2000’li yıllara kadar böyle bir gelenek oluşmuştu. AK Parti
gerek görmeyince, adaylarını bu tür ortamlardan uzak tutunca
gelenek de kayboldu.
Habertürk’de Didem Arslan Yılmaz İstanbul Büyükşehir adaylarını
tek tek konuk edip ısrarla birlikte bir programa alma teklifinde
bulununca her iki aday da buna hayır diyemedi.
Şimdi herkes merakla bu buluşmayı bekliyor. Moderatör olarak
belirlenen isme itiraz eden de var iyi oldu diyen de…
Moderatör elbette önemli. Ancak bu kadar yoğun bir kamuoyu
duyarlılığı varken hiç kimsenin “yanlı” davranabilme, bir adayı
kayırıp, diğerini ezmeye veya gözden düşürmeye çalışmak gibi etik
dışı bir yola girebilmesi mümkün görünmüyor.
Sorular çok çok önemli. Bu nedenle de İmamoğlu cephesinden
Binali Yıldırım’ın soruları önceden görmek istediğine dair bir
iddia ortaya atıldı. Bu iddia hem Yıldırım hem de moderatör olarak
belirlenen gazeteci İsmail Küçükkaya tarafından yalanlandı.
Tartışma fikrini toplum nezdinde anlamsız hale getirecek,
başlamadan bitirecek bu neviden iddia ve isnatlardan uzak
durulması, adayların kendilerine gelen rakipleri ile ilgili
iddiaları kamuoyu ile paylaşmadan önce ciddi bir doğrulama
sürecinden geçirmesi yararlı olacak.
Aksi takdirde her iddiayı doğru varsayarak dillendirmek rekabeti
çok düzeysiz bir noktaya taşır ki, demokrasiyi yeniden
yükseltebilmek için adayları “yan yana” getirme eylemi bile yeniden
normalleşmeyi temin edemez.
Şu anda Türkiye’nin ve 16 milyon İstanbullunun beklentisi
belediye başkanlığına en yakın iki ismin şehre ve ülkeye diğerine
göre katkı farkının ne olacağını anlatmalarıdır. Bunu da birlikte
iken birbirlerinin yüzüne bakarak, tartışarak yapmalarıdır.
Adayların kazanacak olanının da, kaybedecek olanının da
oylarının birbirine çok yakın gerçekleşeceği yapılan kamu oyu
yoklamaları ile görülüyor. Kimsenin kimseye çok önemli bir fark
atması söz konusu değil. Şehir onaltı milyon, geçerli oylar dokuz
milyon civarı ama seçim sonucunu belirleyecek fark sayısı ancak
onbinlerle ifade ediliyor. Dolayısıyla seçilecek olan kendisine oy
vermeyen ve seçmenlerin diğer yarısı olarak ifade edeceğimiz
kitlenin de belediye başkanı olacak.
İki adayın bu buluşmasını bir gerginlik vesilesi olarak değil,
seçim sonrasına yönelik tüm toplumun bir kaynaşma yolu olarak
değerlendirmek daha akıllıca olacak.
Burada görünen bir husus daha var, bu tartışmayı seçimin
kaderini belirleyecek bir olay olarak değerlendirmek çok iddialı
olabilir ama, adayların siyasal geleceği bakımından bir etkisinin
olacağını düşünmek yanıltıcı olmaz.
Binali Yıldırım çok deneyimli bir siyasetçi. Geçmediği siyasal
makam kalmadı. Dolayısıyla Büyükşehir Belediye Başkanı olması veya
olmaması kendisi için değil ama partisi için önemli. Keza
olgun ve özgüvenli, moderatör seçiminde ilk isim olarak Uğur
Dündar’ı önermesi de, akabinde İsmail Küçükkaya’yı önermesi de
bunun neticesidir.
İmamoğlu da belediye başkanlığı ile deneyim kazanmış bir isim.
İşin başında süreci çok iyi yönetiyordu, sinirlenmiyor, sabrediyor,
gülümsüyordu. Seçimin yenilenme sürecine girdiği andan itibaren çok
kolay sinirlendiği, metanetini hızla yitirebildiği durumlar
arttı.
Tahminim odur ki, danışman grubu kendisini yanlış
bilgilendiriyor, çevresindeki siyasetçiler de yanlış yönlendiriyor
ve hata yapıyor.
“CHP Genel Başkanlığı’na aday olacak mısınız?” sorusu sanırım
CHP’li her isme yöneltilecek en tuzak soru… Bu soruya kesin ve net
bir şekilde “hayır” diyemeyene öyle hatalar yaptırılıyor ki,
kazandığını da hızlıca kaybedebiliyor.
Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce örneğini Sayın İmamoğlu’nun
çok iyi incelemesi yararına olacaktır. Çünkü imajını sarsan her
olay kendi yakın çevresi üzerinden inşa ediliyor…