Bu ropörtaj TÜSİAD'ı çılgına çevirecek!
Abone olAlarko Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, Yeni Şafak gazetesinden Murat Aksoy'a verdiği röportajda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
TÜSİAD'ın demokrasi derdi olmadığını söyleyen Alaton,
"TÜSİAD üyesi işadamlarının 28 Şubat'ta muhtıra verildikten
bir gün sonra Ankara'ya askerlere teşekkür için gittiklerini
biliyoruz" dedi.
İşte İshak Alaton'la yapılan o röportaj:
28 Şubat soruşturmasında ne düşünüyorsunuz?
Gecikmiş bir olay olmakla beraber Türkiye için çok sevindirici bir
adımdır. Türkiye bağırsaklarını temizlemeye başlamıştır ve
demokrasiye doğru yol almaktadır. Bu bana çok umut ve heyecan
veriyor.
Neden?
Bugüne kadar bütün darbeler başarılı oldu. 1960, 1971, 1980 ve 28
Şubat. Bütün bu darbelerin başarılı olmasının arkasında toplumun
darbelere desteği var. Değişmeye başlamış olsa da şunu kabul
etmemiz gerekiyor, darbesever bir toplumuz. Darbelerin başarılı
olması askeri ve sivil bürokrasiyi devlet içinde kökleştirmiş ve
her şeyin sahibi olduklarına inanmışlardı. Askerlerin özgüveni
bundan kaynaklanmaktadır. O zaman karşımızda devletin sahibi
olduğunu düşünen birileri ve buna razı bir toplum manzarası
çıkmaktadır. O zaman ortada bir kavga da kalmıyor. Ama bu durumun
Türkiye'ye maliyeti çok ağır oldu.
DARBELERİN MALİYET ÇOK AĞIR OLDU
Nedir darbelerin Türkiye'ye maliyeti?
Ben sadece 1980 ya da 28 Şubat'ın değil, darbelerin Türkiye'ye
maliyetini ifade etmek istiyorum. 1945'te savaş bittiği zaman
Avrupa'da yıkılmamış 3 ülke vardı; İsviçre, İsveç ve Türkiye. Bütün
Avrupa yıkılmıştı ve 1950'ye kadarki 5 yıl içinde Avrupa'nın aç
insanlarının bir kısmını Türkiye beslemiştir. Karaköy limanından
her gün Türk tarım ürünlerini, Napoli'ye Marsilya'ya ve diğer
limanlara taşıyan gemiler vardı. 1950 yılında Türkiye'nin fert
başına geliri 200 dolardı. Bu rakam Almanya'da 50 dolardı: yani
1950'de 1 Türk 4 Alman'a bedeldi. Yıl 2000, Almanya'nın kişi başına
geliri 36 bin dolar. Türkiye'ninki ise sadece 3 bin dolar. Yani
1950'de 1 Türk 4 Alman'a bedelken; 2000 yılında 1 Alman 12 Türk'e
bedel.
Müthiş bir fark...
Evet yani Almanya Türkiye'den 48 misli daha hızlı büyüdü. Ama şunu
da kabul etmek gerek. Almanya 50 yılda çok hızlı bir gelişme
göstermedi. Normal demokratik şartlar altında gelişti. Demokrasi
sayesinde bu kadar gelişti.
Türkiye neden gelişmedi?
İşte sorun tam da bu. Türkiye'nin gelişimi engellendi adeta. Kim
engelledi? Darbeciler ve onların ortakları. Eğer Türkiye'de
1950'den sonra demokrasi darbelerle kesintiye uğramasaydı, 2000
yılında Türkiye'de kişi başına düşen gelirin 144 bin dolar olması
gerekiyordu ama sadece 3 bin dolarda kaldı. İşte darbelerin
Türkiye'ye maliyeti bu kadar yüksektir. Ülkeleri koşuculara
benzetirsek Türkiye'nin ayağına gülle bağlı olduğunu ve o güllenin
üzerinde de "darbeler" yazdığı görülecektir.
Toplum zenginliği görmediği için fakirliğe mahkum oldu ve itiraz
edemedi. Sistemden geçinmenin yolunu aradı.
BURJUVA DEĞİL DEVLET ZENGİNLERİ VAR
Toplum razı oldu diyelim peki burjuva neden bu kadere itiraz
etmedi?
Çok iyi bir noktaya değindiniz. Karl Marx der ki;
"Özgürlüğün bayrağını burjuvazi taşır". Avrupa'da
bu böyle olmuştur ama Türkiye'de hiç olmamıştır. Çünkü; Türkiye'de
Batılı anlamda burjuvazi hiç olmadı. Batı'nın kültürünü öğrendiler,
sanatını paylaştılar, hayat standardını Türkiye'de yaşadılar ama
zihniyetini hiçbir zaman içselleştirmediler. Çünkü Türk burjuvasisi
her zaman sahip olduklarının kimin sayesinde olduğunu unutmadı ve
hiçbir zaman ona ihanet etmedi.
