Bu şok sözleri Cindoruk söyledi
Abone olDP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk devletin birimlerinin haberi olmadan Deniz Baykal kasetinin servis edilemeyeceğine işaret ediyor.
Cumhuriyet'e konuşan Cindoruk'tan
skandal sözler; 'AKP demokrasiye savaş açtı', 'halk tehlikenin
farkında mı?', 'Gül en partizan cumhurbaşkanı' dedi, Yargıtay'ın
İlhan Cihaner'i kurtarma planını adım adım uygulamasına sevindi,
Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin isteği doğrultusunda yeni anayasa
paketini iptal edeceğini 'kesinlik' vurgusuyla
söyledi...
DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk devletin
birimlerinin haberi olmadan Deniz Baykal kasetinin servis
edilemeyeceğine işaret ediyor. AKP hükümetinin demokrasiye savaş
açtığını vurguluyor. Türkiye'nin giderek çok tehlikeli bir yola
sürüklendiğinin altını çizerek, “İnsanlar tehlikenin farkındalar
mı? Bugünkü tatlı hayatlarının hep böyle devam edeceğini
sanıyorlar. Ama bir sabah ellerinden oyuncaklarının alındığını
görürler” diyor. Tansu Çiller'in yeniden siyasete sıvanma isteğini,
eski ANAP'lıların da DP'yi ele geçirme çabalarını, “Olabilir”
tavrıyla karşılayan Cindoruk, “Yalnız bir şartım var. O da kongre
kararlarına saygı gösterilmesidir” diye konuşuyor.
- İlginç zamanlamalarla, Deniz Baykal'a yapıldığı gibi
birtakım kasetler servise konuyor. Bu servis edilen kasetlerin
failleri hiç bulunmuyor. Siz bir hukukçu olarak bir hukuk
devletinde bunların yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
H.C. - Zaten son kaset de faili meçhul hadiselerden
birisi. Hiç kimse sahiplenmiyor. Sayın Baykal'ın orada haklı olduğu
bir nokta var. Devletin birimlerinin bilgisi olmadan böyle bir
kaset piyasaya sürülemez.
Devlet bu konuda bilgisiz olduğunu söylüyorsa devletin yönetiminde
boşluk var demektir. Birtakım iftira kaynaklarını denetimi altına
alamamış gözüküyor. Ama bu bir süreçtir. Sadece Deniz Baykal
olayına bakmamamak gerekiyor. Türkiye'deki mahkemelerde ortaya
çıkan pek çok olayda aynı iddia ortaya atıldı. “Bunlar düzmecedir,
sahtedir,” denildi. Bir ıslak imzayı Türk hukuku hala çözemedi.
Bunun düzmece olduğu yolunda veriler var. O hadisenin de mağduru
tutuklanmış olmasına rağmen hiç kimsenin içinde bunun gerçek olduğu
inancı bulunmuyor. O da faili meçhuldur.
- Dursun Çiçek'in avukatı, belgede parmak izi inceleme
yapılmasını istedi. Ancak mahkeme belgenin zarar göreceği
gerekçesiyle parmak izi incelemesini reddetti. Oysa esas kanıt
parmak izi değil miydi?
H.C.- Parmak izinin kağıdı bozacağı iddia edildi. Ama benim hukuk
tekniğiyle ilgili bilgim o araştırmanın o kağıdı bozmayacağı
yönündedir. Parmak izleri varsa onlar çok kolay bulunur. Ve parmak
izi kesin delildir.
O kesin delile ulaşmak için yapılacak işlem ıslak imzadan daha
önemlidir. Sivil hukukta, büyük miras davalarında, büyük maddi
değeri olan kağıtlarda her zaman parmak izi araştırmaları
milletlerarası kurumlara gönderilir. Bu davada gönderilmedi. Parmak
izi de aranmadı. Dolayısıyla yargının taraf olduğu, siyasallaştığı
açıkça ortaya çıkıyor.
Bunun en güzel delili savcı Cihaner'le ilgili Yargıtay Ceza
Dairesi'nin verdiği karardır. O karar Türk basınında önemsenmedi.
Ama o çok önemli bir karardır. Bir kere üç hakim hakkında
soruşturma açılması isteniyor. Yargıtay'ın bir üst mahkeme olduğu
hukuk düzeninde üç ağır ceza hakiminin soruşturulması gerektiği
ifade ediliyor. Bu da bugüne kadar kamuoyunun yargıya duyduğu
güvensizliği doğruluyor. Anlaşılıyor ki Yargıtay üst mahkeme olarak
kendi denetimi altında olan ağır ceza mahkemelerine güvenmiyor. Bu
çok önemli bir hadise.
Ben Türk siyasi hayatında benzer hadiseler gördüm ama hukuk
tarihimizde görmedim. Ayrıca Yargıtay dosyaların kuryeyle
gönderilmesini istiyor. Bu aynı zamanda Yargıtay'ın savcılık ve
emniyet teşkilatına güvenmediğini gösteriyor. Bu son yılların
devrim niteliğindeki önemli bir kararıdır. Yargıtay'ın dosyanın
tümüne el koyup hukuka uygun araştırmalar yapacağını gösteriyor.
Burada anlaşılan bir başka nokta da Yargıtay'ın özel yetkili
savcılara güven duymadığı. Aynı şekilde özel yetkili mahkemelere de
güveni yok. Ben Yargıtay'ın bu girişimini hukuk açısından bir
güvence olarak görüyorum ve çok önemsiyorum.
