Bülent Arınç'tan her satırı olay açıklamalar
Abone olEski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, aktif siyaseti bırakması sonrası uzun bir aradan sonra ilk kez detaylı bir röportaj verdi. BBC Türkçe Servisi'ne konuşan Arınç'ın açıklamaları siyasette deprem yaratacak türden.
TÜRKİYE siyasetinin en deneyimli isimlerinden birisi olan,
TBMM Başkanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve hükümet sözcülüğü yapan
ve artık aktif siyasete ara veren Bülent Arınç, başkanlık
tartışmalarından, çözüm sürecine; Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlık
görevlerinden istifasından, kendi siyaset hayatına kadar çeşitli
konularda değerlendirmelerde bulundu.
BBC Türkçe'ye konuşan Bülent Arınç, “Bu parti Tayyip’in partisi değildir. Bu parti milletin bize bir emanetidir, hepimizin partisidir. Bir kişinin şahsi mameleki haline getirilemez” dedi.
Davutoğlu’nun istifasını ise 'gelişi ne kadar şık ve iyi olduysa, giderken herhalde çok da şık olmadı' diye yorumladı ve soru işaretleri yarattığını söyledi.
Medyada TRT dahil pek çok mecranın kendisine kapatıldığını düşündüğünü söyleyen Arınç’ın BBC Türkçe’nin sorularına yanıtları şöyle:
BAŞKANLIK SİSTEMİ: BEN ANLAMIYORUM ŞAHSEN!
Arınç, Başkanlık Sistemi tartışmalarının Türkiye'nin asıl
meselelerinin önüne geçmesini de eleştirdi.
"Başkanlık konusundaki tartışmalar yeni Anayasa’nın da önüne geçti. Maalesef Türkiye’de her meselenin önünü kapatan bir konu haline geldi. Ekonomi konuşamıyorsunuz başkanlığı konuşmaktan; Suriye’yi konuşamıyorsunuz, dış politikayı konuşamıyorsunuz, iç politikadaki terörle mücadeleyi ve yeni süreci konuşamıyorsunuz. Ağzını açan herkes başkanlıktan veya yarı başkanlıktan bahsetmeye başlıyor. Geldiğimiz noktada aslında bu konunun hem parlamento içerisinde hem de referanduma götürülerek halkın bu konuda ne düşündüğünü bilmemiz lazım. Çünkü her meselenin önünü tıkayan çok hayati meseleleri arka plana atan bu tartışmalardan Türkiye’ye fayda yok, hayır yok. Bizim bu meseleyi gündemden çıkarmamız lazım. Yalnız çıkarabilmemiz için, sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl bir sistem istediğini de bilmemiz lazım.
Mesela CHP nasıl bir başkanlık istiyorsunuz, getirin görüşelim dedi. E bu çok iyi bir meydan okuma. Bunun karşılığının AK Parti tarafından işte böyle bir başkanlık sistemi diyerek somutlaştırılması lazım. Şu anda somutlaşmış başkanlık yönetim modeli olarak bir model elimizde yok. Anayasa profesörleri bile konuşuyor, 20 defa dinleyin, ne dediğini anlamıyorsunuz. Ben anlamıyorum şahsen.
MADE IN RTE!
Erdoğan yapısı itibariyle sözünü dinletebileceği, bütün karar mekanizmalarında tek başına müessir olabileceği, yapacağı çalışmaların önüne çok engelin çıkmayacağı bir başkanlık sistemi arzu ediyor.
Benim şahsen şu anki düşüncem şu:
Bir, iyi bir model üzerinde AK Parti elinde varsa hemen elinde yoksa üç-beş gün içerisinde bir taslağı –ama Cumhurbaşkanımızın okeyini aldıktan sonra, arada başka şeyler çıkmasın diye bunu söylüyorum; ben öyle dememiştim, siz böyle çıkardınız demesin diye söylüyorum; yani “Made in RTE” taşıyan ama AK Parti’nin ismiyle Meclis’e gelecek olan bir örnek çıksın. Bu örneği parlamentodaki partilerin önce genel başkanlarıyla sonra kendileriyle ne diyorsunuz diye konuşulsun. Bir ay sonra da arkadaş biz bunda varız veya yokuz derselerse bence 316 milletvekilinin imzasıyla o modeli versinler. Parlamentodan çıkacak duruma bakalım. 331 ile kabul edildi diyelim, hemen millete gideriz. 330’un altında kaldık diyelim üstünü örteriz. Bu iş Türkiye’nin gündeminden bir şekilde çıkması lazım.