Kimin?
Devletin. Türkiye'de burjuvazi devlet burjuvazisidir. Babası devlet
olan burjuvanın da, babasına itiraz etmesi hiçbir zaman
gerçekleşmedi. Türkiye'de burjuvazi olmadı, iş dünyası oldu.
Elbette başından beri istisnalar oldu. Ama onların da başına
gelenleri biliyoruz zaten.
Devlet ile iş dünyası arasında bir kast sitemi mi
var?
Tam da öyle. Başından beri devlet kimlerin ticaret yapabileceğine,
kimlerin yapamayacağına karar vererek bir kast sistemi yarattı. Son
yıllarda bu kırılıyor ve TUSİAD gibi devlet merkezli kurumların
yanında devletten bağımsız ve Batılı anlamda burjuvaların kurduğu
MÜSİAD, TUSKON, yerel SİAD'lar ortaya çıkıyor. Çok sevindirici
bunlar.
Peki TÜSİAD ne?
Bunu 28 Şubat döneminde başımdan geçen bir olayla anlatayım. Yıl
1996. Ben ve Can Paker Türkiye'nin demokratikleşme ihtiyacı
konusunda TÜSİAD Yönetim Kurulu ile istişare ettik ve yönetim
kurulu demokratikleşme konusunda bir rapor hazırlatılması kararı
aldı. Bülent Tanör "Demokratikleşme Parsektifileri" başlıklı bir
raporu hazırladı. 1997'nin Nisan ya da Mayıs ayında Swiss Otel'de
TÜSİAD Genel Kurulu toplandı. Biz de raporu üyelere dağıtmak üzere
hazırlattık. Genel kurulda yönetim kurulu doğrultusunda böyle bir
rapor hazırlandı denildi. İbrahim Betil ve Cüneyt Zapsu çıkıp böyle
bir çalışmanın önemine değindiler. Sonra ne olduysa oldu ve peş
peşe ve giderek yükselen sertlikte rapora eleştiriler gelmeye
başladı. Bu eleştirileri yapanlar Türkiye'nin büyük sermaye
gruplarının temsilcileri ve yöneticileri.
İçeriğine mi?
Değil. Böyle bir raporun hazırlanmasına. Sadece ismi onları tahrik
etti. "Böyle bir raporun TÜSİAD için yüzkarası
olduğunu" söylediler. TÜSİAD'ın demokratikleşmeyle hiçbir
ilgisinin olamayacağını ifade ederek; ne demokratikleşmenin ne de
sivil toplum sözcülüğünün TÜSİAD'ın görevi olmadığını söylediler.
Raporu reddettiler ve genel kuruldan da reddedilmesini talep
ettiler. Ve rapor dağıtılmadı. TÜSİAD tarihinde bir ilk oldu ve
yönetim kurulu bu rapor yüzünden ibra edilmedi. Oradaki ayıp ve
utancı ben yaşadım. Bu insanların tutumunu o kadar seviyesiz buldum
ki, o günden sonra zaten TÜSİAD'dan koptum. Sonradan anladım ki,
raporu eleştirenler hem gerçek duygularını söylediler hem de bunun
Ankara'dan duyulmasını istediler.
ASKER DARBE YAPINCA İŞADAMLARI TEŞEKKÜRE GİTTİ...
HABERİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN DİĞER SAYFAYA GEÇİNİZ...[PAGE]ERTESİ GÜN ANKARA'YA GİTTİLER
Neden?
Çünkü 28 Şubat muhtırası verilmiş. Bu işadamları da biz sizin
yanınızdayız mesajı veriyorlar. Hatta biliyorum ki, TÜSİAD'ın üyesi
işadamları 28 Şubat'ta muhtıra ve-rildikten bir gün sonra Ankara'ya
gidip askerlere saygılarını ilettiler. Hiç vakit kaybetmediler.
Bunu yaşadık. Utanç verici bir olay.
28 Şubat'ı hızlandıran REFAHYOL hükümetinin denk bütçe
arayışı olan KİT harcamalarını tek havuzda birleştirmesi girişimi
olabilir mi?
Hiç böyle düşünmemiştim. Bravo. Olabilir, çünkü TÜSİAD içinde de
birçok grup ve işadamı devlete yüksek faizlerle borç veriyordu.
Ticaret ve üretim yerine devletin sırtından geçinen bir iş dünyası
var. Bu gelirin kaynağı da kuşkusuz devletti. Hükümetin böyle bir
adımı, iş dünyasının askere destek vermesinin ve darbe sürecinin
parçası olmasını hızlandırmış olabilir.
