Çalışanların Marko Paşası
Abone ol1995 yılında Akşam Gazetesi'nde yazmaya başlayan Ali Tezel, o günden bu yana 'iş yaşamı' konusunda kalem oynatıyor. Tezel'e hergün yüzlerce ileti yağıyor.
1995 yılında kendi isteğiyle Akşam gazetesinde yazmaya başlayan
ve 'fakslar bitince yazın biter' denilen Sigorta Müfettişi Ali
Tezel, o günden bu yana 'İş yaşamı, iş hukuku' konusunda yazı
yazıyor. Tezel'e her gün yüzlerce mail, mektup ve faks geliyor
Gazete binasında siz yürürken neredeyse her adımınızda
birisi size soru soruyor, hepsine cevap veriyorsunuz. Hep mi
böylesiniz?
Evet tabii, ben bilgiyi paylaşmayı çok seviyorum. Bilebildiğim her
şeyi cevaplarım.
Ali Tezel ismi artık biliniyor. Yollarda da sorularla
karşılaşıyor musunuz?
Evet yolda aaa Ali Tezel diyorlar veya emeklici diye sarılıyorlar.
Daha önce mektup veya faks gönderip soru sormuş kişiler ya da
Akşam'daki sayfayı takip edenler tanıyorlar.
Akşam gazetesine nasıl yazar olarak
başladınız?
Sigorta müfettişi olarak çalışıyordum. Akşam gazetesinin dağıtımı
engelleniyordu. Ben de gittim dedim ki ben haksızlıklara karşı
çıkan biriyim, bana köşe açın. 'Olmaz, kimse ilgilenmez' dediler,
ısrar ettim. Deneyin olmazsa bırakırız dedim. 'Tamam' dediler, ilk
hafta yazdık bize soru sorun dedik. İlk iki hafta kimseden soru
gelmedi ama üçüncü hafta birkaç tane faks geldi. Sonra da resmen
faks ve mektup yağmuruna dönüştü. O arada gazeteye yönetimi 'bu
fakslar bitinceye kadar devam et' dediler ama fakslar o günden bu
yana bitmedi ve on yıldır yazı yazıyorum.
35 MİLYON KİŞİNİN SORUNU VAR
Yoğun bir soru trafiği var, hepsine cevap verebiliyor
musunuz?
İlk zamanlar hepsini tek tek cevaplıyordum ama günde 300 mail
gelmeye başladı. Her birini okuyordum, bir dakikadan 300 dakika,
her birini cevaplamak için yine bir dakikadan 300 yani toplam 600
dakika ediyor. Toplam 10 saatimi almaya başlamıştı. Artık başetmeye
imkan kalmamıştı. Şimdi çok acil olanları cevaplandırıyorum,
diğerlerini de sıraya koyuyorum veya başlıklar halinde sıralayıp
konu halinde işliyorum. Arada yazı dizileri yapıyorum. Böylece
15-20 kişiyi birden cevaplıyorum.
Okuyucular durumdan memnun mu peki sizce?
Aslında cevaplarını alsalar bile memnun olmuyorlar çünkü her
vatandaş kendi ismini gazetede görmek istiyor. Kendi konusuyla
ilgili bir şey anlatmış olsam bile bireysel olarak ilgilenmemi
istiyor. Mesela diyor ki 'tamam doğru söylüyorsun ama ben ne
olacağım.'
Köşenize bu kadar yoğun ilgi olmasının altında iş hayatında
bu sorulara cevap verecek bir merci olmadığı gibi bir durum mu
yatıyor sizce?
En önemli şey şu: İnsanlar kamuya güvenmiyor. Mesela devlet
dairesine gitmiş ben ne zaman emekli olacağım diye sormuş cevabı da
doğru ama teyit ettirmek istiyor. Hakem olarak sen ne diyorsun diye
soruyor. İnsanların güven sorunu var. Çünkü bizde kurumsallıktan
çok bireysellik hakim. Eğer bir kamu kuruluşunda dostu, akrabası
yoksa kamu kurumunun içine girmeye korkuyor, soru sormaktan
çekiniyor. Ya da verdiği cevaba güvenmiyor. Ancak bir tanıdık varsa
verdiği cevap kayıtsız şartsız doğru olarak kabul ediliyor. Bence
biraz da göçebeliğimizden kaynaklanıyor bu durum. Türkiye olarak
yüzde seksen göçebeyiz. Yerleşik düzene geçemedik yani. Ondan
kaynaklanıyor.