DAVUTOĞLU'NUN İSTİFASI
Biz 2001 14 Ağustos’ta partiyi kurarken doğrusu bu tür geçişlerin olacağını düşünmemiştik. Ama ben mesela ben o tarihte, ileride meclis başkanı olacağımı hiç düşünmemiştim. Yani süreç içerisinde karşılaştığımız olaylardır. Bunlardan üzüldüklerimiz vardır, iftihar ettiklerimiz, sevindiklerimiz vardır.
Şimdi sayın cumhurbaşkanımız 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı oldu. Partiye bir genel başkan gerekti ve o genel başkan ve aynı zamanda başbakan olacak. İstişareler yapıldı, yapıldığı söylendi. Benimle de konuşuldu. Sonunda sayın Davutoğlu’nu bizzat sayın Erdoğan genel başkan adayımız olarak açıkladı.
BİR İNSANIN ONURU VAR, HAYSİYETİ VAR
Son güne kadar yanında başbakan yardımcısı olarak, hükümet sözcüsü olarak yanında çalışmış bir insanım. Fakat günün birinde işte bu troller, troliçeler ortaya bir şeyler atmaya başladılar. Ahlak sınırlarını aşan, terbiyesizce, sayın Davutoğlu’nu itham eden pelikan, penguen her neyse dosyaları açıklanmaya başlandı. Biz bunların hiçbirine ihtimal vermedik. Ama sayın başbakan bir akşam köşke gitti ve dönüşünde bana 'Allahaısmarladık' dedi ve hepimiz şaşırdık. Yani böyle bir şey Türk siyasi tarihinde hiç rastlanmamıştır, bizim çizgimizde de hiç olmadı bu. Yani bir sebep olması lazım. Bir insan bu kadar başarılı olduktan sonra 'Ben gidiyorum, Allahaısmarladık' demez.
DAVUTOĞLU NEDEN GİTTİ?
Burada iki büyük engelimiz var. Sayın başbakan sebepleri kendisi söylememiştir, hatta üzerini örtmüştür. Sayın Cumhurbaşkanımıza bağlılık yeminleri yapmıştır, onun namusunu, ailesinin namusunu kendi namusu bilmiştir, onun hukukunu koruyacağını söylemiştir
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan olması, başbakan olması eşitler arasında onu birinci gördüğümüz için olmuştur."
Bizim de söyleyebileceğimiz sayın Davutoğlu’nun gelişi ne kadar şık ve iyi olduysa, hepimizin gönlünden geçen olduysa; giderken herhalde çok da şık olmadı. Hiç alışık olmadığımız bir vefasızlık örneği oldu. Bir de bir insanın onuru vardır, haysiyeti vardır. Git denince veya gitmelisin deyince; kongreyi yap, şuna devret denince bu hoş bir şey değil. Çevresine nasıl anlatacak bunu, ailesine nasıl anlatacak, kendisine dönüp nasıl anlatacak, biz dava arkadaşlarına nasıl anlatacak; herhalde onun altında ezildiğini düşünüyorum. Keşke bir açık kapı bıraksaydı, bir işaret gösterseydi ve bunun üzerine Türkiye’de ve parti içerisinde de olumlu bir sorgulama olabilirdi. Yine Tayyip Erdoğan sevgisi devam ederdi, yine AK Parti’nin bütünlüğü devam ederdi, ama şimdi insanlar kendilerine soruyorlar bu iş neden böyle oldu diye. Onlar da izah etmekte zorlanıyorlar.
