Bu röportaj yüzümüzü kızarttı
Abone olMedyanın en haşmetli kavgası nasıl oldu, nasıl gelişti.. Haşmet Babaoğlu anlatıyor.
Eylemlerinin süreceğini söylüyor Haşmet Babaoğlu, yani hıncını
alamadığını, Nişantaşı'ndaki kavganın kendisini kesmediğini
söylüyor Sabah'tan Şebnem Akson'a...
"Eylemlerim sürecek..."
Ne eylemi, nasıl bir eylem bu? Medyanın sakin, kendi halinde ismi
Haşmet Babaoğlu'nun "eylem" dediği "sokak kavgası"ndan başka bir
şey değil:
"Öyle ama bir tarafları kırılacak kesin yani, elimden kurtuluş yok.
İş öyle bir hale geldi ki, benden habersiz birisi dövecek onları.
İğrenç, adi, zibidi herifler bunlar yani. Korkunç herifler. Benim
üstüme kalacak, en korktuğum o. Halbuki ben onlardan önce
davranmalıyım."
Ve ağıza alınmayacak küfürler, bir gazetecinin ağzına yakışmayacak
ifadeler. Haşmet Babaoğlu, Ahmet Hakan, Mansur Forutan'ın yanına
Serdar Turgut'u da ekliyor ve çok ağır sözler söylüyor.
İşte Babaoğlu'nun Şebnem Akson'a verdiği çok seviyeli (!)
röportajın tamamı:
- Geçmiş olsun Haşmet Babaoğlu, biz sizi hoşgörünüzle tanırız, ne
oldu böyle?
- Ben zaten bir buçuk aydır böyle bir zaman bekliyordum, fırsatım
olmamıştı. Benim derdim o gün Mansur'u dövmeye gitmekti. Aradan
Ahmet Hakan'ı da çıkaracaktım, ama maalesef yanlış yerdeydim;
Salamonje'de. Mesela Ramazan'ın yerinde olsaydı, yani House
Cafe'de, iki tokat da ona çakacaktım, maalesef olmadı.
- Sizi bu kadar çileden çıkartan şey kompleksler mi? Nedir mesele
ettiğiniz?
- Benim meselem ayrı, Ahmet Hakan'ın meselesi apayrı. Ama genel
olarak şunu söyleyeyim, basında zibidi bir köşe yazarı tipi var.
Bunların temel özellikleri, bütün aşağılık komplekslerini, hayattan
uzaklıklarını, aslında gerçek anlamda insan ilişkilerindeki
kaybetmişliklerinin acılarını, ona buna sataşarak çıkartmaları.
Hepsinin de temel özelliği; senin de dikkatini çekmiştir- yalnızca
Ahmet Hakan'dan bahsetmiyorum, bunu özellikle vurgula, birkaç tane
adam var- mizah duygusunun arkasına saklanmaları. Bunu
yapıyorlar.
- "Minicik bir espri," dedikleri mi?
- 'Minicik espri' diyorlar, 'mizah' diyorlar. "Siz zaten mizahtan
bile anlamıyorsunuz," diyorlar. Esas beni en çok kızdıran tarafları
da bu. Bu adamlarla mücadele ederken, bizim köşelerimizi bunlarla
mücadeleye ayırmayı da doğru bulmuyorum. Ben şahsi olarak sokakta
yüzleşmekten yanayım.
- Ahmet Hakan ve Mansur Forutan'la böyle bir şey yaşadınız ama
başkaları da var mı?
- İstersen yazabilirsin, mesela küçük bir gazetenin genel yayın
yönetmeni de var bunlar gibi mizaha sığınmak isteyen.
- Kim o?
- Serdar Turgut. O da aynı. Mizah duygusunun arkasına saklanır. Bu
kadar aşağılık bir heriftir o! Patronlarını utandırıyor, okurlarını
utandırıyor. "Kardeşim sen ne yapıyorsun, bu senin yazdıklarının
kime ne hayrı var? Utanmıyor musun yazdıklarından?" denileceği
anda, "Ben mizah yapıyorum," diyorlar. Bu ne kadar daha sürecek
bilmiyorum ama bunların varlığı basını ağır bir biçimde
kirletiyor.
