Çalışlar'a göre irtica tehlikesi yok
Abone olGazeteci-yazar Oral Çalışlar, 1980 öncesinin çalkantılı yıllarının ilginç arkaplanlarını anlattı. Çalışlar, keskin Aydınlıkçıyken bile Türkiye'de irtica tehlikesine inanmadı
Devrimci-gazeteci-yazar Oral Çalışlar, Aydınlık’ın gazete olarak yayımlandığı ve ifşaatlarıyla tartışılan 1978-80 döneminde yayın yönetmenliğini yapmıştı. Tarsuslu Kürt-Türkmen bir aileden gelen Çalışlar, o dönemdeki stratejilerinde yanıldıklarını bakın nasıl anlattı. “Orada iki tane temel hata yaptık biz. Bir kere esas tehlikenin Sovyetler Birliği’nden geldiği gibi saçma sapan bir korkuya kapıldık. Onlara düşmanlık yapan, onları hedef alan bir yayın yaptık. Böylece Türkiye’de Amerikan işbirlikçilerine yakın durabilecek, onları tolere edebilecek bir siyasi çizgi izledik. Bu çizgi tamamen yanlıştı. Çünkü Türkiye’de bir Amerikancı askeri darbe hazırlanırken biz Sovyetler Birliği’nden tepki gelecek gibi saçma sapan bir şey üzerine kurduk stratejiyi.” Oral Çalışlar gazeteci-yazar bir kişi. Fakat yıllar öncesine gittiğimizde öğrenci lideri, hızlı devrimci, eski Maocu’lardan biri olarak çıkıyor karşımıza. Hani o Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Hüseyin Cevahir, Hasan Cemal gibi devrimcilik uğruna hayatlarının bir bölümünü saklanarak veya yer altına inerek geçirenlerden. Çalışlar, aynı zamanda, 1989’a kadar da, 1980’lerden sonra araları bozulmaya başlasa bile Doğu Perinçek’le birlikte aynı çizgide mücadele vermiş bir kişi. ‘Solu düşman gördük’ Oral Çalışlar’ın hayat mücadelesinde Türk toplumunu doğrudan ilgilendiren belki de en önemli zaman dilimi 1978-80 yılları arasındaki dönemdi. Bu tarihte, o zamanlar günlük olarak çıkarılmasına karar verilen Aydınlık Gazetesi’nin genel yayın müdürü idi. O günleri tarih, özellikle de gazete sayfalarından takip edenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin en çok silah patlayan, kan akıtılan, kavgaya meydan verilen dönemlerinden biri olarak görüyordu. Ve Aydınlık gazetesinin adres gösterir gibi yaptığı yayınlar ve bu yayınlardan sonra öldürülenler hâlâ tartışılıyordu. Oral Çalışlar, şimdi, bugünün penceresinden baktığında yukarıdaki sözleri o dönem için söylüyor. Çalışlar’a göre, o dönemde, gerek sınır kavgaları yüzünden, gerekse milli çıkarları sebebiyle ABD ile arayı düzeltme çabası içinde olan Çin’in izlemiş olduğu politikaları eklektik bir şekilde Türkiye’ye monte etmeye kalktıkları için bu hataya düşmüşlerdi: “Sovyetler Birliği esas tehlikedir diyerek hareket ettiğimiz için solun o sıradaki eylemlerini de son derece zararlı buluyorduk ve solu düşman gibi görüyorduk. Düşman gibi görünce onları teşhir etmek vs. gibi yanlış bir yol izledik.” -Orada sizin ifşa ettiğiniz isimlerden öldürülenler olmuştu? “Onlar abartılıyor. Öyle bir şey olmadı. O biraz karşı tarafın abartması. Yalnız bakın o dönemde şöyle önemli bir iş de yaptık. Kontrgerillayı, Kıbrıs’ta, özellikle ordu içinde, darbeci kesimin teşhir edilmesi konusunu en radikal şekilde Aydınlık’ta ilk biz işledik.” Oral Çalışlar’ın kastettiği, MİT’in içindeki işkenceci ekibin teşhir edilmesiydi. Peki bu bilgi nasıl elde ediliyordu? Bilgiler onlara ulaştırılıyor muydu? “Ulaşıyordu tabii. O zaman kaynağımız… Şöyle ilginç bir şey olmuştu. 