AKDOĞAN'IN HÜKÜMET DIŞI KALMASI VE ÇÖZÜM SÜRECİ
Çözüm süreci benim bildiğim 2009’dan beri, içinde bulunduğum için söyleyebilirim, onun öncesinde ise Oslo görüşmeleriyle ilgili bir tartışma söz konusu olmuştu. Devletin istihbarat elemanlarının, PKK’nın önde gelen birkaç lideriyle konuşma yaptıkları söylendi. Bunlar da inkar edilmedi. Bir şekilde dışarıya verilmiş, deşifre edilmiş ve bu şekilde insanlar; hükümetin, siyasi makamların değil belki ama esasen terörle mücadeleyi kendine görev bilen bir istihbarat örgütünün ne yapılabilir diye bir nabız yokladığını biz de bilmiş olduk.
OSLO GÖRÜŞMELERİNDEN HABERİM YOKTU
Oslo’daki görüşmelerden yoktu. Ben hükümette değildim o tarihte. Dışarıdan da öyle bir duyum almamıştım. Terör bir sonuç, onu meydana getiren sebepler var. O sebepleri ortadan kaldırdığınız zaman terör de kendiliğinden bitecektir.
Buradaki hedefimiz şuydu: silahlı terör örgütünü, silahlarından arındırmak; eylem yapmaktan vazgeçirmek, sivil hayatın içine dahil etmek ve terör örgütlerinin en büyük sermayesi olan dağa çıkan gençleri dağa çıkmaktan vazgeçirmek ve dağdakileri de indirmek. Bütün bunlarla biz iyi niyetle bir çözüm sürecine başlamıştık. Bu kademe kademe devam edecek, güven arttırıcı önlemler diyebileceğimiz bazı tedbirlerle de sonuca ulaşabilecektik. Gerçekten de süreç geliştikçe mesela terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan, yani şu an hükümlü olarak İmralı’da bulunan kişinin giden gelenler marifetiyle olumlu mesajlar verdiğini, bu mesajların belki birincisinin de 2013 Nevruz’unda okunan mesajdı. 'Silahları bırakacaksınız, ülkeyi terk edeceksiniz, bundan sonra fikir ve siyaset konuşsun' dedi. Bizim de istediğimiz buydu. Sembolik bazı çıkışlar başladı ama örgüt hayır dedi ve kalmaya devam etti.
...
Niyetimiz iyiydi ama devam etmedi. Bitti mi derseniz, bitmedi. Cumhurbaşkanı’nın tabiriyle buzdolabında kaldı. Ne zaman biter, bu çatışmalar tek taraflı olarak silahlarını bırakırlar, patlayıcılarını bırakırlar, Türkiye’den dışarı çıkarlar ve ta o başta geldiğimiz noktaya bugün samimi olarak geldiklerini fiilen gösterirlerse o zaman şüphesiz yeni bir süreç, yeni bir isimle yeni argümanlarla yeniden başlayabilir. Terörün bitmesi için bence siyasi bir karara ihtiyaç var."
BÖYLE BİR BECERİM OLMADIĞI İÇİN...
Arınç, "Binali Yıldırım’ın başbakanlığı ile de birlikte yeni bir dönem açılacak mı, yoksa eskiden de Davutoğlu ile bir halihazırda bir çalışma vardı ve devam eder mi?" sorusuna şu yanıtı verdi:
Yeni başbakanımız tabii Cumhurbaşkanımızın talimatlarının dışına çıkmaz veya kendi görüşünü söylemeden önce, sayın Cumhurbaşkanımızın ne düşündüğünü öğrenmek ister. Siz benimle bir konuşma yapıyorsunuz, ben de spontane olarak bildiklerimi size söylüyorum. Ama benim yerimde sayın Binali Yıldırım otursaydı herhalde bu soruları alır, önce sayın Cumhurbaşkanımızla konuşur, sonra size cevap vermeye gayret ederdi. Benim böyle bir becerim olmadığı için ben sizinle doğrudan doğruya konuşabiliyorum.
SAYIN CUMHURBAŞKANI BEĞENMEDİ
Ben terörle mücadelede sonuca gitmek için mutlaka siyasi bir sürecin hemen başlaması gerektiğini düşünüyorum. Bunu paylaşan insanlar hükümette var mı, cumhurbaşkanlığında var mı onu bilmem doğrusu. Kendileriyle bunu tartışma imkanımız olmadı. Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu ile bu konuları görüşmüştük. O da pek çok konuda hak verdiğini ifade etmişti. Hatta bir sözü vardır, "2013 şartlarına dönülürse niye olmasın" diye. Ama sayın cumhurbaşkanımız herhalde bu sözü pek beğenmedi.
