Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
İki arkadaş konuşuyorlarmış..
Biri gayet vakur bir şekilde, “ben düşüncelerimden taviz vermediğim
için öyle inatçıyımdır ki, geçen gün diş hekimi, ‘hangi dişin
ağrıyor’ dedi; ben de, ağrıyan dişimi inat edip söylemedim, diş
hekimi dişlerimin hepsini çekti” demiş!
Arkadaşı ise, “o da bir şey mi, ben öyle bir inatçıyımdır ki, geçen
gün arkadaşıma, ‘20 yıllık evliyim, düğün günü kavga ettik, o gün
bugündür eşimle yatmadım’, deyince arkadaşım, ‘ama senin dört
çocuğun var, nasıl olur’ dedi, ben de, ‘valla inat ettim onu bile
sormadım’ dedim” diye cevap vermiş!
Türkiye’de İmam-Hatip liseleri ve YÖK hakkındaki tartışmalar, bana
bu “kişilik sahibi” inatçı insanları hatırlattı..
Türk basınında, katsayı eşitsizliğine ve YÖK’ün antidemokrat
yapılanmasına muhalif olan, ancak bu tasarının şu konjonktürde
gündeme getirilmesinin yanlışlığına işaret eden iyiniyetli gerçek
aydınları bir tarafa bırakırsak, yine Türk basınında bazı kalemler
kalemini ok gibi kullanmaya tekrar başladılar..
Savaş karşıtı eylemlerin yapıldığı alanlarda, provokatörlerin başka
bir “eyleme” giriştiği tek ülke olan Türkiye, savaşa girer mi,
girerse çıkar mı, çıkarsa bahtımıza ne çıkar, varsa bir çıkarımız
bundan bir şey çıkar mı, bilmiyorum!
“Çıkarma” yaparsak bir şey “toplar mıyız”, yoksa diğer ülkelerle
“çarpışır mıyız” veya sonuçta “bölünür müyüz” bilemiyorum!
Peki, bizim, ülke olarak kendimizle olan savaşımız ne zaman
bitecek?
Evet, öylesine zeki bir ülkemiz var ki, bu ülke diğer ülkelere
zekasının zekatını verse, diğer ülkelerin “dahi” olması mümkünken,
neden aptal yerine konulmak hoşumuza gidiyor, bunu da
bilemiyorum!
“ Savaşa hayır” diye manşet atan, dokunulmaz ama her dem dokunan
medyamız, 28 Şubat’ın hengameli günlerinde, aynı logonun altına (
hatta çok duyarlı olduğu için!) “üstüne” attığı manşetlerle
“topyekün savaş” diye yazarken, bizim romantik aydınlarımız
nerelerdeydi?
Devlet kitaplarında “ahlaksız” diye yazarak Çingeneleri; “başörtüsü
ile üniversiteye girmek Cumhuriyet’in sonudur” diyerek dindarları;
yüzyıllarca (evet yüzyıllarca!) beraber yaşamış olduğumuz Yahudi,
Ermeni, Rum vatandaşlarımızı hakir görüp bu toplumdan tecrit
ederek, birlik ve beraberlikten bahsetmenin mantıksızlığını ne
zaman fark edeceğiz?
Elbette ahlaksız Alevi; hırsız Sünni; Cumhuriyet düşmanı türbanlı;
madrabaz Yahudi; vicdansız Rum; bölücü Ermeni vardır, ancak
“fundamantel” yani kökten bir çözümle herkesi düşman bellemek,
topyekün savaş ilan etmek bu ülkenin kaderi mi olmalıdır?
Pespayeliklerin cirit attığı bu çarpık düzende, akla ziyan
uygulamalar ne zaman bitecek?
Kestiğin “adak” hayvanın derisini bağışlamanın serbest; “kurban”
derisinin ise THK’ya bağışının zorunlu olduğu bir ülke daha var
mıdır?
Mezunu olmadığım, ancak bu liselerden mezun olan arkadaşlarımın
bulunduğu İmam-Hatip liselerinin önünü kesmek için, bu ülkenin
teknik ve mesleki eğitiminin dibine dinamit koymakla, kültür ve
eğitim dünyamızda patlama mı yaşandı?
Liberallere liboş; solculara Allahsız; milliyetçilere faşist;
dindarlara yobaz demekle Türkiye şaha kalkıp, başımız göğe mi
erdi?
Türkiye Komünist Partisi’nin adındaki komünist sözcüğünü
yasaklamakla, komünistlerin sayısını mı azalttık?
Servet düşmanlığı yaparak, işçilerin çalışacağı yeni fabrikaların
sayısında artış mı sağladık, olmayan fabrikalardaki olmayan
işçilerin sosyal güvenliğini mi tesis ettik?
Evet, Başbakan Erdoğan, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evi ilk
ziyaret eden Başbakan olsa da; “çağdaş toplumda din” konulu panelde
içki servisi yapılsa da; gazetecilerin önünde başörtülü bir eş,
bakan olan eşinin yanağına buse kondursa da; “Ordu, demokrasi ve
özgürlüklerin öncüsüdür” şeklinde beyanat verilse de olmuyor..
Olmuyor, çünkü bir tarafta “hoşgörü” denilen kavramı “teslimiyet”
olarak gören bir zihni iklim; diğer tarafta ise, “kararlılık”
denilen kavramı “statüko” cenderesine sokan bir düşünce atmosferi
var..
Aslında tüm bu ideolojik bakış açısının gerisinde, karşı
konulamayan bir megalomanik dürtü ve bu dürtüye hapsolmuş bir “ego
tatmini” olduğunu sanıyorum.
Türkiye’de bir tarafta, insanın canına “okuyanlar”; diğer tarafta
işi “kitabına” uyduranlar; öte yanda itina ile “defter” dürenler;
hava “basanlar”; dedikodu “yayanlar”; haysiyetini “satanlar” bol
miktarda bulunduğu için, ülkemizdeki bu “aydınlanmacı hareketten”
dolayı memnun olduğunu söyleyenlerin “algısına” şaşmamak mümkün
değil!
Siyasi ikbal kaygısı ve kişisel ego tatmini nedeniyle, medyaya
çöreklenerek halka sırtını dönen; kışlaya “selam çakan” bir aydın
taifesinin bu ülkeyi getirdiği yer, işte şu bulunduğumuz “acayip
derecede stratejik” yerdir!
Yiyecek bir “şey” bulamayıp, suratı kemikten ibaret olan bir
Afrikalı veya Iraklı çocuğun, yüzüne konan sineği kovamayacak kadar
takatsiz kalmasının vebali ile katsayı eşitsizliği nedeniyle
üniversiteye gidemeyen, en önemlisi kendilerine düpedüz yobaz
damgası vurulan gençlerin akıttığı gözyaşının “debi” miktarını
hesaplayamayan ve çıkardıkları gürültünün “desibel” oranı Şişli
meydanının trafik gürültüsünden fazla olan egoistlerin taşıdığı
vebal aynı değil midir?
"Çok özür dilerim ama", aynıdır!