Bu rapor çok tartışılacak..
Abone olBaşbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nun hazırladığı azınlık raporu gündeme bomba gibi düştü. Raporda Anayasada 'Devletin dili Türkçedir' ifadesi eleştirildi.
Raporda 'Sevr sendromu' nun bitmesi, Lozan Anlaşması'nın
gerektiği gibi uygulanması isteniyor. Tek kültürlü ulus-devlet
yerine ise, 'Türkiyelilik üst kimliğinin benimsenmesi' öneriliyor.
Rapor, Erdoğan'a sunuldu Başbakan Erdoğan'a, Başbakanlık İnsan
Hakları Danışma Kurulu tarafından sunulan raporda çok kimlikli, çok
kültürlü, özgürlükçü ve çoğulcu bir toplum modelinin benimsenmesi
istendi. Türkiye Lozan Anlaşması'nı ihlal ediyor Türkiye'nin
azınlıklar konusundaki sınırlayıcı tutumunun dünyadaki eğilimlere
ters düştüğü de belirtildi. Rapora göre, Türkiye, Lozan
Anlaşması'nın bazı hükümlerini ihlal ediyor. Raporda, Anayasa'nın,
'değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek' maddeleri arasında
yeralan "Türkiye devletinin dili Türkçe'dir" ifadesi de
eleştirildi, "devletin dili olmaz" denildi. RAPORDAN BÖLÜMLER
‘Türkiye Lozan anlaşmasını gerektiği gibi uygulamıyor. Anlaşmanın
39. maddesi bütün yurttaşlara dilediği dili ticarette, açık ve
kapalı toplantılarda, her türlü basın ve yayın araçlarında kullanma
hakkı getirmiştir. Bu uygulansa, örneğin Kürtçe yayın konusunun
getirdiği sıkıntılı tartışmalar sona erecektir. Bir gün kaçınılmaz
olarak herkes her dilde yayın yapacaktır. Türkiye’de azınlıkları ve
dolayısıyla kültürel hakları ilgilendiren mevzuat, ülkedeki azınlık
kavramı ve haklarından daha kısıtlayıcı durumdadır. Bunun temel
kaynağı Anayasanın 3. maddesidir: ‘Türkiye devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.’ . Devletin
bölünmez bütünlüğü tüm dünyada tartışılmazdır. Fakat ‘milletin
bölünmez bütünlüğü’ kavramı bizlere doğal gelivermekle birlikte,
bir Batılıya son derece terstir. Çünkü bu terimi kullanmak milletin
tek parça olduğunu söylemektir ki, milleti oluşturan çeşitli alt
kimliklerin inkárı anlamına gelir. Diğer yandan ‘devletin dili
Türkçedir’ ibaresini anlamak hepten imkánsızdır. Çünkü devletin
dili olmaz.’ ‘Bir millet olarak ‘Türklerden’ söz ederken, ‘Türk’
teriminin aynı zamanda bir etnik grup anlamına geldiği
görülmemektedir. Osmanlı İmparatorluğunda üst kimlik ‘Osmanlılık’
iken, Türkiye Cumhuriyetinde ‘Türklük’ olarak ortaya çıkmıştır. Bu
durumda alt kimliklerden bir tanesi aynı zamanda üst kimlik olarak
belirlenmiştir ki, bu durum diğer alt kimlikleri yabancılaştırıcı
niteliktedir. Eğer bu üst kimlik ‘Türkiyelilik’ olsaydı, bu durum
ortaya çıkmazdı... ‘Türkiye’nin parçalanma tehlikesiyle karşı
karşıya olduğu hususunda bir ‘Sevr sendromunun' yaşandığı
bilinmektedir. Böyle bir havanın bugün de ileri sürülmesi ve bir
‘paranoya’ haline gelmiş olması rahatsız edicidir. Ayrıca
Türkiye’nin AB’ye girebilmek için rıza gösterdiği demokrasiye
aykırıdır. Böyle bir paranoya ile demokrasiyi geciktirmek
Türkiye’ye hizmet değildir. Özellikle Kürtçe konusunda getirilmek
istenen reformlar söz konusu olduğunda, hemen Türkiye’nin
parçalanacağından söz edilmekte, bunun terörü canlandıracağı
söylenmekte, her türlü reform böyle bir paranoya havasında
engellenmek istenmektedir. Bu ‘Sevr paranoyasının’ beslediği
zihniyet, reformlara şiddetle direnmektedir. Anayasa ve ilgili
yasalar, özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir içerikte yeni baştan
yazılmalıdır. Sonuçta tek kültürlü ulus-devlet modelinin yerine
‘Türkiyelilik’ üst kimliği altında çok kültürlü yeni bir toplum
modeli benimsenecektir.’