İçeriden ve dışarıdan, dost ve düşman, taraf ve muhalif - kini
ve nefreti güneşi bile inkar edecek derecede kesif bir hal almamış
ise şayet- karşılaştığınız her akıl ve vicdanın Türkiye’nin son on
yıllık döneminde her alanda dağın başındaki şehir misali inkarı
imkansız iyiliklerin yaşandığını teslim edeceği kanaatindeyim.
Mesela Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 öncesinde ehemmiyet
derecesi itibariyle en kritik problemimiz olan Kürt Sorunu’nu ele
alalım. Halil Cibran’ın ifadesi ile ‘ekmeğe nan, suya av’
diyenlerin onlarca yıl yaptıkları her haklı itirazları bile ölümden
başka yankı görmemiş Kürtlerin rahatsız olduklarını söyleyebilir
misiniz? Söyleseniz bile inanacak birini bulabilir misiniz?
Aynı kafanın dünyaca insanlık suçu olarak tanımlanmış bu kirli ve o
oranda aptalca kurgusu uğruna onlarca yıl, ödediği milyarlarca
dolarlık ekonomik bedeli bir tarafa koyun, binlerce evladını kurban
vermiş Türkler mi rahatsız yoksa?
Peki, toplumun en dezavantajlı kesimini oluştaran dul,
yetim, öksüz, malul, engelli, yaşlı ve hastalara sordunuz mu
hiç?
Veya yıllarca ülkenin yazgısı kılınmış siyasi istikrarsızlıkların
yarattığı ekonomik herc-ü merci hanelerine gelir olarak geçirmeyi
tarz-ı hayat edinmiş üç-beş ailenin dışında son dönemlerde tesis
edilmiş istikrar ortamında ülkeye devasa yatırımlar yaparak geniş
istihdam alanları oluşturmuş ticaret, ziraat ve zenaat erbabına
sordunuz mu?
Ya, bugün için yirmili yaşlarında hayatın toz-pembe baharında olup
da eğitimden sağlığa, ulaşımdan ticarete hayatın her alanında
bugünle asla mukayese edilemeyecek ‘kötü bir dünü’ tecrübe etmemiş
gençlere sordunuz mu? Gerek yok, eminim ki, babalarının kendi
yaşlarında ağarttıkları saçları bile tek başına onlara birçok şeyi
zaten anlatıyordur.
İnanıyorum ki, kısm-ı azamisi bugün için iktidara karşı muhalif bir
siyasi duruşu tercih etmiş bulunan Alevi vatandaşlarımızın bile
dünkü Türkiye için ‘Gitsin de gelmesin’
diyorlardır.
Yoksa, kabaca ‘dindar ve muhafazakar’ diye
tanımlayabileceğimiz siyasi bir kimlik taşıyan Ak Parti
iktidarından rahatsız olanlar gayr-ı müslim diye bildiğimiz kesim
olmasın mı?
Bugün ‘emeği bayrak edindikleri’ iddiasında olanların varisleri
oldukları dikta bir zihnin iktidarınca el emeklerine, alın
terlerine ve göz nurlarına bir takım ucube isim ve gerekçelerle el
konulmuş mallarını yıllar sonra kendilerine iade etmiş, canını,
malını, ırzını kendi canı, malı, ırzı gibi dokunulmaz kılmış bu
iktidardan onların rahatsız olduklarına dair tek bir şikayet
duydunuz mu?
Ak Parti iktidarlarından rahatsız olanlar sakın dindar/muhafazakar
dedikleri kesim olmasın mı? Son yüzyıl boyunca inançları ‘tüm
ülkeyi asırlardır sefalet ve cehalete mahkum kılmış ‘EN
BÜYÜK GÜNAH’ diye suçlanarak ‘pandoranın
kutusu’na mahpus kılınmış bu kesimden ‘bazı kesimlerin’
rahatsız olduğunu söyleseniz bile böyle bir aptallığa inanacağımı
sakın beklemeyin.
Çünkü o kesimden olmanın az-çok neye tekabül ettiğini bilen birisi
olarak, tarihçilerin söz konusu kesim için bu dönemi bir nevi
‘Fıravun ve ordusunun gark edildiği Kızıldenizin geçildiği gün’
gibi tanımlayacaklarından şüphem yoktur.
Zira fazla değil sadece yedi yıl önce ilahiyat fakültelerine bile
sokulmayan başörtülü çocuklarının bugün onlarca yılın
‘başbelası’ olmuş başörtüleriyle her yerde
‘varolmanın’ ne demek olduğunu onlardan daha iyi bilen başka birisi
olamaz da ondan.
Toplumun farklı kesimlerini sayarak lafı uzatabiliriz ama hangi
kesime sorarsanız sorun, kendi cephesinden hangi parametreleri esas
alırsa alsın eminim ki her birinin vereceği cevap ‘Yeni Türkiye’den
sadece memnuniyeti işaret edecektir.
Bütün bunlara rağmen, ‘Peki, olan-bitenler neyin
nesidir? diyecek olursanız;
Evet, olayların vehametine bakılırsa birilerinin hem de ciddi
manada bir rahatsızlığı olduğu kesindir.
Ancak o rahatsızlığın bu toprağın akıl ve vicdanından
kaynaklandığına dair beni ikna etmeye sakın kalkışmayasınız. Zira
kendi varlığım başta olmak üzere tarihi, toplumu, aklı ve vicdanı
inkar etmeksizin buna imkan bulamayacaksınız.