Bu yazarlar özür dileyecek mi?
Abone olEylem planı ortalığı karıştırdı.. Kimisi özür diledi, kimisinden henüz ses çıkmadı. Kimisi de komplo iddiasında ısrarcı.
İNTERNETHABER-Türkiye bir subayın savcılara yolladığı ihbar
mektubu ile çalkalanıyor. İrticayla mücadele eylem planının
orjinalinin savcılarda olduğu iddiası gündemin ilk sırasına
oturdu.
Belgenin nasıl nerede, ve kimler tarafından hazırlandığı, dahası
ihma ediliş sürecine kadar her şey en ince detayına kadar mektupta
anlatılıyor.
Yazılanlar Vatan yazarı Necati Doğru'nun başını döndürdü. Belgenin
fotokopisinin çıktığı Haziran ayında iktidarı ve bazı kesimleri
suçlayan Doğru, dün köşesinde işte böyle özür diledi.
Necati Doğru- 26 Ekim Vatan: "Saklayıp
gizlemeyi kalemime yakıştıramam; hiç eğip bükmeyeceğim. Belge
gerçek çıktı. Belgenin sahte olduğunu; “Orduyu darbeci gösterme ve
iktidar partisi AKP’yi mağdur-mazlum sayma niyeti bulunduğunu, bazı
gazetecilerle aydınların bu kötü niyetin aleti yapıldıklarını”
yazdım.
Ben bu kez yanıldım.
Aralarında profesörlerin de bulunduğu Adli Tıp uzmanlarının
açıklamasına göre, belgeyi Taraf Gazetesi’inde ilk kez yayınlayan
genç muhabir Mehmet Baransu’nun haberi doğru çıktı.
Belge sahte değil. Özür diliyorum. Bu durumda; orduda darbe ortamı
yaratarak halkın seçimle getirdiklerini iktidardan silahla
uzaklaştırma eğilimi taşıyanların var olduğunu benim de kabul etmem
ve bu niyeti eleştirmem, kınamam gerekiyor."
Bekir Coşkun'un görüşlerinde bir değişiklik yok. O gün ne
söylüyorsa bugün de benzer yazılar kaleme alıyor. İşte o dönemde
Hürriyet'teki köşesinde yazdığı yazıdan bir bölüm:
Bekir Coşkun-18 Haziran Hürriyet: "Dinci kadrolar,
tarikatçılar Türkiye'yi ele geçirirken... Askerlerin seyirci
kalacaklarına inanan bir tek kişi var mı?.."
Ve bugüne geliyoruz. Coşkun Gazete Habertürk'teki yazısında
açılımın tam ortasında planının ortaya çıkmasını manidar
buluyor:
Bekir Coşkun- 27 Ekim Gazete Habertürk: "İç
Hizmet Yasası'nda irtica ile mücadele görevi bulunan Ordu'nun
çekmecesinde çıkan "irtica ile mücadele belgesi"nin gizli kuvvetler
taralından dışarı sızdırılması karşısında, Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin memleket için "tehlikeli" görülmesi...
PKK militanlarının ise vatan için çok "yararlı" olacakları
noktasında ulusal bir mutabakatın sağlanması...
Ve arkadaşlarımız televizyonda "Yaş mı da kuru mu..." müziği
eşliğinde bir "ABD'nin Ortadoğu projesinin geldiği nokta
tartışması" düşünürken, işte belgenin yaşının ortaya
çıkması..."
Yılmaz Özdil'den şimdilik ses seda yok.. Cuma gününden bu yana
Türkiye planı konuşuyor ama Özdil suskun. Oysa Haziran ayında
Özdil, "Belge çiçek açmış yaz mı gelecek AKP bu sevdadan
vaz mı geçecek..." diyordu. İşte 26 ve 27 Haziran tarihli
iki yazısı..
Yılmaz Özdil- 26 Haziran-Hürriyet: "Askeri
Savcılık, "Bu belge sahte" dedi ve "Bu sahte belgeyi hazırlayan
karanlık ellerin bulunması için" dosyayı sivil savcılığa gönderdi.
Üstünü örtmedi yani... Aksine, polis sende, MİT sende, savcı sende,
Adli Tıp sende..."
Yılmaz Özdil-27 Haziran-Hürriyet: "İnanmayın
kardeşim.. "Kim bu dangoz?" diye sorun. "Bugün bize duayen diye
kakalanan bu badem bıyıklı 5 sene önce ne iş yapıyormuş acaba?"
diye merak edin... "Bu ülkede doğdum, bu ülkede büyüdüm, hayatım
boyunca adını bile duymadığım adam, benim haberim olmadan nasıl
olmuş da otorite olmuş?" diye sorgulayın...
"Belge" dedikleri, káğıt parçası çıktı... Bunları da, káğıt mendil
gibi buruşturun. Atın hayatınızdan."Netice itibariyle...Ne demiş
Albert Camus?"Ajan basın, bunu da yazın!"
Hikmet Bila (24 Haziran-Vatan): Komik bir manzara... Bir o kadar da içler acısı... Biri havaya bir fotokopi attı, bütün Türkiye, rüzgârda uçuşan kâğıt parçasının peşinde koşuyor. Koskoca Türkiye’nin hali son günlerde bu...
Fatih Altaylı (27 Haziran-Habertürk): Olup
olmadığı belli olmayan ve bir türlü belirlenemeyen bir belge.
...Bana göre Türkiye’de küçük bir azınlık dışında kimse bu
meselenin detayına ilgi falan duymuyor. Oluşturulmuş bir suni
gündem içinde debelenip duruyoruz.
Oktay Ekşi (25 Haziran-Hürriyet): “Belge” denen yazı bir fotokopi olduğu için (...) ...Jandarma’nın, Emniyet’in, Adli Tıp Kurumu’nun laboratuvarlarına başvurmuş. Hepsi ana hüküm olarak “fotokopiye bakarak imzanın gerçek olup olmadığının anlaşılamayacağını” söylemişler. Nitekim askeri savcılık da, “Belge yok, fail yok, suç yok” sonucuna vararak dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiş. “Var diyen varsa buyursun” diyerek.