HER TÜRK'ÜN RÜYASI EMEKLİLİK
Sizden en çok talep edilen soru nedir?
En çok sorulan soru şu: Ne zaman emekli olurum? Avrupa ülkelerinde
aile yardımı ve işsizlik yardımı insanları rahatlatıyor, bizde
işsizlik sigortası yeni başladı. Oradaki vatandaş diyor ki; devlet
bana asgari şartlarda yardım eder, çocuğuma bakar, hastalanırsam
tedavi ettirir. Bizde bu durum yaygın olmadığı için kişiler
kendilerini güvende hissetmiyor. Bu yüzden de 'ben emekli olayım
ama işime devam edeyim' diyor. Hiç kimse emekliliği gerçek bir
emeklilik olarak görmüyor. Emekliliği aç kalmayacağının bir
garantisi olarak görüyor. O yüzden herkesin derdi bir an önce
emekli olup yine çalışmak. Resmi olarak iki milyona yakın çalışan
emekli var. Evde yatan emekli sayısı çok az, çoğu çalışıyor.
Bu zararlı bir şey mi?
Emeklinin çalışması demek o işe girecek normal çalışanların
engellenmesi anlamına geliyor. Emekli demek artık çalışamayan,
hayatının son zamanlarını rahat geçiren kişi demektir. Avrupa'daki
emeklileri düşünün sırtlarına çantalarını alıp ülke ülke
geziyorlar. Bizde o yaştakiler Kadıköy'den Eminönü'ne giderken
nasıl gideceğini düşünüyor.
Okullarda iş hayatıyla ilgili bir ders olsun
Bizim eğitim sistemimizde çalışma hayatıyla ilgili hiçbir bilgi
yok. Çocuk, iİlkokuldan üniversiteyi bitirinceye kadar eğitim
görüyor ama bu süreçte SSK, Bağ-Kur nedir, işveren kimdir, nasıl iş
bulurum, işverene karşı sorumlululuklarım nedir? Bu soruların
cevaplarını bilmiyor, iş hayatına atılınca öğreniyor. Nasıl ki
ilkokullarda trafik, sağlık dersi var. Bunlar gibi sosyal güvenlik
ve iş hayatı adlı bir ders de olmalı. Bu olmadığı için hakkı
olmadığı şeyi hakkı zannediyor. Ya da bir işyerine girdiği zaman
kendisini patron zannedebiliyor, tamamen eğitimle ilgili konu. Kişi
25 yaşına geliyor ama haklarını bilmiyor. Böyle olunca da 35 milyon
kişinin sosyal güvenlik ve iş hukuku diye bir sorunu oluyor.
Sağlık memuruyken binlerce sünnet yaptı
Ali Tezel, 1985 yılında Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesi'nden
mezun olduktan sonra sağlık memuru olarak atanır. yaşı 18'dir.
İlkokul, ortaokul ve liseyi parasız yatılı olarak bitirmiştir.
'Beni hep devlet okuttu, hatta üniversiteyi okuttu sayılır çünkü
sağlık memuruyken okumayı bırakmadım ve Hacettepe Anestezi bölümünü
bitirdim. Gece de numune acilde nöbet tutuyordum. Sonra İzmir
Alsancak Devlet Hastanesi'nde göreve başladım. Yine gece
nöbetlerini tutuyordum. Tekrar sınava girip 9 Eylül Üniversitesi
Çalışma Ekonomisi Endüstriyel İlişkiler Bülümü'nü kazandım ve dört
yılda bitirdim, maaşım olmasaydı okuyamazdım. 1994 yılında SSK'ya
sınavla girip müfettiş olarak atandım. 1995 yılına kadar
Ankara'daydım. İstanbul'a kim gitmek ister dediler, 30 yaşındaydım,
kimse gitmek istemeyince kura çektiler. Ben de listedeydim.
İstanbul'a sigorta müfettişi olarak atandım. Beş kişi geldik. Bir
ay içinde diğerleri tanıdık bulup Ankara'ya geri gitti. Ben devam
ettim.' Tezel, şu anda SSK Anadolu Yakası Başmüfettişi olarak görev
yapıyor.
Röportaj: Dilek KAYKILAR
Kaynak: