Cem Yılmaz Ali Baba ve 7 Cüceleri kimin için yaptı
Abone olAli Baba ve 7 Cüceler adlı son filmiyle ilgili merak edilenleri yanıtlayan 'Son filmini yüzde 49.5 için mi yoksa yüzde 50.5 için mi yaptı?' sorusuna Cem Yılmaz'dan çarpıcı cevap...
Cem Yılmaz, vizyona giren filmi 'Ali Baba ve 7 Cüceler'e ilişkin "Filmi yüzde 49.5 için mi yoksa yüzde 50.5 için mi yaptın?" sorusuna çarpıcı bir yanıt verdi.
Hürriyet'ten Uğur Vardan'a konulşan Yılmaz, "Tabii ki bunu hesaplamıyoruz. Sahneye çıkarken de hesaplamıyoruz. Bir ara bunlar hiç konuşulmazken, benim mesleğe başladığım dönemde, yani karikatürle ilgilendiğim zamanlar 'Nasıl bir okuyucu profiline sesleniyorsun, dergiyi kimler okuyor?' desen, aşağı yukarı bir şey çıkardı. Şimdi benim gösterimi kim izliyor ya da seni Twitter’da kim takip ediyor desen bir profil çıkaramıyorum. Ben her farklı düşünceden iyi ya da kötü çok şey duyuyorum, yani data çok. Ama bir tane dramatik bir şey biliyorum; herkes onlardan olmamı istiyor. Bu bence çok dramatik bir şey..." diye konuştu.
Cem Yılmaz, yeni filminin merak edilenlerini ve bilinmeyenlerini anlattı. Filmin karakterlerine değinen Yılmaz, Ali Baba ve 7 Cüceler'in diğer filmlerinden farkına vurgu yaptı.
İşte Cem Yılmaz'ın o açıklamalarından çarpıcı satırlar:
"NİYE HEP AYNI İSİMLERLE ÇALIŞIYORSUN?"
Ben mesela şeyi de anlamıyorum, “Niye hep aynı isimlerle çalışıyorsun?” Bu da çok soruluyor. Zamanında çok söylemiştim; “Aynı adamlar, çünkü bu bir kumpanya işi...” Böyle bir meselenin eleştiriymiş gibi öne sürülmesini ve sürekli dillendirilmesini pek anlamlı bulmuyorum. Çünkü asıl anlamlı olan, varsa bir birliktelik onu sürdürmek olmalı. Bu durumla artık aramızda da dalga geçmeye başladık. Mesela Özkan (Uğur) Abi arada bir şöyle diyor: “Ben normal miyim bu sefer?” Hep egzantiriği oynuyor ya... Aslında Boris’i Özkan Abi ya da Ozan Güven oynasın diye düşündüm ama olmadı, ben oynadım. Ama burada da şöyle bir eleştiri duyuyorum: “Bedavaya getirmek için kötü adamı kendi oynuyor...”
Zafer Algöz’ün savaşın bittiğini bilmeyen Japon asker gibi Sovyetler’in dağıldığından habersiz Azeri asker tiplemesi de çok iyiydi bence.
İçinde birçok trük var o karakterin. Savaşın bittiğinden, ülkenin dağıldığından, yönetimin değiştiğinden haberdar olmamanın yanı sıra bir de kurtarıcı arıyordum öyküde. Ana karakterler ormana salındıktan sonra nasıl kurtulurlar diye... Öyle sembol bir şey çıktı. Biraz böyle çocuksu, biraz ayakları yere bassın istedim. Ben bazen o adamın hikâyesine çok hüzünleniyorum. Artist, ‘Kızıl Ordu’da korodaymış, vazifeye göndermişler falan...
"TEK KORKUM ŞU OLDU..."
(...) şöyle ifade edeyim; tek korkum şu oldu: Hakikaten ‘Mizah mizah’ deyip hareketi evcilleştirecekler, reaksiyonun da kendisi güme gidecek... İşte bundan çok korkmuştum. Çünkü bizde en sert zannedilen mizah, 70’ler, 80’ler, 90’lar, hangisini söylersen söyle, ki bunların muhatapları da hayatta, en sert zannedilen mizah birazcık böyle evcilleştirilmiş bir mizahtır. Temelde şöyle özetlenebilir: “Hocam sizin de taklitinizi yaptık ama nasılsınız?” “Ah iyiyim, teşekkürler.” Burada nezaket var. Evet, günümüzden bakıldığında özlenen nezaket ama durum biraz da böyleydi. Sokak ise hiçbir zaman ölmez, her zaman böyledir. Ben sokağı yeni keşfeden ve onu ilk defa görüyormuş gibi, (‘İçimizdeki İrlandalı’lar gibi!), ilk defa duyuyormuş gibi yapanlara birazcık içerlemiştim. Sokağı ne zannediyorsunuz ki, bunların illa duvara yazılması gerekmiyor ki. İnsanların gözlerinden de okuyabilirsin tepkiyi. Hayalini kurduğun ilişkiler dünyasında ancak işler bu kadar sertleşince, insanların “Evet ne hissettiğini anladım. E, ne de olsa duvara yazdın ya” gibi bir noktaya gelmesi tuhaf. Meseleyi sadece mizah önermesi ya da paranteziyle okursan şu duruma geliyorsun; “Sizi gidi çocuklar sizi...” Ama aslında orada bir hareket var ve temel dert mizah değil, onca insan sokakta sopa yiyor, dövülüyor, çekmediği kalmıyor. Sen meseleyi ‘Mizahtı, ne kadar da zeki çocuklardı” diye koyarsan odak kayıyor...
"HİÇ MORALLİ DEĞİL BU ÜLKE"
(...) hiç moralli değil bu ülke. Ama bu durumlarla karşılaştığımda 90’ları da düşündüm. O zamanlar çok gençmişiz, evet ama durum 90’larda da hiç parlak değildi ki.
"MALIM SATMIYOR, EYVAH BENİM PAZARIM YOK..."
(...) Bizim tüketim malzememiz güldürmek... Ama derdim bu gündelik hayat rutini içinde, “Malım satılmıyor, eyvah benim pazarım yok” falan meselesi değil. Beraberce gülmenin birlikte tadını çıkarmak... Ama ortam böyle olduğu zaman, parayla satın alınamayan gülmeleri bile paylaşamazsın. Twitter’a “Merhaba” yazdığın zaman “Ne merhabası lan, demin paylaştığın fotoğrafı gördüm, sen benden değilsin”ler sahaya sürülüyor.
"NE SİLAHI ABİCİM..."
Halbuki bizim de önerdiğimiz şey şu: “Ulan sen, ben; konu bu değil ki. Konu birey olarak tamam düşüncelerimiz olsun ama beraber yaptığımız şeylerle ilgili meselenizi kendi aranızda çözün. Benim kitleyle bu anlamda bir sorunum yok, daha genel sorunum var. Komedinin kurbanı nedir hedefte? Salaktır, klişedir, ne bileyim bütün negatifleri say; komedinin hedefinde bu adam vardır. “Bu adam olmayalım”, komedi bunu önerir? Tam bu noktada bir klişeye geleceğim: “Mizah silahtır.” Ne silahı, abicim silah öldürmüyor insanı, insan insanı öldürüyor. Biz kimseyi vurmak, dövmek, öldürmek istemiyoruz. ‘Ali Baba ve 7 Cüceler’e öyle bir karakter koydum, devamlı büyük büyük laflar ediyor.