Dün yazdığım yazıya gelen
yorumlardan da görüldüğü üzere, bazıları her ne kadar PKK terörünün
nihai hedefi konusunda yanlış yönlendirmekte ısrarlı olsalar da,
büyük bir çoğunluk, bu tehlikenin farkında.
Birkaç okuyucumuz, teröristler
tarafından gerçekleştirilen bu hain saldırılar karşısında ellerini
ovuşturmaktan geri kalmadıkları gibi, bir süre sonra bu yazıları
yazanları da cezalandırmaya niyetlenmiş.
Buradan tehdit mailleri yazan
"sanal kabadayılar"a ilk ve son kez seslenmek
istiyorum.
Ben akl-ı baliğ olduğumdan bu
yana, “Amentü” ye iman etmiş bir
adamım.
Kadere, hayır ve şer’rin
Allah’tan geldiğine inanırım.
Bu itibarla, bu tip tehditlerin,
benim nezdimde bir kımet-i harbiyesi yoktur.
Sadece bilin istedim.
Gelelim biz yine
mevzuumuza..
Yugoslalavya ‘nın dağılma
sürecinden bahsedeceğim demiştim dün.
"Burası Yugoslavya
değil" demiş bazı okurlar.
Çok da doğru
demişler.
Yugoslavya’yı ayrılık sürecine
hazırlayanlar için, Yugoslavya, Türkiye kadar önemli bir jeopolitik
coğrafyada değildi.
Buna rağmen, soğuk savaşın
bitiminin ardından, ele geçen fırsatı ıskalamadılar.
Eski
Yugoslavya’nın 1990 Tito sonrası parçalanma sürecine
girdiğinde, önce Hırvatistan, hemen ardından
Slovenya, merkezi idareden önceleri çok
masum görülen bir talepte bulundular.
Yugoslavya döneminde
televizyon yayınları Sırpça yapılırken, bu her iki Federatif
Cumhuriyet, kendi dillerinden yayın yapma hakkını
istediler.
Bunun masum bir talep olduğunu
düşünenler çok geçmeden yanıldılar.
Zira hemen ardından, yayınların
Hırvatça ve Slovence olduğundan
dem vurarak, okullarda eğitim dilinin Sırpça olmasını bahane
ederek, her iki ülkede yaşayan gençlerin, yayınları takip etmekte
zorlandığı fikrini anlatmaya başladılar.
Yani yayınların önce
Hırvatça ve Slovence olmasını isteyenler, sonrasında bu yayınların
anlaşılması için eğitim dilinin de tüm Yugoslavya’nın resmi ortak
dili olan Sırpça değil, Slovence ve Hırvatça olması gerektiği
fikrini ortaya attılar bu kez.
Bunu elde etmek de fazla zor
olmadı.
Peşi sıra kitaplar,
gazeteler, dergiler derken, bu kez kültürel otonomi talepleri
gelmeye başladı.
Her şey hazırdı
artık.
Tek bir tüfeğin
patlamasına gerek kalmadan, Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan
“self determinasyon”, referandumu ile Yugoslavya’dan ayrılan iki
ayrı devlet kuruldu.
Ardından Bosna’da ve
Kosova’da yaşanan trajik olaylar ve Makedonya’nın
kopuşu.
Bütün bunlar birkaç seneye
sığdırıldı.
Bu parçalanma sürecinin bu kadar
kısa bir zaman dilimine sığdırılmasındaki önemli etkenlerden birisi
de, o zamanki Yugoslavya Halk Ordusu’nun, olan
biten karşısında bigane kalışıdır.
Müdahale etmekte gecikince,
Ordu inisiyatifi kaybetmiş, siyasetin emrine
girmiştir.
Bu ayrılık sonrası neler olduğuna
gelince:
Bir kere bu topraklar kendi
isminde geçen Bal yerine, Kan ile
anılır olmuştur tekrar, tarih boyunca olduğu gibi.
Çevresinde bulunan ülkelerde
“Megalo İdea” ları hortlatmıştır.
Büyük Bulgaristan, Büyük
Yunanistan, Büyük Arnavutluk idealleri, bu bölgede
istikrarın sağlanmasını her geçen gün
zorlaştırmaktadır.
Dünün Güçlü
Yugoslavya’sı gitmiş, yerinde, Emperyal
Güçler’ in bölgedeki domino taşları, piyonu olan, çoğu
“Banana Republic “ müsveddesi
Devletçikler gelmiştir.
Yugoslavya’nın bölgedeki ve
dünyadaki ağırlığı gitmiş, başka bir ülkeye iltihak etme korkusuyla
NATO’nun kapısında yatan Devletçikler oluşmuştur.
Türkiye’ye gelince;
- Bu oyuna, bu topraklarda
müsaade edilir mi?
- Asla!
Oyunu hazırlayanlar aynı olsa
bile, oyuncuların bir tarafı bu kez Sırp, Hırvat
veya Slovenler değil
Türklerdir.
Müsaade etmeyeceğiz!