1960 yılında MBK devlete el koyunca, o sırada MİT içinde bir düzenleme yapıldı. Ve bu düzenleme elbette AP’nin iş başına gelmesi ile tasfiye edildi. CHP yönetime gelince yeniden girdiler, çıktılar falan böyle. Yani bildiğimiz solcu-sağcı kamplaşması MİT içinde de oluşmuştu. Ordu içinde tasfiye edilen MİT’çiler gelip bize bilgi veriyorlardı.” ‘Bilgi getirenlerden biri Barış Manço’nun kayınpederiydi’ -Kaynağınız bunlardı. “Tabii tabii. Hatta mesela bunun intikamını da aldılar 12 Eylül darbesinden sonra. Bir tanesi mesela Barış Manço’nun kayınpederi idi, Turan Çağlar. Turan Çağlar’ı daha sonra Amerikan ajanı diye hapse attılar, 12 Eylül’de. Yani düşünebiliyor musunuz? Türk MİT’i Amerikan ajanı diye birisini hapse attı. -Başka var mıydı? “İşte o zaman sol güçlü idi. Muhalefet güçlü idi devlet içinde ve bir sürü yerden de bilgi geliyordu. ‘Perinçek, derin devletin içindeki şahin kanadın bir parçası haline geldi’ -CIA ile bir irtibat olmuş muydu o dönemde? “Hiç. Yani benim bildiğim ve hissettiğim bir şey olmadı.” Aydınlık gazetesi ve daha sonra yayınlanan dergisi bu geleneğini ileriki yıllarda da sürdürdü. Toplumdaki genel kanaat Aydınlık’ın bir istihbarat bülteni gibi çıktığı yönündeydi. Çalışlar, anlatmaya devam ediyor: “Ben şöyle düşünüyorum. Doğu Perinçek’in şu anda durduğu ve izlediği çizgi esas olarak devlet içindeki şahin kanada yakın. Yani derin devletin şahin kanadına yakın. Derin devletin şahin kanadına yakın bir siyasi çizgi izlerseniz onlardan size malzeme gelir. Bunun hiç sürpriz bir tarafı yok. Bence, derin devletin içindeki şahin kanadın bir parçası haline geldiler şimdi.” Oral Çalışlar, Halil Berktay, Gün Zileli, Necmi Demir, İlkay Demir, Hasan Yalçın, Ferit İlsever ve Doğu Perinçek gibi birçok arkadaşı ile beraber baş koymuştu devrimciliğe. Fakat aradan geçen yıllar, bunlardan bir kısmının özellikle Perinçek ve çevresinden uzaklaşmasını da beraberinde getirdi. Birçok kez beraber afişler asan, eylemler yapan Oral Çalışlar’ın da diğerleri gibi Perinçek’le arası açıldı. Bağlantıları 1989 yılında tamamen koptu. Ancak 12 Eylül darbesine giderken yavaş yavaş aralarında problemler çıkmaya başlamıştı. Çalışlar ve onun gibi düşünenler, 12 Eylül dönemine girilirken sol gruplarla ilişkilerin sert bir şekilde yürütülmesini doğru bulmuyordu. Sol içinde daha yumuşak bir havadan yanaydı o. İkincisi, 12 Eylül’ün ardından, Çalışlar’ın, Sovyetler Birliği ile ilgili izlenen politikanın hatalı olduğunu ve bunun neticesinde manasız şeyler yaptıklarının hareket tarafından kabul edilmesini istemesiydi. Sonuçta düşünce ayrılıkları ortaya çıktı. Perinçek’in yanında, başlangıçtaki ekipten Hasan Yalçın ile Ferit İlsever kaldı sadece. Oral Çalışlar, öğrencilik için büyük şehire geldiğinde çok hareketli bir hayat sürmüştü. Önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni kazanarak Ankara’ya geldi. Ailesi Tarsusluydu. Rivayete göre aslen Kırşehirli bir Kürt olan dedesi Hüseyin, Tarsus’a gelip meşhur Dedeler Köyü’ne yerleşmişti. Burada, Fatma Hanım’la evlenen Hüseyin Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Yemen’e gitmiş, bir daha geri gelmemişti. Oral Çalışlar’ın babaannesi Fatma Hanım tarafı ise şıhlardan müteşekkildi. Fatma Hanım Yörük-Türkmen bir aileye mensuptu. Çalışlar’ın Kırşehir’de var olan baba tarafından dedesinin akrabaları ile bağlantıları zamanla kopmuştu. ‘Menderes idam edildiğinde çok sevindim’ Oral Çalışlar’ın babası Murtaza Bey ise 1950’de, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesine kadar Milli Emlak memurluğu yapmış koyu bir Cumhuriyet Halk Partili ve İsmet İnönücüydü. Bu tarihten sonra, CHP’li olması sebebiyle daha küçük bir ilçeye tayin edilince istifa ederek arzuhalcilik ve dava vekilliği yapmıştı. 