Can Dündar perdeyi aralıyor!
Abone olAğca'nın tahliyesinin ardından daha önce siyasi cinayetlere karışmış 5 ismin yollarının kesiştiğini öne süren Milliyet Yazarı Can Dündar'ın yazı dizisi sürüyor
"Sağcıların solcuları ve solcuların da sağcıları, hem de birbirlerini öldürmeleriyle yetinmeyip şimdi topluluklara karşı hedef gözetmeksizin öldürücü sabotajlara kalkışmalarıyla terörizm yeni bir aşamaya gelmiştir. Amaçları, hükümeti devirmek, rejimi yıkmaktır. İstedikleriyse toplumda panik ve umutsuzluk yaratmaktır."
Abdi İpekçi
Abdi İpekçi bu yazıyı 3 Ekim 1978'de yazdı. O yıl gerçekten de terör yeni bir aşamaya gelmişti. 16 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'nde sol görüşlü 100 kadar öğrencinin üzerine bomba atıldı. 7 öğrenci öldü, 47 öğrenci yaralandı.
Olayda kullanılan bombanın Ülkü Ocakları Derneği Şube Başkanı Abdullah Çatlı tarafından İstanbul'a getirildiği mahkeme tutanaklarına geçti. Olay anında kısa boylu esmer bir genç bombayı atmış, 4 kişi de panik içinde kaçan öğrencilere ateş açmıştı. Polis kaçan bu saldırganların peşine düştü. O anda bir komiser muavini "Geri dönün" emrini verdi.
Döndüler. Katiller yakalanamadı.
Katliamdan 18 yıl sonra Susurluk skandalı patladı. Kazada ölen Abdullah Çatlı'nın telefon kayıtları incelendi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde bir şube müdürüyle 5 kez görüştüğü ortaya çıktı.
Terörle mücadele şubesinin başındaki o müdür, 16 Mart'ta katillerin peşinden koşan polislere "Durun" dediği söylenen komiser muaviniydi:
Reşat Altay...
'Öldürmüşse de beraat'
16 Mart katliamından 8 gün sonra Ankara Cumhuriyet Savcı yardımcısı Doğan Öz öldürüldü.
Öz, kontrgerillayla ilgili dava açma hazırlığındaydı. "Yaygınlaşan şiddet olaylarının, faşist bir düzen getirmek isteyen kontrgerilla gibi gizli örgütlerce yönlendirildiğini" belirten raporunu Başbakan Ecevit'e iletmişti. Raporu yazdıktan 2 ay sonra raporda sözünü ettiği örgütlerin hedefi oldu.
Öz'ün cinayet sanığı İbrahim Çiftçi idama mahkûm oldu. Ama avukatı Can Özbay mahkemeye verdiği bir dilekçede müvekkilinin Milli Savunma Bakanlığı'nda dosyası olduğunu belirtince idam kararı Askeri Yargıtay'da tam 4 kez bozuldu. Sonunda idamı veren askeri mahkeme "Sanığın Öz'ü öldürdüğü sabit görüldüğü halde Askeri Yargıtay'ın kararına direnilemeyeceğinden Çiftçi'nin beraatine" karar verdi.
Çiftçi, sonradan MHP Genel Başkanlığı'na aday oldu.
Avukatı Can Özbay ise Mehmet Ali Ağca'nın avukatlığını üstlendi.
Yine 1978'deyiz. 11 Temmuz 1978'de Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi öğretim üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert öldürüldü.
Avrupa Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu eski Başkanı Lokman Kondakçı, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'e cinayet emrini dönemin Ülkücü Gençlik Derneği başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun verdiğini, onun üzerinde de Ramiz Ongun'un yer aldığını söyledi.
Cinayetin azmettiricisi sıfatıyla Abdullah Çatlı hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.
Polisin belirlediği saldırganlardan Rıfat Yıldırım Almanya'da uyuşturucu kaçakçılığından yakalandı, ancak serbest bırakıldı. Dava "garantiye alınınca" Türkiye'ye iade edildi ve mahkemede "delil yetersizliğinden" beraat etti. Diğer saldırgan Üzeyir Bayraklı ise 1992'de öldürüldü. Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun katıldığı bir cenazeyle gömüldü.
Uğur Mumcu'ya göre Rıfat Yıldırım'la Ağca'ya pasaport sağlayanlar, aynı kişilerdi. Yıllar sonra Yazıcıoğlu BBP Genel Başkanı oldu. Ramiz Ongun MHP Genel Başkan adayı, Kondakçı DYP il Başkanı...
Cömert'in kardeşi Faruk Cömert ise halen Hava Kuvvetleri Komutanı...
"Yanlışlıkla tahliye"
Bitmedi.
10 Ağustos'ta Balgat'ta solcuların gittiği bir kahve tarandı. 5 kişi öldü. Olayla ilgili olarak yakalanan Mustafa Pehlivanoğlu askeri savcılığa eylemi Abdullah Çatlı'nın emriyle gerçekleştirdiğini, silahı da ondan aldığını söyledi. İpekçi'nin girişte kullandığımız yazısının yayımlanmasından 5 gün sonra 1978'in en feci katliamı gerçekleşti.
Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partili 7 genç katledildi. Olayın sorumlusu olarak Haluk Kırcı yakalandı.
Kırcı, ölüm emrini "Büyük Reis" Abdullah Çatlı'dan aldığını açıkladı. O, içerde gençleri boğazlarken Çatlı kapıda bekliyordu. Kırcı, 1988'de 7 kez idama mahkûm oldu. Bir yıl sonra şartlı tahliye yasasından yararlandırılıp serbest bırakıldı.
