Rabbime binlerce şükürler olsun ki daha çıktığı ilk günden itibaren tehlikelerine dikkat çektiğim İstanbul Sözleşmesi namlı kadın ve aile düşmanı paçavra nihayet tarihin çöplüğündeki yerini aldı.
Ancak öyle görülüyor ki kadın üzerinden toplumu ifsat etmeyi kendine görev bilmiş mihraklar ellerini asla kadının üzerinden kolay kolay çekmeyecekler.
Cumartesi sabahına her zamankinden daha bir neşeli ve ümit var uyandım. Çünkü toplum ve aileyi yok etmenin en büyük argümanlarından birisi olan İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından feshedildi. Bunun için hem fert hem aile hem de toplum planında ne
kadar şükretsek az.
Bu adımın ne kadar büyük bir gelişme olduğunu ertesi gün gelen tepkilerden anladık.
Ne kadar İslamiyet, din ve diyanet düşmanı varsa hep beraber ayaklanıp hay huya başladılar. Hay huy diyorum çünkü maksatları asla kadını korumak değil, çıkardıkları gürültü ve gailelerle kirli emellerini
gerçekleştirmenin yolunu devam ettirebilmek.
İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması hiçbir şeye yaramasa bile laiklerin ve din düşmanlarının bu coğrafyada artık eskisi gibi Müslümanlara yönelik galebe üstünlüğünün olmadığını ve olamayacağını ispat nev’inden göstermiş oldu. Ve, bu mesajı öyle zannediyorum ki en etkili şekilde almış oldular.
Artık bundan sonra ne kadar gürültü, tantana yapsalar da boş.
Şairin de dediği: “Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes/Ey kahpe rüzgâr, artık ne yönden esersen es.”
Yeter ki biz yeni bir “gaflet” gösterip İstanbul Sözleşmesine muadil olacak yeni çalışmalar içine girmeyelim. Zira İstanbul Sözleşmesi İslamcı ve muhafazakarların büyük bir gafletiydi.
İnşallah yaşananlardan ders alınmıştır da hata tekrarlanmaz.
Lakin görebildiğim kadarıyla İstanbul Sözleşmesi gafletinin tekrarlanacağı yönünde bazı izlenimler adindim. Başta ilgili bakanın ve adına KADEM denilen ve hangi tarafa hizmet ettiği belli olmayan, güya “muhafazakâr” derneğin açıklamalarına bakılırsa olan bitenlerden ders almamışlar. İstanbul Sözleşmesi benzeri yeni sözleşmelerden ya da kanunlaştırılmaya çalıştıkları benzeri maddeler ile mevzu bahis açmakta hiç çekinmiyorlar maalesef. Bütün bunları yaparken de hala “kadına şiddet” argümanını ısrarla kullanıyorlar. Bir kere şunu kafalarına bir soksunlar: Şiddetin kadını, erkeği, hayvanı olmaz. Şiddet şiddettir ve kime yapılırsa yapılsın lanetli bir davranıştır. Kadına yapılınca çok kötü, erkeğe yapılırsa az kötü,
hayvana yapılınca azcık kötü olmaz. Şiddetin her türlüsünü, kime yapılırsa yapılsın, kim tarafından yapılırsa yapılsın bütün kalbimle lanetliyorum.
Şiddeti; kadına, erkeğe, hayvana diye sınıflandırmak şiddeti azaltmaz, bilakis körükler. Ki bunu İstanbul Sözleşmesi sürecinde bütün açıklığıyla gördük. İstanbul Sözleşmesinin yürürlükte olduğu zaman diliminde kadınlara yönelik şiddet azalmadı, tam tersine artış gösterdi.
Bütün bu gerçekler ayan beyan ortadayken, rakamlarla sabitken hala yanlışta ısrar etmek niye?
Niye yanlışa yanlış demeye korkuyoruz? Anlamak mümkün değil.
Eğer yapılacaksa İstanbul Sözleşmesinin muadili olan “kadına şiddet” kılıfının arkasına sığınmış sözleşmeler değil, insanı, aileyi, yaratılanları şiddet görmekten alıkoyacak yeni yasalar yapalım. Toplumu “cinsiyet eşitliği” safsatası üzerinden bölmeyen, yeni kamplaşma ve kutuplaşmalara yol açmayan bir sözleşme yapmak çok mu zor?
Bizim hukukçularımız, sosyologlarımız, alimlerimiz yok mu ki Batı’nın dayattığı sözleşmelere mahkûm oluyoruz?
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün devlet yetkililerine seslenmek istiyorum: İstanbul Sözleşmesini feshetmekle döndüğümüz yanlış yola tekrar dönmeyelim. Adı ne olursa olsun ister İstanbul ister Ankara ister Antalya fark etmez, toplumu ve aileyi ifsat edici yeni bir tuzağa düşmeyelim/düşmeyiniz…