1950’den itibaren CHP Tarsus Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunan Murtaza Bey, 1968 yerel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden Tarsus Belediye Başkanı adayı olmuş, kazanamamıştı. Annesi Fazilet Hanım da CHP İlçe Kadın Kolları Başkanı idi. Koyu particilik sebebiyle olsa gerek, 1950-60 yılları arasındaki DP-CHP sürtüşmesinin finali olan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, Adnan Menderes ve arkadaşları asıldığında baba Murtaza Çalışlar, evinin balkonuna çıkarak olayın sevinciyle bağırmaya başlamıştı. Oral Çalışlar, CHP’li oldukları için aile olarak çok zorluk çektiklerini düşünüyordu. Hatta Çalışlar, Menderes’in idamını duyduğunda bakın nasıl tepki vermişti: “13-14 yaşlarında idim. Menderesler idam edildiğinde çok sevindim ve ‘Niye az kişiyi idam ettiler. Daha çok idam etselerdi’ diye düşündüm. O zamanki psikolojim öyleydi.” Fakat idamın sevinilmeyecek bir hadise olduğunu çok değil 10 sene sonra o da anlayacaktı: “Askeri darbeleri biz de kendi hayatımızda yaşamaya başlayınca, o zaman darbelerin ne olduğunu gördük. Tabii Denizler (Gezmiş) idam edilirken Menderesler’in idamının ne olduğun anladık. Yanıbaşımızdan arkadaşımızı götürüp astılar. O da bir siyasi idamdı. Aynı Menderes gibi.” 1946 senesinde dünyaya gelen Danyal Oral Çalışlar iki kardeşti: Serpil ve Fatih. Fatih Çalışlar, yazar Ayşe Kilimci ile evlenmişti. Ailede tanınmış bir kişi daha vardı. Çalışlar’ın halasının oğlu olan Prof. Dr. Mustafa Aysan. O da 12 Eylül 1980 döneminde Danışma Meclisi Üyeliği yapmıştı. Ortaokulu Tarsus Amerikan Koleji’nde Cengiz Çandar, İstemihan Talay, Uluç Gürkan, TÜSİAD eski Başkanı Erkut Yücaoğlu, İletişim Yayınları’nın başında bulunan Tuğrul Paşaoğlu gibi arkadaşları ile birlikte okuyan Çalışlar, lise eğitimini Tarsus Lisesi’ni bitirerek tamamlar. Tam öğrenci olaylarının başladığı 1965 senesinde ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nü kazanan Çalışlar, okul yerine eylemlere katılmayı tercih edince okulla ilişiği kesilir. Seneyi boş geçirmemek için dışarıdan sınavına girilen Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni kazanır. 1968 yılındaki işgalin yaşandığı olaylarda Oral Çalışlar yine ön saflarda yerini almış, İşgal Komitesi Başkanı’dır. Deniz Gezmiş ve arkadaşları burada onun yardımına gelmiştir. Çünkü ondan önce de Çalışlar ve arkadaşları İstanbul Üniversitesi’ni işgal ederken Deniz Gezmişler’e yardımda bulunmuştur. Hangi okulda okuyacağına karar kılamayan Oral Çalışlar, bu sefer öğrenci eylemlerinin kalbinin attığı yeri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanır: “Babam ‘Benim oğlum imtihan kazanmaya sıra gelince birinci olur. Sonra okumasını beceremez’ derdi.” Hakikaten de öyle olur, Çalışlar, kaçma ve kovalamaca ile beraber çeşitli davalar sebebiyle Mülkiyeyi ancak 1980’den sonra bitirebilir. Oral Çalışlar’ın buradaki çevresi de az değildir! Nuri Çolakoğlu, Şahin Alpay, Hasan Cemal, Eczacıbaşı’nda danışman olan Alp Orçun, yani dönemin en aktif, bugünün de popüler insanlarıyla Mülkiye’de bir aradadır: “Siyasala girdiğim yıl seçimleri kazanarak Sosyalist Fikir Kulübü Başkanı oldum. Okula başlamış olmam, yeni olmam anlamına gelmiyordu. Tanınan bir solcu idim.” Çalışlar, 1969-71 yılları arasında da Öğrenci Birliği Genel Sekreterliği yapar. 1971 yılının başlarında 12 Mart muhtırasının ayak sesleri, kulakları açık olanlar için duyulmaya başlanmıştır: “Türkiye’nin bir askeri darbeye doğru gittiğini hissetmeye başlamıştık. Ama, yani o kadar karmaşık bir ruh hali vardı ki o zaman. 1960 askeri darbesini pozitif bulan bir gelenek, yani askeri darbe isteyen bir kitle vardı içimizde. İşte (Cemal) Madanoğlu, (Doğan) Avcıoğlu falan. O yüzden askeri darbe geliyor falan ama bu bizi ne kadar vuracak? Net bir şey yoktu. Ama yaklaştıkça da korkmaya başlamıştık.” Oral Çalışlar, 12 Mart’la beraber 1971’den itibaren üç yıl hapis yatar. Deniz Gezmiş, Altan Öymen, Uğur Alacakaptan, Mümtaz Soysal, Behice Boran, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Dursun Akçam, bir kısmı o zaman bir kısmı da daha sonra solun ileri gelenlerinden olacak birçok kişi vardır onlarla beraber hapiste: “En sevdiğim arkadaşım Deniz Gezmiş’ti. Onun idamı, benim anladığım kadarı ile biraz da Menderes’in intikamına dönüştü. Çünkü Süleyman Demirel ve arkadaşları çok gayret ettiler Denizler’i astırmak için. Yani her ne kadar Denizler’in asılmasında askerlerin rolü varsa onlardan daha çok Demirel’in rolü vardır. 1-1 yaptılar durumu.” ‘Abuk sabuk bir şeydi’ Çalışlar, 1974’te cezaevinden çıktıktan sonra kaçak yaşamaya başlar. Çin’e, Arnavutluk’a gider: “Pekin Üniversitesi’ni ziyaret etmiştik. Kültür devrimi sonrası iktidarda işçi-köylü çalışma komiteleri vardı. Pekin Üniversitesi’nin başına bir köylü koymuşlar, bütün profesörler de onun yanında hazırol vaziyetinde duruyordu. Bu, bizim çok hoşumuza gitmişti; halk yönetime gelmiş, işte üniversiteleri, aydınları köylüler yönetiyor diye. Fakat bu son derece ilkel ve abuk sabuk bir şeydi, tabii şimdi baktığınız zaman...” Bu süreçte ailenin geçimini 1976 senesinde evlendiği İpek (Erkeller) sağlar. TRT’de uzun yıllar çalışan, daha sonra Nokta dergisinin ilk ekibinde önemli yere sahip İpek Hanım cumhuriyet döneminde Ankara’nın ilk emniyet müdürü Kel Osman’ın torunuydu. (Çiftin bu evlilikten, gazetelerin eklerinde yazıları yayımlanan, edebiyat meraklısı Reşat Fuat adında bir erkek çocukları olmuştu.) Oral Çalışlar, yurtdışından döndüğünde arkadaşları Türkiye’de ‘yasal’ bir parti kurma hazırlıkları içerisindedir. Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kurucuları kimler olacak, bunun yanında günlük çıkarılacak Aydınlık gazetesinin başına kim geçecek tartışmaları olurken, Çalışlar’ın payına Aydınlık düşer. Aydınlık’ın o zamanki kadrosunda kimler yoktur ki: “Nuri Çolakoğlu, Doğan Yurdakul, Gülay Göktürk, Kerem Çalışkan, Celal Üster, Ragıp Duran, Çiğdem Kömürcüoğlu, Alev Er, Musa Ağacık, Hadi Uluengin. Hadi’yi ben getirdim gazeteci yaptım. Hadi o zaman Brüksel’de şoförlük yapıyordu.” Derken 12 Eylül 1980’de, Türkiye siyaseti son 20 yıldır alıştığı gündemle tekrar sarsılır: “12 Mart askeri darbesinde yalnızca biz içeride idik. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde ise Ülkücüleri de attılar içeriye.” Çalışlar, bu süreçte dört yıl kaçtıktan sonra dört yıl da cezaevinde yatar. İstanbul’da kaçak hayatı yaşarken Gün Zileli ve Halil Berktay’larla birlikte Saçak adlı bir dergi çıkaran Çalışlar, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit ve Alparslan Türkeş’le Ankara’da aynı cezaevini paylaşır. ‘Çakıcı her şeyi bana anlattı’ 1986’da, İstanbul Üsküdar’daki Paşakapısı Cezaevi’nde Alaattin Çakıcı ile de iki ay beraber kalır: “Çakıcı kendi hayatından, Ülkücüler içindeki kavgalardan, Türkeş’in rolünden vs. bahsetti, her şeyi anlattı bana. Bütün anlattıklarını not tuttum. Fakat bana o zaman ‘Abi, sana anlatıyorum ama yazma bunları’ dedi. Ben de ‘Alaattin, bana anlatma, ben gazeteciyim, yazarım’ dedim. Hatta, daha önceki yakalanışlarından birinde dedim ki şunu tefrika edeyim. Sonra baktım hakikaten çok ilginç şeyler var ve meslek etiği açısından yayınlamayı uygun görmedim. Hâlâ görmüyorum. Duruyor.” Çakıcı’nın, beraber kaldığı dönemde Paşakapısı Cezaevi’ndeki rahat tavırlarını anlatan Çalışlar, “Yüklü para dağıttığı için onun ayrı bir özgürlüğü vardı. Görüş zamanı eşime ‘Yenge sen gel, başgardiyanın odasında görüşürsünüz’ dedi. Sonra bir gün geldi bana dedi ki ‘Abi seni cezaevi müdürü Bursa’ya sürecek.’ Tek siyasi benim orada çünkü. ‘En iyisi’ dedi ‘sana bir araba ayarlayayım, bir jandarma versinler, git bir gece de evinde kal. Sonra gidersin Bursa’ya. Dik kafalılığımdan kabul etmedim. Tabii çok pişman oldum sonra. Çünkü korkunç bir soğuk olmuştu 1986’larda. Kalorifersiz, üstü delik bir sevk arabası ile tam 48 saat süren, bütün Türkiye’yi dolaşan bir turla beni Bursa’ya gönderdiler.” ‘Türkiye’de irtica olmaz’ Bursa Cezaevi’nde kitap alışverişi mümkün olmadığı için cezaevinin kütüphanesindeki İslami temel kaynakları incelemeye karar veren Oral Çalışlar, daha sonraki yıllarda, burada tuttuğu notlardan oluşan kitaplar yayınlar. 1990-92 yılları arasında Alman hükümetinden ‘cezaevinde baskı gören yazarlarla’ ilgili bir vakfın daveti ile ailecek Hamburg’a giden Çalışlar, 1950’lerden itibaren Türkiye’de devletin muhafazakâr kitleyi 1995’ten sonraki sürece kadar kullandığını düşünmektedir bugün: “1995’ten sonra bu muhafazakâr kitle kafasına yediği sopalar neticesinde, tıpkı solcuların yediği sopalar gibi, yavaş yavaş devletin statükosundan kopmaya başladı. Ve o saatten itibaren değişmeye başladı. Muhafazakâr kitlenin devlet denetiminden ve statükoyu korumaktan kopması Türkiye’nin önünün açılması anlamına geliyor.” Gidişatı ‘iyi’ gören Çalışlar, muhafazakârlığı güçlü bir halk hareketi olarak addedip şunları söylüyor: “Devletin solcuyu kullanması o kadar da zor bir şey değil. Çok da güçlü bir halk hareketi yok solun arkasında. Ama muhafazakârlığın arkasında her zaman bir halk hareketi var, bu bir halk şeyi zaten.” 1965’te Tarsus İdmanyurdu’nda futbol da oynayan, hatta bu dönemde Mersin İdmanyurdu’nun formasını giyen Lefter’le karşılıklı maçlar oynadıklarını anlatan, askerliğini 40 yaşını aştığından, bedellinin iki katı ücret ödeyerek ‘hiç askere gitmeden’ yapan, Abdullah Öcalan’la yaptığı söyleşiden dolayı yargılanan, hayatının 20 senesinin geçtiği Aydınlık hareketinden kopuşu ve Denizler’in idamını hayatının dönüm noktaları sayan Cumhuriyet gazetesi yazarı Çalışlar bütün bu gelişmelere rağmen, bugün kendisinin durduğu çizgiyi, Nuri Çolakoğlu’ndan Doğu Perinçek’e kadar herkesin altına imzasını koyduğu ‘74 Savunmalarındaki, Amerikan aleyhtarı, demokrasi yanlısı çizgiye yakınlık olarak ifade etmektedir. Peki, Danyal Oral Çalışlar, yıllarca gündemde tutulan, Türkiye’nin İran olacağı, ‘irtica’nın hortlayacağı ‘öcü’sü hususunda ne düşünmektedir? “Ben hiç bir zaman böyle bir şeyin olamayacağı inancındayım. 10 sene önce de böyle düşünüyordum, 20 sene önce de böyle düşünüyordum, şimdi de öyle düşünüyorum.” Röportaj: Cemal A. Kalyoncu Kaynak: Aksiyon