- "Herkes sorumlu bu kirlilikten," demişsiniz köşenizde... Bunu
biraz açar mısınız?
- Okurlar da sorumlu, bizler de. En aşağılık duygularının ve
dedikoduculuk şehvetlerinin gıdıklanmasından hoşlanan okurlar da
sorumlu gayet tabii. İkincisi de ucuz ve kolay yollardan tiraj
kapma kurnazlığına düşen genel yayın yönetmenleri... Bu iki unsur
sayesinde oluyor bunlar. Mesela Ahmet Hakan'ın bir SABAH'taki
haline bak, bir de Hürriyet'teki haline bak.
- O gün Nişantaşı'nda olanları tam olarak bana anlatır mısınız?
- Ben Mansur'u dövmeye gitmiştim açıkçası. Salamonje'nin kapısında
Allah bana sordurdu işte, "Mansur burada mı?" dedim, "Burada," dedi
çocuk da. Orası da Erol Kaynar'ın yeri, benim çok sevdiğim bir yer.
Mansur da beni görünce "Gel Haşmet Abi otur," falan dedi. "Ne abisi
ulan!" dedim. "Hani yazmıştın, ben artık abin falan değilmişim
diye... Konuşma!" derken baktım Ahmet Hakan da var. Ona da alaycı
bir ses tonuyla dedim ki, "Senin de bugünkü esprini çok beğendim,
sonra onu da konuşacağız." Fakat hayatta gördüğüm en korkak
adamlardan birisi Ahmet Hakan.
- Nereden anladınız o an Ahmet Hakan'ın korktuğunu?
- Bu Ahmet Hakan biz nerede dolaşıyorsak orada değil mi, üç dört
yıldır? Kaç defa 'Haşmet Abi'nin yol yazıları, 'Haşmet Abi'nin
Alaçatı yazıları' falan diye notlar düştü, değil mi? Hiçbir
karşılaşmamızda doğru düzgün bir selam bile vermedi. Hem korkak,
hem alçak bir adam olduğu oradan belli. Cesur ve kendinden emin
adamlar, adam gibi selamlaşırlar. Bir defa ben nereden onun Haşmet
Abi'si oluyorum? Hani "İlhan Abi..." diye de yazmıştı ya bu
salak... Ben bu salağı defterden nasıl sildiğimi söyleyeyim mi?
- Söyleyin tabii...
- Her insan fikir değiştirir, her insan sosyal, siyasal kamp
değiştirir ama ulan ne zaman İlhan Selçuk senin İlhan Abin oldu?
Oturdu "İlhan Abi'ye..." diye yazı yazdı. Hasan Abi, İlhan Abi
falan... Bu zavallı bir adam.
- Tartışmanız ne kadar sürdü o gün?
- Orada 15 dakika sürdü bu olay. Ahmet Hakan'a "Sen kalk bakayım,
boyunu göreyim istedim. Kalk bakayım bi," dedim. Ben yine
takılmayacaktım, ama "Sen kimsin?" gibi laflar etti bana. Ben öyle
bir laf duydum mu, zaten deliririm. Ya, 15 dakika boyunca yerinden
kıpırdayamadı. Cep telefonuyla bir yerleri arar gibi falan yaptı.
Ben de fazla uzatmadım. Çünkü gıcık olduğum Mansur, araya giren,
yatıştıran görüntüsüne büründü birden. Onun da elindeki suya falan
bir tane vurdum. "Yatın kalkın dua edin ki burada karşılaştık, ama
dışarda karşılaşsaydık..." deyip öyle çıktım. Ve şu da var,
eylemlerim sürecek...
- Ama çok tatsız değil mi bu durum?
- Öyle ama bir tarafları kırılacak kesin yani, elimden kurtuluş
yok. İş öyle bir hale geldi ki, benden habersiz birisi dövecek
onları. İğrenç, adi, zibidi herifler bunlar yani. Korkunç herifler.
Benim üstüme kalacak, en korktuğum o. Halbuki ben onlardan önce
davranmalıyım.
- Belki sakinleşirsiniz...
- Yok yok, iki tokat atmadan olmaz. Ali Boratav aradı, "Hemen
geliyorum ben de iki tokat atayım," dedi.