O şimdilik bu işin devam edeceğini ve silahlar gider ve üzerine beton dökülürse.. Bunu tek başına karşı taraftan bir vaat olarak almamız mümkün değil. Peki ben Türkiye’den gideceğim? Silahları da bırakacağım, üstünü de gömeceğim. Sonra ne olacak, ben ne olacağım, bu militanlar ne olacak? Türkiye’de ne olacak. Bunu da bilmeyi istiyorum. Bunun da bir karşılık kontr garantisinin olması lazım derse buna siyaset kurumu karar verecek.
AK PARTİ'DE İŞLERİN İYİ GİTMEDİĞİNİ DÜŞÜNENLER VARSA...
14 sene millete çok büyük hizmetler yaptık. Bunun en azından 2011 seçimlerine kadar olan bölümü sayın Erdoğan’ın mükemmel bir başbakanlığıdır. Türkiye içeride ve dışarıda çok mesafe kat etmiştir. Sonra yaşadığımız başka olaylar var. Ben bu partim varken, beni dışlayanlar olsa bile, seni kuruculuktan çıkardık diyenler olsa bile, kongreye davet ederken sıfatlarımı ihmal etmiş olsalar bile, hâlâ birtakım trol ve troliçelerin arkasında durarak, ceplerine para koyarak üzerimize saldırtsalar bile ben yine AK Parti’deyim.
Bir deyiş vardır. Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin. Bizim gidecek başka bir diyarımız yok. Biz gidemeyenlerdeniz. AK Parti’nin iyi olmasını isteriz. Cumhurbaşkanı’nın iyi olmasını, başarılı olmasını isteriz. 40 yıllık arkadaşımız. Ama eğer kötü giden bir şey varsa, biz onlara yapmayın etmeyin, şu daha doğrudur deme hakkımızın da olmasını isteriz. Bunu şu an çok fazla bulamıyoruz.
Ama ben şu an partimin zararına olabilecek hiçbir şeyin içerisinde olamam. Kimse bize bir muhalif hareket olarak, yeni bir parti kuracaklar gözüyle bakmasınlar. Onlar bizim başka tarafa bakmayacağımızı çok iyi bilirler. Ama bundan istifade ederek de sürekli bizi yok etmeye, küçültmeye, basit ve aciz görmeye hatta, pelikanlı penguenli şeylerle aşağılıkça iftiralarla suçlamaya kalkarlarsa tepemizi attırmasınlar. Söyleyeceğimiz o. Fakat siyaset boşluk kabul etmez. Bugün AK Parti’de işlerin iyi gitmediğini düşünenler varsa, artık bu partiden Türkiye’ye hayır gelmez, ben buna oy vermem diyenler varsa, çareyi çözümü onlar bulurlar. Su akacağı yolu mutlaka bulur.
BU PARTİ TAYYİP'İN PARTİSİ DEĞİLDİR
Biz 2001'de kurulduğumuzda biçim için çok uygun bir zemin vardı. Siyaset dip yapmıştı. Mevcut partilerin hiçbirisini millet istemiyordu. Zaten hepsini parlamento dışında bıraktı. Biz güzel bir tablo koyduk önlerine. Güzel bir fotoğraf tablosu. Tayyip bey var, Abdullah Gül bey var, ben varım, o var, bu var. Millet bizim fotoğrafımızı beğendi. Süleyman Demirel’in aile fotoğrafında kim varsa, millet onları reddetti. Ama AK Parti’nin aile fotoğraf tablosunda kim varsa millet onları kabul etti.
Bu AK Parti’nin başarıları tek başına Recep Tayyip Erdoğan’ın başarıları değildir. Sayın Bekir Bozdağ’ın da kulağını çınlatalım. Bu parti Tayyip’in partisi değildir. Bu parti milletin bize bir emanetidir, hepimizin partisidir. Bir kişinin şahsi mameleki haline getirilemez.