Cemaat beni nasıl soydu?
Abone olSabah gazetesi yazarı Sevilay Yükselir, Gülen cemaatine üye bir kişi tarafından dolandırıldığı iddia edilen Mehmet Vural'ın mektubunu yayınladı.
Cemaat aleyhatarı yazılarıyla son dönemde eleştiri oklarını üzerine çeken Sabah si yazarı bugünkü köşesinden bir okurunun mektubunu yayınladı.
Yazısına "Cemaat beni nasıl soydu?" başlığı atan Yükselir, köşesini sadece Erzurum'dan Mehmet Vural'ın mektubuna ayırdı.
Mektubunda, 2003 yılında cemaate üye bir isim tarafından dolandırıldığını söyleyen Mehmet Vural, hukuk mücadelesini de yargıdaki cemaat yapılanması nedeniyle kaybettiğini ileri sürdü.
İşte Sevilay Yükselir'in bugünkü köşesinden paylaştığı mektubun tamamı:
"Size Erzurum'dan yazıyorum...
2003 yılıydı. Yazdığım çocuk ve öğretmen kitaplarından iyi para kazanıyordum. Şehirde Cemaatçi olarak bilinen Ahmet Bakan isimli matbaacı benimle ilgilenmeye başladı. Bir süre sonra kitaplarımı onun matbaasında bastırmaya başlamıştım. Öteden beri kafamda İstanbul'a yerleşme fikri vardı. Sonunda Bakan beni, İstanbul'da matbaa açmaya ikna etti. O günün parasıyla 230 bin euro verdim. Bu parayla Büyük Çamlıca'da, Bakanlar Matbaacılık adıyla bir matbaa açtık. Şirketin ortağıydım, lakin Erzurum'da yaşamaya devam ediyordum. Matbaayı teslim ettiğim Bakan beni her ay bilgilendiriyor ve her konuda bir şekilde ikna ediyordu. Ki o yıllarda, 'Memet Abi' derken ağzından bal damlıyordu. Neylersiniz ki aldatıldığımı, çetenin oyununa geldiğimi, sahte ve yalana dayalı bir ortaklık sürdürdüğümüzü 2011 sonuna doğru ancak anlayabildim. Bakan benden alacağı her şeyi almış ve artık gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. 25 Ocak 2012'de yollarımızı ayırdık. Ben emekli öğretmenim. Öyle karışık- kuruşuk işlerden anlamam, o nedenle fazla direnemedim. Aradan 9-10 yıl geçmiş, benim koyduğum para adeta pul olmuş, şirket ise 80 kişinin çalıştığı büyük bir işletmeye dönüşmüştü. Çaresiz, ilk gün koyduğum paraya razı olmuştum.
ŞİRKET BORSADA!
Ha bu arada; benim paramla kurulmuş olan şirket şu an borsada, 'BAKAN' rumuzuyla işlem görmektedir. Bir kuruş bile alamadan Erzurum'a geri döndüm. Bakan parayı nasıl ödeyeceğini sözleşmeye yazmıştı, lakin vadesi gelen ödemeleri yapmamaya başladı. Cemaat hiyerarşisi içinde onun abisi konumunda olan ve matbaayı sık sık ziyaret eden İbrahim Kocabıyık'a gittim. Bakan'ın sözleşme hükümlerini yerine getirmediğini söyleyip bize hakem olmasını istedim. Kocabıyık, sözleşmeyi okumaya vaktinin olmadığını söyleyerek beni başından savdı. Daha sonra, 'herkul. org' dahil, bütün Cemaat'i adeta silkeledim. Onlardan istediğim tek şey, Allah rızası için aracılık yapmalarıydı.
Ne yazık ki, bütün kapılar yüzüme kapandı.
Lisan-i halleriyle sanki şöyle diyorlardı, 'Hadi oradan, çalmışsa bizim adam çalmış!' Elimdeki sözleşme ile mahkemeye gittim, ihtiyati haciz kararı aldırdık. Lakin cemaat avukatları, hâkimleri, kararı kısa süre içinde bozup, aleyhime çevirdiler.
Diyebilirsiniz ki haklı olarak; 'Peki nasıl oldu da sen böyle pis bir oyuna geldin?' Bu sorunun cevabı şudur: Bakan, Cemaat'in Erzurum'da önde gelen adamlarından biriydi. Allah diyordu, Peygamber diyordu, hizmet diyordu, Hoca Efendi diyordu. Kocabıyık gibi, herkesin güvenebileceği insanlarla beraberdi(!) Ben de bir dindardım ve bütün bu vazedilen değerlere ve otokontrole sahip bir topluluk içindeki birisi, bir başkasını asla aldatamaz diye düşünüyordum. Hem aldatsa bile, Cemaat'in ortak vicdanı harekete geçer diyordum.
Bakan'ın ticaret hayatı bir yerde bu camiaya bağlı değil miydi?
Hem kaldı ki, bu camia kendini 'şirket- i manevi' olarak tanımlamıyor muydu?
Üretilen bütün hayırlara ortak olduklarına inananlar, o ortaklardan birisinin bir başkasının hakkına tecavüz etmesi halinde, bütün ortakların mesul olacağını bilemez miydi?
Hayırdan hisse bekleyenler, içerdeki haksızlıklar beni ilgilendirmez diyebilirler miydi?
Tabii bugünden bakınca, nasıl sakat bir dindarlık telakkisi içinde olduğumu anlıyorum şimdi.
Sözün özü; Gülen çetesi tarafından kumpasa getirilip aldatılmış, servetleri yağmalanmış insanları henüz kimse konuşmaya başlamadı. Ancak meselenin boyutu zannedildiğinden çok daha büyük. Bu çete tarafından hakları gasp edilmiş on binlerce insan var. Basın bu konuda üzerine düşeni ne yazık ki yapmıyor. İnsanları genellikle din istismarı ile kumpasa getirip soyanlar aleyhine, çete kapsamı içinde kamu davaları açılması gerekiyor. Eminim, 'beni de soydular' diyecek binlerce insan mahkemelere koşacaktır. Ki mesela ben, bu davalarda her türlü şahitliği seve-seve yapmaya, mahkemelerde müdahil olmaya hazırım. Haklarımızı bu zalimlerden alacak devletimize her zaman minnettar kalırım.