TESEV'E 'BİZDEN' ADAM ALIN
28 Şubat sürecinde yaşadığınız özel bir durum bir
görüşme vs oldu mu?
Artık açıklayabilirim. Ne kadar önemli bilmem ama şöyle bir şey
oldu. Askeri vesayetin benden rahatsız olduğunu biliyorum. Bu
rahatsızlığın nedeni TESEV'dir. Yaşar Büyükanıt 1. Ordu Komutanlığı
görevine başlama döneminde bir davet veriyor. Ben de davetliyim ama
katılmadım. Listeyi kontrol ettirmiş sanırım. Sekreteri aradı,
İshak Bey Yaşar Bey ile henüz tanışmamışsınız, sizinle bir çay
içmek istiyor diyerek beni Selimiye'ye davet etti. Nezaket gereği
davete icabet ettim.
Ne konuştunuz?
Kısa bir tanışmadan sonra "Biz TESEV'in çalışmalarını
yakinen takip ediyoruz ve onları çok ilgi çekici
buluyoruz" dedi. Müsbet veya menfi bir şey demedi, sadece
yakinen izliyoruz ve ilgi çekici buluyoruz dedi. Ve şunu ekledi;
"TESEV'in yönetim kurulundaki isimlere bakıyoruz hep aynı
cepheden. Bundan sonraki TESEV Yönetim Kurulu'na bizden de birkaç
isim almak istemez misiniz İshak Bey" dedi.
Yani askerlerden mi?
Evet. Bizden birkaç kişi derken belki emekli askerleri ya da
kendilerine yakın isimleri kastetmiş olabilir. Ama kullandığı cümle
"Bizden birkaç isim almaz mısınız"dı. Yani "Bu kadar
bağırma, bizden birkaç isim al bizim düzenimize çomak
sokma" demek istedi.
Cevap verdiniz mi?
Vermeye gerek duymadm. Çünkü olabilecek şey değildi. Ama aynı
Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olunca TESEV ve bizden
rahatsızlığını, Ankara'daki bir toplantıda sadece bizim adımızı
anarak "TESEV'in çalışma metotlarını yakinen izliyoruz ve
TESEV'e finansal destek veren insanları da biliyoruz"
diyerek açık bir şekilde tehdit etti. Ki daha sonra benzer şeyleri
Genelkurmay Başkanı olunca İlker Başbuğ da söyledi ve bizi yakından
izlediğini söyledi. Ben bunu utanç verici buldum. Açık bir tehditti
bu.
Benim de bir makale ile katkıda bulunduğum güvenlik
sektörünün demokratik denetimi raporundan mı
rahatsızlar?
Muhtemelen.
SORUN İKTİDAR DEĞİL MUHALEFETSİZLİK
Türkiye'nin değişmesi devam edecek mi?
Bu değişim sürecinde AK Parti önemli işler yaptı. Kabul etmek
gerekir ki AK Parti Türkiye'yi değiştirdi yeni ufuklar açtı ve
büyük de ümitler verdi. Fakat zamanla ya yoruldu ya da kendine olan
güveni arttı. Bu yüzden atması gereken adımları atmıyor. Aslında
daha hızlı ve daha çok hızlı şeyler yapılabilir. Çünkü ortam ve
koşullar uygun. Ama bence Türkiye'nin sorunu iktidar değil,
muhalefet.
Neden?
Türkiye'nin esas derdi muhalefettir. Muhalefet daha iyi olsa
Türkiye daha hızlı demokratikleşebilir. Toplum değişime hazır.
Ancak CHP, hâlâ kendi içinde dengelerini bulamamış bir parti.
Bugünü değil geçmişi yaşıyor. Hüseyin Ergün'ün başkanı olduğu SODEP
sol için bir umut olabilir. Ben onları destekliyorum.
İŞ DÜNYASI DA 28 ŞUBAT'IN BİR PARÇASI
Toplum darbesever, işadamları memnun. Ama bir değişim de
yaşanmıyor mu?
Türkiye değişmeye başladı. Ben 40 seneden beri değişiyorum ama ne
yazık ki kendimi bu 40 sene boyunca çok yalnız hissettim. Hep
eleştirildim, hep haddimi bilmem istendi. Hatta şirket içinde bile.
Şöyle diyorum, o kadar fırça yiyorum ki, hep temiz görünüyorum.
Toplumda bir değişim var mı?
Var hem de büyük bir değişim. En son bunu 28 Şubat soruşturmasında
gördüm. Ben bunu Türkiye'nin toplumsal yeniden doğuşu olarak
tanımlıyorum. Ama bunun toplumun tümüne nüfuz etmesi için bir kuşak
hatta iki kuşak geçmesi gerekiyor.