‘Yargıtay'ın kararı çok
dirayetli'
- Belki Yargıtay'ın bu son hamlesi. Çünkü hükümet yüksek yargının
iyice elini kolunu bağlamak için anayasanın iki maddesinde
değişiklik yapmadı mı?
H.C. - Yargıtay onlara zaman bırakmadan çok önemli bir şey yaptı.
Son soruşturmadan sonra vermesi gereken kararları hazırlık
soruşturmalarında verdi. Yargıtay'ın bu kararını çok dirayetli,
gerçekçi ve hukuk devletine yakışır nitelikte görüyorum. Bu belki
de meseleleri çözecek bir başlangıçtır.
- Erdoğan bu kaset komplosundan bir hafta önce, “Daha
elimizde ne kasetler var” dedi. Bir hafta sonra da Deniz Baykal
komplosu patlak verdi. Bu ilginç rastlantıyı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
H.C.- Sayın Başbakan ticaret hayatında bisküvi
ticareti yapmış. Kaset ticareti yapmadığına göre elindekiler siyasi
kasetler. Oysa bir devlet adamının elinde hukuka aykırı kasetler
varsa bunları bekletmeden ortaya çıkarmalıdır. Bunlar sonradan
değer kazanmaz. Her zaman aynı değerdedir.
Böyle devlet sırrını içeren kasetleri saklamak ya da bunları tehdit
aracı gibi kullanmak bir başbakana yakışmaz. Sonra da biri ona
“Kasetçi Recep Bey” diye isim takar. Olur mu öyle şey? Kaset varsa
çıkarsın. Nerede dövüşülecekse orada dövüşülsün. Yani ben bunu bir
başbakana yakıştırmadım. Belki de ağzından kaçan bir blöf de
olabilir. Bir başbakan elinde kaset var da saklıyorsa bu suçtur ve
delilleri karartma suçudur.
- Kaset komplosundan sonra Baykal CHP'lilerce neredeyse
kahraman yapılınca Erdoğan, “Eşlerine ihanet edenlerden mağdur
olmaz” dedi. Bizim onlarla işimiz olmaz, demeye getirdi.
H.C.- Esas demokrasiye ihanet edenlere mağdur dememek
gerekiyor. Onlar kasten bunu yapıyorlar. Başbakan demokrasiye
ihanette önde giden. O nedenle esas biz ona mağdur muamelesi
yapmıyoruz. Siyasi rakibimiz olarak da kendisiyle ilgili bütün
düşüncelerimizi söylüyoruz.
Bugün demokrasiyle savaşan bir başbakan var. Bence kendisini mağdur
diye gösterme gayretleri boşunadır. Keşke bu referandum 60 günde
yapılsaydı. O zaman sonucunu görseydi. Ama o sonucu göremeyeceğini
tahmin ediyorum.
- Neden?
H.C.- Çünkü hukukumuzda ve siyasi hayatımızda çok yeni bir faktör
var. O da yargı faktörü. Yargı siyasallaşmayı önlemek için bir
gayret gösteriyor. Siyasi partiler, siyaset kurumları etkisiz
kaldılar. Bu etkisizliğin sonucunda da yargı kendi göbeğini kendi
kesmek zorunda kaldı.
Bugün Türkiye'de yargı demokrasiyi korumak ve kollamak görevini
üstlendi. Bu iktidarın demokrasi dışı, demokrasi karşıtı
eylemlerini ve söylemlerini yargı denetimi altına aldı. Çünkü geç
kalınırsa bir daha yargıçlar ve yargı denetim yapamaz hale
gelecekler.
Düşünün ki 14 Anayasa Mahkemesi üyesini Abdullah Gül tayin edecek.
Yapıları değiştirecek. Abdullah Gül'ün tayin kabiliyeti de ortada.
Yaptığı tayinlerle taraf tuttuğu açık ve kesin gözüküyor. Taraf
tutmakla da kalmıyor. Tayinlerinde hukukun arkasından dolanıyor.
Sağlık Bakanlığı müsteşar yardımcısı yaptığı bir kişiyi hukuksal
yetersizliğini bile bile Anayasa Mahkemesi'ne atayabiliyor.
Bir süre sonra Gül, Anayasa Mahkemesi'ni “Abdullah Gül Anayasa
Mahkemesi” haline getirir. Böylece de Türkiye'deki en büyük hukuk
teminatı ortadan kalkar. Bunu Anayasa Mahkemesi de görüyor. Ama
bütün bunları alenen yapıyorlar.
- YÖK'e, üniversite rektörlüklerine de benzer tayinler
yapmadı mı?
H.C.- Tamamıyla partizanca tayinler yaptı. Abdullah Gül bugüne
kadar Türkiye'ye gelmiş en partizan cumhurbaşkanıdır. En büyük
hedefi de cumhurbaşkanlığından sonra tekrar siyaset yapmaktır. Bunu
da açıkça ortaya koyuyor.
TBMM Başkanlığım döneminde Abdullah Gül, RP'nin en militan
milletvekiliydi. Değişimle, gelişimle, parti değiştirmekle anafikir
kaybolmaz. Abdullah Gül'ün siyasi geçmişi eksi puanlarla doludur.
Onun cumhurbaşkanı olması gerçekten Türk hukukunun
talihsizliklerinden birisidir.