Cem Yılmaz belgeselci oldu

Abone ol

“Türkiye’nin Hatıra Defteri”ne ailesinin bir öyküsünü yazdırdı.

Nebil Özgentürk halen yayını devam eden belgesel serisi “Türkiye’nin Hatıra Defteri” için ilginç bir fikir geliştirdi: Dizi için 13 sinema yönetmeninden 13 kısa film çekmelerini istedi.
Davet edilen 13 yönetmenden biri de Cem Yılmaz’dı.
Yılmaz’ın kısa film yerine belgesel çekmeyi tercih ettiğini öğrenince “belgeselci dayanışması” adına soluğu sette aldım.
Ama gittiğim yer, “set”ten ziyade aile sofrasına benziyordu.
Oyuncu koltuklarında ise Cem Yılmaz’ın babası, abisi, dayısı oturuyordu.
Sonradan öğrendik ki, Cem’in 10 dakikalık belgeseli, yaşanmış bir aile hikayesine dayanıyor. Ve onun bakış açısıyla perdeye yansıyınca bu sade öykü, nefis bir insan hikayesine dönüşüyor.

Kısmet’i karşılamak
Öykü, 1968 yazında geçiyor.
Dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi olan Sadun Boro, 1965 yılında başladığı dünya turunu o yaz noktalamıştı.
Boro’nun 10,5 metrelik yelkenlisi Kısmet’le yaptığı gezi, Hürriyet gazetesinde anında tefrika edilmişti.
Hürriyet, Kısmet’in dönüşünü günler öncesinden duyurdu. Herkes bu karşılama için seferber oldu. Kendisini önce denizde, sonra karada büyük kalabalıklar karşıladı.
15 Haziran günkü karşılamaya heveslenenlerden biri de Cem Yılmaz’ın babası Arif Yılmaz’dı.
O zamanlar 20’li yaşlarında olan Arif bey ile Cem’in dayısı Mehmet Küçükdurmaz kafa çekerken “Hadi biz de karşılamaya gidelim” dediler.
Denizle, denizcilikle ilgileri mi vardı?
Hayır.
Biri Sivaslıydı. Diğeri Edirne’nin bir köyünden göçmüştü İstanbul’a... Yüzme bile bilmiyorlardı.
Ama macera işte... “Sandal sefası” o zamanlar modaydı. Üstelik Boro hadisesi o zamanlar bir “milli dava” muamelesi görüyordu.

Üç saatte devrialem
Oturdukları Sarayburnu’na gidip bir saatliğine sandal kiraladılar. Sandalcı, dönmezlerse diye hüviyet cüzdanlarını da aldı.
Sonra asıldılar küreklere...
Sarayburnu kıyılarından Dolmabahçe’ye ulaşmaya ve Kısmet’e yaklaşmaya çalışacaklardı.
Lakin rüzgar ve akıntı onları Boro’nun teknesine değil, açığa sürükledi.
Bu arada küreklerin biri iptal oldu.
Paniklediler; panikledikçe tek küreğe asılıp dönmeye başladılar; elleri kan içinde kaldı.
Çaresizlik içinde ıslıkla yardım istediler ancak bu, uzaktan onları izleyenlerce Boro’yu kutlama ıslıkları olarak yorumlandı.
Üç-dört saat sonra bitkin halde açıkta denizcilerce kurtarıldılar.
Bırakın Boro’yu görmeyi, canlarını zor kurtarmışlardı.
Üç yılda 10 binlerce mil yapan adamı karşılamak için üç saatte üç mil yapamadan dönmüşlerdi.
Dahası, döndüklerinde de bir saatliğine kiraladıkları sandalın ekstra maliyetini karşılayamamış ve nüfus cüzdanlarını sandalcıya kaptırmışlardı.
Demek ki “kısmet değil”di.
İşe bakın ki, o gün yüreklerini ağızlarına getiren Kısmet macerası 40 yıl sonra bir Cem Yılmaz filmine konu oluyor.
Filmden fazla bir beklentileri yok; tek umutları, bu vesileyle 40 yıl önceki sandalcıyı bulup nüfus cüzdanlarını geri alabilmek...

Mizah duygusu kalıtsal mı?

İnsan Yılmaz ailesiyle tanışınca Cem’deki mizah yeteneğinin genetik kökenlerini hemen keşfediyor.
Daha önce reklamlarda da izlediğimiz babada ve dayıda ciddi mizahçı potansiyeli var.
Cem filminde bu iki kafadarın macerasını, “olay mahallinde” sundu. Olayın kahramanlarını bir belgeselci gibi anonsladı; “Bu ülkenin topraklarının gölgede kalmış kahramanları” olarak onlarla röportajlar yaptı, özel VTR’ler hazırladı. Boro’nun gelişinden belgesel görüntüler kullandı.
Ve “Bir tekneyle dünyayı dolaşan adamı bir sandalla karşılayamayan iki adamın hikayesi”ni tam bir mizahi üslupla çekti.

Soytarı?
Çekim sonrası kurulan dostlar sofrasında dedikoduyu sinemaya, sinemayı kahkahaya bulayarak sohbet ettik.
O yaşta herhangi birini çığrından çıkarabilecek çapta bir şöhret ve paranın Cem Yılmaz’da nasıl böylesi bir olgunluk yaratabildiğine bir kez daha hayret ettik.
Gece geç vakit telefonuna mesajlar yağmaya başladı.
Televizyon paparazzi programları onu polemiğe çağırıyordu.
Zamanında çok sevilen bir sinema sanatçımız onun için “soytarı” demiş, sonra lafını nasıl geri alacağını bilememişti.
Bu kez de bir ödül töreninde karşılaşınca yine “esprisi gelmiş” ve Cem’in küpesiyle dalga geçmişti:
“Küpelerin çok yakışmış. Karımı boşayıp seni alacağım.”
Televizyonu açıp bakmadı bile Cem...
Gülüp geçti. 
Her gülüp geçmenin, gülüp geçtiklerini zorda bırakırken onu
daha da sevilen bir sanatçı haline getirdiğini biliyormuşçasına...

Setin neşesi
Geceki sohbet sabah 3’e doğru bitti. Cem ertesi gün öğleyin çekime devam edecekti. Ertesi gün öğrendim ki, kalkamam diye uyumadan gitmiş sete;
o uykusuz haliyle yine settekileri gülmekten kırıp geçirmiş.
Nebil “Ben bu kadar tevazu sahibi adam görmedim” dedi:
“Bizim için ‘A.R.O.G’un çekimine altı gün ara verdi. İki gün hazırlandı, iki gün çekim, iki gün montaj yaptı. Bu arada bize masraf çıkmasın diye çırpındı. Ve bütün çekimler sırasında da herkes için neşe kaynağıydı.”

Günün Önemli Haberleri