Mısır'daki olayların en doğru ifadesi, dünkü Radikal gazetesinin
manşetindeydi:
"Son Firavun Topun Ağzında"...
Mısır, bütün cafcaflı makyajına, burnundan kıl aldırmaz
duruşuna karşın, sosyal adaletin iflas ettiği bir zulüm
ülkesiydi.
Kahire'deki geniş bulvarlardan, lüks binalardan, turist avcısı
pahalı mekânlardan sıyrılıp arka sokaklara saptığınızda fotoğraf
değişiyor; yoksulluk ve pislik içerisindeki bakımsız mahalleler, ev
demeye dilinizin varmayacağı barakalardaki çaresiz insanlar,
ülkedeki derin uçurumu anlatıyordu size.
Bir belgesel çekimi için oradaydık.
Dönemin Başbakanı Atef Obeid, röportajdan sonra uzun uzun
Türkiye'nin, İslam ülkelerinden koptuğunu ispatlamaya çalışmış,
hatta Türk medyasının İsrail tarafından finanse edildiğine dair
belgeleri off the record olarak gösterebileceğini söylemişti.
İlgilenmediğimi belirtmiş, "Türkiye'de yaşadığım içim
çok mutluyum, Türk olmaktan da gurur duyuyorum" diyerek
ofisinden ayrılmıştım.
Peşimize Dışişleri Bakanlığından bir görevliyi takıp
"istenilmeyen" görüntüleri almamızı engellemeye çalışmışlardı ama
biz, gizlice Mısır'ın diğer yüzünü; vitrin gerisindeki o korkunç
fakirliği belgelemiştik bile.
Bundan tam dokuz yıl önce, o korkunç fakirlikte
mayalanmaya başlayan isyanı görmüştük.
İsyan, katlanarak büyüdü ve son bir haftada patlayarak
ülkeyi; ülkenin geleceğini tehdit etmeye başladı.
Ölenlerin sayısının 100'ü aştığı söyleniyor,
Ülkedeki elçilikler boşaltılıyor,
Halk müzeleri korumak için etten duvar örüyor ama işe
yaramıyor,
Mahkûmlar kaçıyor, talanlar, tecavüzler yaşanıyor,
Askerle polis birbirine ateş açıyor.
80 milyonluk koca ülke, binlerce yıllık tarih, kültür,
medeniyet alev alev...
Tam 30 yıldır koltuğuna yapışmış kalmış 82 yaşındaki son
firavun, sıkışınca hükümetin kellesini verip kurtulmaya çalışıyor
ama olmuyor; halk durmuyor.
Ve herkes biliyor ki; insan denen muhteşem, "isyan ahlakıyla"
Ortadoğu'da, Arap âleminde yeni bir tarih yazıyor.
Tunus'ta bir seyyar satıcının kendisini yakması ile başlayan
"Yasemin Devrimi"nin kıvılcımı bütün bölgeye yayılıyor, dengeleri
alt üst ediyor.
Yüksek enflasyon, işsizlik ve yoksulluğa isyan eden binlerce
Ürdünlü, sokağa dökülüyor.
"Ürdün sadece zenginlerin ülkesi değil. Ekmeğimizden
elinizi çekin" diye feryat ediyor.
Yemen'deki gösterilerde de halk "açız" diye
bağırıyor.
On binlerce kişi 32 yıldır iktidardaki Devlet Başkanı Ali
Abdullah Salih'e "Bin Ali 23 yıl sonra gitti, Yemen'de de 30 yıl
yeter" pankartlarıyla başkaldırırken parlamento, Salih'e, ömür boyu
başkanlık hakkı verecek yasa çıkarmaya çalışıyor.
Cezayir'de 11 yıllık Buteflika iktidarına karşı sokaklara
dökülüyor.
41 yıldır başkanlık koltuğunda oturan astığı astık; kestiği
kestik Libya lideri Kaddafi'nin dizleri titriyor.
Domino etkisiyle büyüyen tepki, Fas, Sudan, Suudi
Arabistan, Suriye; bölgedeki bütün İslam ülkelerini tehdit
ediyor.
Paylaşmayı, eşitliği, hakkı, adaleti emreden dinini şekilselliğe
gömen; "komşusu açken, tok yatan bizden değildir" diyen
Peygamberinin sözüne kulak asmayan tacirler, koltuğuna yapışıp
kalan ihtiras hanedanlıkları bedel ödüyor.
Biz, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet
sayesinde bölgede istikrarın ve güvenin simgesi
oluyoruz.
Ön plana çıkıyoruz.
Model ülke haline geliyoruz.
Başbakan Erdoğan'ın bölgesel liderliği tartışılıyor.
Yabancı sermaye Türkiye'ye kayıyor.
Tunus ve Cezayir'deki kargaşa; turizmde rotayı bize
çeviriyor.
Tam 88 yıl önce koyduğumuz hedefin meyvelerini topluyoruz.
"Muhasır medeniyetler seviyesi"ne ulaşmak için
çabalamanın bile ne büyük bir kazanım olduğunu
görüyoruz.
Bu çabanın sonu olmadığını da biliyoruz.
Gerçekten ilerlemek; dünya çapında model ülke olmak istiyorsak
daha demokratik ve eşitlikçi sistem arayışlarından
vazgeçemeyiz.
İşte bu nedenle son süreçte tartışılan Başkanlık Sistemi'ni
ciddi ciddi değerlendirmeliyiz.
Sağlıklı yapılandırabildiği takdirde yalnız bölgede
değil; dünya coğrafyasında etkin olabilmemizin tek yolu, bu
sistemden geçiyor çünkü.