Sonra tahliyenin "yanlışlıkla" yapıldığı anlaşıldı. Yeniden arandığı dönemde evlendi. Nikâh şahidi, dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar'dı.
Emniyet'ten kaçırıldı
1996'da yeniden yakalanıp İstanbul Emniyeti'ne götürüldü, ancak aynı gün 3 polis şefinin yardımıyla kaçırıldı.
Yargılanan polislerden biri, dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın Kırcı için "Nezarete atmayın, polislerle otursun" talimatı verdiğini söyledi.
O davada Kırcı'ya yardım suçlamasından "delil yetersizliğinden" beraat eden Sedat Demir daha sonra Söylemezler çetesine yardımcı olmaktan yargılanacaktı.
Kırcı bir süre şirketiyle Sağlık Bakanlığı'nın ihalelerine girdikten sonra 1999'da yeniden yakalandı. Susurluk davasında mahkûm oldu. 2004'te ikinci kez hatalı infaz hesabı nedeniyle yanlışlıkla tahliye edildi. Ukrayna'da yakalandı.
Anılarında "Her tadı versin diye dikilmiş fidanlardık. Zalim, hain, görünmez bir el bize su yerine kan, nefret ve kin verdi" diye yazdı.
Ve İpekçi
İşte İpekçi cinayeti bu süreçte ve Bahçelievler katliamından 3,5 ay sonra gerçekleşti.
Amaç "toplumda panik yaratmak ve rejimi yıkmak"sa, o da olacaktı.
İpekçi cinayetinden 1,5 yıl sonra...
1980 Eylül'ünün 12'sinde...
Ağca: Ben çıkarım
Sıkıyönetim sorgu süresini uzatmayınca Ağca Emniyet'ten alınıp askeri cezaevine konuldu.Sıkıyönetim'e getirildiğinde başsavcının odasında işe bitti gözüyle bakıyordu.
Dönemin Sıkıyönetim Başsavcısı Refik Kara, ilk sorguda karşılaştığı Ağca'yı, gazeteci Erbil Tuşalp'e şöyle anlatacaktı:
"Ağca 'Ben 1981'de çıkarım' dedi. 'Sen adam öldürmekten idam talebiyle yargılanıyorsun. Muhtemelen uzun süre cezaevinde kalacaksın. Nasıl böyle düşünebiliyorsun?' dedim. Gayet kendinden emin, 'Ben çıkarım, sizin cezanız bana yetişmez' dedi. 'O halde kaçmayı umuyorsun' dedim, gülerek 'Yok' dedi."
Ağca'nın bir bildiği olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Selimiye cezaevinden ülkücülerin yattığı Kartal Maltepe'ye naklini istedi. Kabul edildi.
Mahkemede "İpekçi'yi ben öldürmedim" dedi. Bu, örgüte "Kaçırmazsanız, konuşurum" sinyaliydi. 1979 Eylül'ünde Adli Tıp'a getirildiğinde yanındaki ülkücüyle kaçma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 2,5 ay sonra yeniden denedi, başardı. İki girişimde de nöbetçisi aynı astsubaydı.
Sıkıyönetim, "Kaçmadı, kaçırıldı" açıklamasını yaptı.
Orgeneral Üruğ'un müdahalesi
İpekçi öldürüldüğünde İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş' ti.Ağca'nın sorgusunu gizli bir bölmeden izliyordu.
Tetikçi, konuşmaya başlamıştı, ama 15 günlük sorgu süresi doldu.
İstanbul'da sıkıyönetim vardı.
Süreyi uzatmak için Sıkıyönetim'in izni gerekiyordu.
15 günlük ek süre için başvuru yapıldı.
Sıkıyönetim komutanı talebi reddetti.
Komutanın adı Orgeneral Necdet Üruğ idi.
Yıllar sonra sorulduğunda bu ayrıntıyı hatırlamadığını söyledi.
Üruğ, 1987 tarihli ünlü MİT raporunda "1. Ordu Komutanı iken bir silah kaçakçısını MİT'e tavsiye edip eleman aldırmak, kimi yolsuzluk soruşturmalarını kapattırmakla" suçlanacaktı.
Oral Çelik'in tanığı nasıl korkutuldu?
İpekçi suikastının elebaşlarından Oral Çelik, Papa suikastının da kilit ismiydi. Ama Ağca bu ismi ısrarla gizledi, kendisi de suçlamaları kabul etmedi. İsviçre'de uyuşturucu davasından yargılandı. Sonradan, yargılanacağını bile bile gülücükler saçarak Türkiye'ye döndü. Çünkü davalarının çoğu zamanaşımına uğramıştı, İpekçi davasında da tanık yoktu. Ancak son anda ortaya çıkan bir tanık İpekçi'ye Çelik'in ateş ettiğini gördüğünü açıkladı. Abdullah Yavuz adlı tanık, "Güvenliğimi sağlarsanız mahkemede tanıklık yaparım" dedi. Can güvenliği sağlanamadı. Sürekli tehdit altındaydı. Tanıklıktan vazgeçti. Daha önce kesin teşhis ettiğini söylediği adamla mahkemede karşılaşınca "Kesin teşhis edemiyorum" dedi. Dava kapandı.Okuma listesi
- "Bir Gizli Servisin Tarihi: MİT", Tuncay Özkan, Milliyet, 1996
- "Kurtlu Kokteyl", Hasan Uysal, Öteki, 1990
Karşı anılar: - "Ben Mesih", Mehmet Ali Ağca, Kuşak
- "Bırak Eşkıya Bellesinler", Haluk Kırcı, Burak, 2000
Yazı : Can DÜNDAR