gazetecilik gösterecektir.
Mesela 2004 yılı MGK kararı irticacı gruplarla mücadele eylem
stratejisini ortaya koyan bir karar, bunu sadece Gülen’i bitirme
planı olarak lanse etmek bana kalırsa başlı başına bir
dezenformasyon biçimidir. Bunu daha önce de yaptılar. İrticayla
mücadele planlarını, Gülen’i ya da AKP’yi bitirme planları gibi
sundular. Bir yandan hedefin AKP olduğu, Gülen Cemaatinin
de AKP ile aynı yolda yürüdüğü mesajını topluma verdiler. Bir
yandan da kendilerine düşman gördükleri herkesi tutuklama, dava
açtırma, soruşturma, yıldırma, işsiz bırakma amacı
güttüler. Onlar bunu yaparken, aynı Cemaat’in medya
kolundan birileri de tasfiye edilecek gazeteciler analizleri
yayınlıyorlardı. Bunu bir bütün olarak görmek lazım.
"O MANŞETLER
SAHTEKARLIK"
Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerin son dönemdeki basın
özgürlüğü manşetlerine baktıkça ne düşünüyorsunuz?
Açıkça sahtekârlık diye düşünüyorum. Bir cemaate, bir çıkar grubuna
bağlı olan gazetecinin, sadece kendisine dokunulduğunda ortaya
koyduğu basın özgürlüğü söylemi bir sahtekârlıktan ibarettir. Ahmet
Şık ve ben tutuklandığımızda attıkları manşetleri bir hatırlamaları
lazım, bunun özeleştirisini yapmaları lazım. Daha ötesi, nasıl bir
gazetecilik yaptıklarını ortaya koymaları, özeleştirisini yapmaları
lazım.
Mesela bizim ODATV davasının ana belgelerinden biri Ulusal Medya
2010. Belgeyi Ahmet ve ben ilk defa cezaevinde televizyonda
Cemaat’in bir gazetecisinin elinde gördük. Ekrana kafamızı uzattık,
acaba ne yazıyor diye, ekranın öbür tarafını görebilecekmişiz gibi
bir hisle... Oysa o belgeyi bildiğimiz, ona göre hareket ettiğimiz
iddia ediliyor. Böyle gazetecilik yapmış insanlar mı basın
özgürlüğünden söz ediyor?
O BİR SAVAŞIN
PARÇASI
İkincisi bizim basın özgürlüğünden anladığımız şey, halkın bilgi
alma hakkıdır. Bir savaşın içinde paydaş olan Cemaat
gazetecileri, toplumun bilgi alma hakkı adına mı hareket ediyorlar,
yoksa kendi cemaatlerinin çıkarları için mi, bunu
söylesinler. Bu insanlar basın özgürlüğü konusunu kimin
için savunur hale getirdiler? Baransu için. Öncesi? Öncesi yok.
Daha kötüsü şu. Baransu diyor ki “Elimde daha bir bavul
var. Onu açmadım.” Yani elinde belge var ama yazmıyor.
Neyi bekliyor? İşte, bunu savaşın bir parçası olarak
değerlendiriyor; yazmıyor, tehdit ediyor, "zamanı
gelince" yazıyor. Toplumun bilgi alma hakkı adına hareket
etmiyor.
"ONLARINKİ LİNÇ
ÖZGÜRLÜĞÜ"
Egemen Bağış ve Başbakan Erdoğan, basının en özgür olduğu
dönemin kendi dönemleri olduğunu savunuyorlar. İyi niyet
sınırlarını iyice zorladığımda, ben kasıtlarının askeri vesayetle
ilgili yazıp çizme özgürlüğü olabileceğini düşünüyorum. Siz nasıl
değerlendiriyorsunuz bu açıklamaları?
Onların bulundukları yerden bakarsanız, basın özgür. Çünkü yandaş
medyanın istediğini linç etmesi, istediğine saldırması serbest.
Linç özgürlüğü ellerindeyken, başkaca özgürlüge ihtiyaç duyar mı bu
kişiler? Bana kalırsa kast ettikleri, linç özgürlüğü. Bunu söyleyen
insanların cezaevinde 60 gazetecinin tutuklu olmasına, 150
civarında gazetecinin terörizmden yargılanmasına, yüzlerce
gazetecinin işsiz olmasına ve medya patronlarının tehdit edilmesine
bir yanıtı olması lazım. Gerçi ona da yanıtları var: “Onlar
gazeteci değil, terörist; kitaplar da bomba. İşsiz olanlar da
ücretlerini beğenmiyorlardır” gibi... Ama ne var biliyor
musunuz; ABD’ye ödül töreni için gittiğimde de gördüm, bu
açıklamalarına insanlar sadece gülüyorlar. Yanıt verip günü
geçiştirdiklerini düşünüyorlar ama gülünçler, gülünç olduklarının
farkında değiller.
"YENİ MÜCADELELERİ HAZIR OLMALIYIZ"
Ahmet Şık ve siz tutukluyken yürütülen kampanya
sırasında CPJ Türkiye’de 8 tutuklu gazeteci olduğu yönünde bir
rapor yayınlamıştı. Hükümet de bu raporu kullanmıştı. CPJ daha
sonra Türkiye’ye bir ekip gönderdi, inceleme yapıp sayıyı
yükseltti. Bu karışıklık nasıl engellenecek?
Türkiye’de tutuklu gazeteciler, dedikleri gibi, ‘gazetecilikten’
yargılanmıyor, ‘terör örgütü üyesi’ olmaktan yargılanıyor.
Dosyalarında delil diye ortaya konanlar haber, yazı olduğu halde,
terörist diye yargılanıyor. Ama dosyalar ortada. Bir gazetecinin
tutuklanma nedeninin haberleri, yazıları, görevi olduğu
anlaşıldığında başka bir izahate gerek yok. CPJ’nin raporundaki
eksikliği daha sonra gidermiş olması bundan dolayı. Önemli olan
bugün CPJ’nin geldiği nokta. Kaldı ki, gerekirse bir tane gazeteci
üzerinden bile hareket edilebilir. Önemli olan sorunun
dillendiriliyor olması.
Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) sürecinde
yaşandı bu dediğiniz...
Evet, biz cezaevindeyken siz ANGA’yı oluşturdunuz. Ahmet ve Nedim
bir figür oldu ama bunun üzerinden cezaevindeki tüm gazeteciler
meselesi gündeme geldi. Bazı polemikçiler o dönem eleştirmişti,
“Sadece iki gazeteci mi var” diye. Öyle mi oldu?
İki gazeteci üzerinden tüm tutuklu gazeteciler meselesi dile
getirildi, dünyanın gündemine oturdu.
"YENİ SÖYLEM
TUTTURABİLİRLER"
Gazetecilerin hüküm giyme süreci de başladı...
En kötüsü bu. Üst üste kararlar vermeye başladılar. 20-25 gazeteci
hükümlü hale dönüştürüldü. Şimdi bundan sonra söylemlerini
değiştirecekler, Türkiye’de tutuklu gazeteci yoktur, cezlandırılmış
terörist vardır noktasına getirecekler. Türkiye’de siyasetçiler
yargının bağımsız olduğu yalanını çok rahatlıkla kullanıyorlar.
Buna hazırlıklı olmalıyız.
Nasıl hazırlıklı olacağız buna?
Verilen hükümlerin sağlıklı olmadığını çok net ortaya
koyabilmeliyiz. Gazetecilerle ilgili dosyalara, davalara hakim
olmalıyız. Mesela Füsun Erdoğan radyocu, ona müebbet verdiler. Onun
dosyasını çok iyi bileceğiz. Tüm gazeteciler bir araya gelip her
bir dosyayı sahiplenecek, davaları analiz edip dünyaya anlatacak.
İleride de ifade özgürlüğü bağlamında bir yasal düzenleme
hazırlanabilecekse, bunlar ortaya konacak.
"CEMAAT-AK PARTİ SAVAŞI, DİNK DAVASINA YARAYABİLİR..."
Dink davasında gerçekleri ortaya çıkarmak, aynı zamanda
siyasi bir tercih. Yeni yargılama sürecinde, Cemaat-AKP
çatışmasının etkisi olacağını düşünüyor musunuz?
Olabilir. Dink cinayetine ilişkin yazdıklarımla ilgili bana dava
açan polisler Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer gibi Ergenekon
operasyonunu yürüten güçlü isimlerdi. Bu isimler Dink cinayetinde
sadece benim yazdığım belgelerde adı geçen isimler değildi, aynı
zamanda Başbakan Teftiş Kurulu raporuyla suçlanan isimlerdi. Bu
isimlerin yargı camiası içerisinde Cemaat bağlantısı nedeniyle
etkisi vardı. Onların şimdi pasifize edilmiş olması, yargı
üzerindeki baskıyı azaltabilir.
İkincisi Dink cinayetinde ortaya çıkan gerçekler, cemaatin ve varsa
hükümetin örtebileceği nitelikleri çoktan geçti. Halk artık suçluyu
tanıyor. İlk yıllarda devlet diyemeyenler bugün devlet diyebiliyor.
Hükümeti ağzına alamayanlar artık hükümet diyebiliyor.
Bütün bunlar verilen mücadele sonucu oldu. Geçmişte
Ergenekon, derin devlet deniyordu, ama kimdi bunlar? Hrant son
yazısında “Beni İstanbul Valliliği’nde tehdit
ettiler” diyor, bunu kimse merak etmiyor. Hrant’ın liberal
arkadaşları dahil kimse sorgulamıyor. Kim tehdit eden kurum? MİT.
MİT’ten kim? Bunu ben 2009’da yazdım, Özer Yılmaz. Genelkurmay’dan
başlayan bir emir zincirinden bahsediyoruz. Bu gerçekleri artık
biliyoruz.
Sizi Dink araştırmasında diğerlerinden ayıran, hedef
haline getiren neydi?
Liberallerin, Cemaat ve hükümete yakın olanların Dink cinayetine
bakış açısı, Ergenekon operasyonunu yürüten mantıkla beraberdi;
sadece Ergenekoncularla ve askerle sınırlıydı. Emniyet’in verdiği
yön üzerinden olaya baktılar. Oysa ben bu cinayetin içinde MİT’in,
Genelkurmayın, jandarmanın, polisin ve yargının, siyasetin olduğunu
ortaya koymaya çalışıyordum. Benim farkım buydu. Onları bu rahatsız
ediyordu. Polis, burada Ergenekon operasyonuna yön veren aparatın
parçasıydı.
CEMAAT SAVAŞI
KAYBEDEBİLİR
Gülen ve AKP arasındaki çatışmanın sonucunda ne
bekliyorsunuz?
Bir gerçek var, Erdoğan’ın güçlü bir sayisi figür olduğu ve yüksek bir oy oranına sahip olduğu. Cemaat bir zamanlar destekçi sayısını 5 milyona kadar çıkardı. AKP’ye giden yüzde 37 oyun yüzde 11’inin cemaatten kaynaklandığını iddia ediyorlardı. Ama olaylar ortaya çıkarıyor ki yüzde 1 civarında oyları var. Şimdi bu oyun ‘özgül ağırlığı’ önemli diyorlar. Özgül ağırlık, devlet içindeki hücrelerinize bağlı. Bu adamları ayıkladıkları zaman özgül ağırlık kalmıyor. Bu ağırlık olsa, Pensilvanya’dan ya da buradaki temsilciler bir şey söylediğinde bir ağırlığı olur. Var mı böyle bir ağırlığı? Yok. Bana kalırsa burada kazanan AKP tarafı olacak. İki-üç yıl önce polis teşkilatı üzerine birileriyle konuşurken dediler ki, “Emniyet’te 20-30 kritik koltuğu değiştirdiğiniz zaman Cemaat’in yapılanması biter” Öyle de oldu.