Can Dündar'dan uyarı: Alabilene, görebilene!
Abone olCumhuriyet gazetesi yazarı Can Dündar, 27 Mayıs Darbesi'nin yıldönümünde Menderes'in yaşadığı bir olayın detaylarını yazdı.
Tarih 5 Mayıs 1960... Yer Kızılay... 27
Mayıs darbesine 3 hafta kala....
O gün yaşananları Cumhuriyet si yazarı bugünkü köşesinden aktardı. O gün yaşananlarının bugün yaşanan siyasi krizlerle benzerliğine dikkat çeken Dündar, üstü kapalı bir şekilde hükümeti uyardı.
Yazısında her ne kadar "Kimse bir imada bulunduğumu zannetmesin" uyarısında bulunsa da Dündar, yazısını şu satırlarla bitirdi:
"Maharet, o efsunu dağıtabilmekte, hakikati
görebilmekte, iktidar sarhoşluğundan uyanabilmekte, sokağa kulak
kabartabilmekte...
Tarih, bunun dersleriyle dolu...
Alabilene... Görebilene..."
İşte Can Dündar'ın "Bir dönemin kapanış sahnesi" başlıklı
bugünkü yazısı...
Bir ara Menderes dönemine dair bir televizyon dizisi için
senaryo hazırlığına girişmiştik.
Dizinin başlangıç sahnesi olarak, dönemin kapanış sahnesini
seçmiştim.
Şöyle başlıyordu:
Uzun siyah makam arabası, Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan
Çankaya’ya doğru hızla gitmektedir.
Arabada 4 kişi vardır: Önde Cumhurbaşkanı Celal Bayar...
Arkada Başbakan Adnan Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve
Cumhurbaşkanı’nın yaveri Mustafa Tayyar...
Makam aracı Sıhhıye’ye geldiği sırada arabadakiler Kızılay yönünde
bir kargaşa olduğunu fark eder.
Gergin günlerdir.
Yaver Mustafa Tayyar, muhtemel bir sıkıntıyı önlemek için şoföre
arabayı alternatif yola, yani Necatibey Caddesi’ne doğru sürmesini
söyler.
Yanında oturan Başbakan, “Nereye?” diye müdahale
eder. “Kızılay yönü kapalı galiba efendim” der
Tayyar...
Menderes, bu cevaptan hoşlanmaz: “Yok, düz gidelim
biz” der.
Ve makam aracı bir cehennemin içine girer.
Tarih, 5 Mayıs 1960’tır. Menderes, o ay, iktidarda 10 yılı doldurmuştur. Özgürlük vaatleriyle iktidar olan, Anadolu’da büyük yatırımlar yapan partisi, 10 yılın sonunda, ülkeyi baskıcı bir rejime sürüklemiştir. Türkiye ayaktadır. Her tür gösteri yürüyüşü ve toplantı yasaklanmıştır. Ama üniversiteli gençler yasağı kırmanın yolunu bulur. Herkes birbirine büyük randevunun şifresini fısıldar:
“555K!” Yani: 5. ayın 5. gününde, saat 5’te... Kızılay’da... Menderes’in Kızılay’dan geçeceği saattir o... Ve binlerce genç, Kızılay’da onu beklemektedir.
Makam aracı, şehrin en işlek meydanında öfkeli kalabalığın arasına dalar. Ama Menderes korkmaz, kaçmaz. Kendine güvenir. Gençleri ikna edebileceğini düşünür. Meydanda, eski Kızılay binasının önünde ani bir kararla arabayı durdurur ve yanındakilerin itirazına rağmen iner. Şimdi bir öfke selinin ortasında, kendisine hesap sormak isteyenlerin arasında yapayalnızdır. Korumaları yetişir. Menderes, cesaretle Güven Park yönüne doğru ilerler. Karşısına çıkan gençlere, “Ne istiyorsunuz?” diye bağırır. “Hürriyet” diye haykırır gençler:
“Hürriyet istiyoruz.” İşte o an, şimdilerde sık duyduğumuz soruyu sorar Menderes:
“Hürriyet olmasa, bir başvekile bunları söyleyebilir misiniz?
Gençler Menderes’in üzerine yürür.
Bir tanesi kravatına yapışır.
Başvekil’in gömleği pantolonundan çıkar.
Bir kargaşa doğar. Korumalar Menderes’i üstü başı dağılmış,
hırpalanmış halde bir gazetecinin aracına bindirip hızla oradan
uzaklaştırırlar.
Birkaç dakika sonra Başbakanlık makam odasında, Bayar’ın da
katıldığı toplantıda, gençlere megafonla dağılma uyarısı yapılması,
dağılmazlarsa üzerlerine ateş açılması konuşulacaktır.
27 Mayıs’a sadece 3 hafta kalmıştır.
Menderes, Ankara’nın kasvetine fazla dayanamaz. Kendisini
doğuran topraklara kaçıp kendisini seven insanların tezahüratıyla
moral bulmak ister. İzmir’e gider. 200 bin kişi kendisini büyük
coşkuyla karşılar. İşte o meşhur, oğlunu kurban etmeye kalkışan
baba sahnesi orada yaşanır.
3 hafta sonra devrildiğinde, o kalabalıklardan eser
kalmayacaktır.
İMADA BULUNDUĞUMU ZANNETMESİN
Kimse bir imada bulunduğumu zannetmesin.
Tersine; ben 27 Mayıs’ı basit bir darbe gibi görmemekle birlikte,
Yassıada rezaletinin ve Menderes ile iki bakanına reva
görülenlerin, Türkiye’nin tarihindeki en silinmez leke olduğuna
inanıyorum.
Müdahaleye gerek kalmasa, iktidar seçimle değişebilse, bugün çok
daha farklı bir Türkiye’de yaşıyor olabilirdik; biliyorum. Yine de
bugün yıldönümü olan 27 Mayıs’ın sadece bir avuç darbe heveslisi
subayın işi olmadığını, iktidarın vahim hatalarıyla el ele
hazırlandığını düşünüyorum. İktidar sarhoşluğu, güç zehirlenmesi,
yoğun alkış sesi, “Hürriyet isteriz” taleplerini
duyulmaz hale getirebiliyor; öfkeli despotlar, “Hürriyet
olmasa bana karşı çıkabilir misiniz” diye halkın üzerine
yürüyebiliyor, kitlelerin tezahüratıyla efsunlanabiliyor.
Maharet, o efsunu dağıtabilmekte, hakikati görebilmekte, iktidar
sarhoşluğundan uyanabilmekte, sokağa kulak kabartabilmekte...
Tarih, bunun dersleriyle dolu...
Alabilene... Görebilene...