Bunu hızlandıran ne olabilir?
Geçenlerde Cemil Çiçek çıktı ve "Burada anormallik var. Bir
taraftan darbecileri yargılıyoruz diğer taraftan onların yaptığı
anayasayı kullanıyoruz. Bu çelişkiden kurtulmak için muhakkak yeni
bir anayasayı en hızlı şekilde yapmalıyız" dedi. Ve yardım
istedi. TESEV olarak Açık Toplum Vakfı olarak Cemil Çiçek'e,
anayasa sürecine destek veriyoruz. Anayasa çok acil mesele.
Soruşturmanın genişlemesinden yana mısınız?
Ben soruşturmanın genişlemesini 2 nedenle doğru bulmuyorum. İlki,
darbesever bir toplum olduğumuzu söyledim. Bunun anlamı hepimizin
suç ortağı olmasıdır. İkincisi o kadar çok isim var ki. Bu sürece
girdiniz mi, artık nerede duracağınızı bilemezsiniz.
Peki darbelere destek verenleri nasıl
affedeceğiz?
Bana kalırsa bir çözüm var. O da herkesin, herşeyi açıklaması ve
geçmişi ile yüzleşmesi. Mesela andıç haberlerini yapanlar vicdan
azabı çekiyorlarsa çıkıp bunu açıklamalılar.
TÜSİAD DEĞİŞMEZSE MARJİNALLEŞİR
Bugün değişti mi TÜSİAD?
Değişmekte olduğuna dair umudumu hiçbir zaman yitirmedim. 40 sene
önce Nejat Eczacıbaşı ile TESEV'i kurduk. 10 sene önce de Açık
Toplum Vakfı'nı kurduk. Buralardaki esas hedef Türkiye'nin
normalleşmesi, demokratikleşmesi dünya ile entegre olması. Bu iki
vakıf yoluyla Türkiye'nin demokratikleşmesi, insan haklarına
saygılı bir ülke olması noktasında da epey mesafe aldık. Bu bana
hep umut verdi. Ama TÜSİAD'a yönelik ithamlarıma devam ediyorum.
Onları kendi menfaatlerine aykırı davranmakla itham ediyorum, utanç
verici bir tavrınız var diyorum. Demokrasinden yana insanlara yakın
olmak yerine, yalnız kendinizi düşünüyorsunuz, fildişi kulede
yatıyorsunuz ve uzun vadeli çıkarlarınızı gözetmiyorsunuz diyecek
kadar da ileri gittiğim zamanlar oldu.
Sonuç?
Bu soruya da bir anekdotla cevap vereyim. Sene 2010. 12 Eylül'de
referandum olacak ve TÜSİAD, referandum sürecinde evet demesi
gerekirken önce kıvırdı sonra da kendi içinde yükselen bir biçimde
"hayır" dedi. Ben ertesi gün bir açıklama yaptım
ve iki kere evet diyeceğimi söyledim. Sene 2011. Yönetim Kurulu
yeni anayasanın temel çerçevesi ve ilkeleri konusunda Prof. Dr.
Ergun Özbudun ve Prof. Dr. Turgut Tarhanlı'ya bir çalışma
hazırlatıyor. Yine bir genel kurul. Önce TÜSİAD Başkanı Ümit
Boyner'in de eşi olan Cem Boyner çıkıyor ve yönetim kuruluna
hitaben size bir sorum olacak diyor; "Siz bu raporu
hazırlattınız, şimdi de bize dağıtıyorsunuz. Siz TÜSİAD Yönetim
Kurulu olarak bu raporun arkasında duracak mısınız?". Bir
sessizlik: Kimse çıkıp "duracağız" ya da
"durmayacağız" demiyor. Cem kürsüden indi ve ona
desteğimi göstermek için tutup iki yanağından öptüm. Bu olay
Perşembe günü oldu. Pazar günü Ümit Boyner imzalı açıklama
yayınlandı ve bu raporun TÜSİAD'ın fikirlerini yansıtmadığını,
ilişkisi olmadığını söyleyerek, raporu bir anlamda inkar
ettiler.
Ama raporda TÜSİAD logosu var...
Aynen. Utanç verici bir şey. TÜSİAD artık umutsuz bir vakadır.
Üyesi olmam rağmen bu böyledir. Bunların değişmeye niyetleri yok.
Diyorlar ki, "Türkiye istediği kadar laf etsin bu sistem
değişmez, bu vesayet devam eder". Öngörüleri bu. Ama
yanılıyorlar. Artık yolun sonuna gelindi: TÜSİAD kısa sürede
değişmezse marjinalleşme ve kendini feshetme zorunda kalabilir.