Bu Osmanlı padişahları da ıslıklanmış!
Abone olArena Stadı'nda Başbakan Erdoğan'ın başına gelenler Osmanlı padişahına yapılsaydı sonucu ne olurdu?
Yukarıdaki soruya tarih araştırmacısı Murat Bardakçı'nın yanıtı: Hiçbir şey...
Bardakçı tarihten örnekler vererek yazdı:
- BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'a TT Arena Stadyumu'nda yapılan protestodan sonra meraka düşen çok sayıda okuyucum "Eskiden birileri çıkıp padişahları da böyle protesto etselerdi akıbetleri ne olurdu?" diye sordular.
Hemen söyleyeyim: Hiçbir şey olmazdı! İşin fizikî zorlama, meselâ bir saldırı halini almaması hâlinde hiçbirşey olmadığını, o devirden kalma kayıtlardan açıkça görüyoruz.
Eski devirlerdeki böyle protestoların en bilinen iki örneği 18. yüzyılın sonlarında yaşandı. Üçüncü Mustafa ve Üçüncü Selim, benzer protestolara uğradılar.
Sultan Mustafa, 1771 Şubat'ının ikinci günü cuma selâmlığına çıkmış ve Ayasofya Camii'ne gitmişti. Üç sene önce, 1768'de başlamış olan Rus Savaşı, bütün şiddetiyle devam ediyor ve Türk tarafı pek bir başarı gösteremiyor, hattâ yer yer yenilgiye uğruyordu.
Savaşın ağırlığı artık şehirlerde de hissedilir olmuştu. Hayat gittikçe zorlaşmış, İstanbul'da halkın o zamana kadar pek bilmediği dertler, meselâ yiyecek sıkıntısı başlamış ve memleket bir ümidsizlik bulutunun içine sürüklenmişti.
ZAFERSİZ GAZİLER Üçüncü Mustafa, o sıkıntılı günlerde yapmaması gereken bir iş etti, ortada Ruslar'a karşı henüz önemli bir zafer kazanılmamasına rağmen "Gazi" unvanı aldı! Tepki, 1771'in 2 Şubat günü, padişah Ayasofya'ya cuma namazını kılmaya gittiğinde geldi. Hatibin okuduğu hutbede hükümdardan "Gazi" diye bahsedilmesi üzerine bir Mevlevî dervişi, hükümdara hitaben "Yalandır, gazi değildir" diye haykırdı. Dervişi başkalarının da takip edip "Sen gazi falan değilsin" diye bağırmaya başlamaları üzerine, cuma namazı bir anda gösteriye döndü. Üçüncü Mustafa tek bir söz etmedi, Ayasofya'yı terkedip Topkapı Sarayı'na döndü, protestoculara karşı hiçbir şey yapılmadı ve o gün yaşananların unutulması tercih edildi.
Padişahların "gazi" unvanını kullanmaları, o devirde gelenek gibi idi. Ama sonraki padişahlar bu unvanı zafer kazanmadan almamaya artık itina gösterecekler ve Üçüncü Mustafa'nın ardından tahta geçen Birinci Abdülhamid de seneler sonra, ancak 1788'de "Gazi" olabilecekti.
Ayasofya'daki protestonun ayrıntıları yazarı bilinmeyen ama yanlışlıkla Mehmed Hasib'e mâledilen "Ruznâme"de ayrıntılarıyla yazılıdır. "Ruznâme" yayınlanmıştır, merak edenler okur ve hadiseyi detayları ile öğrenebilirler.
DELİYDİ, VELÎ OLDU Bir diğer protestoya, 1800'lerin başında Üçüncü Selim yine bir cuma selâmlığında uğradı. Mahmud Paşa Camii'nde namazını kıldıktan sonra saraya dönmekte olan hükümdarın yolunu Sabri isimli bir Bektaşî dervişi kesti ve "Seninle şeriat dâvam var" diye bağırdı. Dervişin etraftan destek görebileceği ihtimaline karşı yine ses çıkartılmadı, üstelik devletin büyükleri Sabri'yi karşılarına alıp ne istediğini bile sordular. Yarı deli olduğu anlaşılınca tımarhaneye kapatıldı ama hadisenin öğrenilmesi üzerine halk akın akın tımarhaneye gidip Sabri'yi ziyarete başladı ve meczup derviş zamanla "velî" muamelesi görür oldu. Muska yazıyor, hastalara okuyor, hattâ dilsiz çocukların dilini açtığı bile söyleniyordu. Günün birinde elinikolunu sallayarak tımarhaneden çıkıp gitti ve izini kaybettirdi.
Bunlar geçmişte yaşanmış olan çok sayıdaki siyâsî protestodan sadece ikisidir...
Eski tarihimizde bu protestoların bir hayli örneği vardır ve o zamanın basiret sahibi devlet büyükleri de fizikî bir saldırı olmadığı takdirde protestoculara pek karşılık vermemiş, hadisenin yaşandığı mekânı terkedip gitmekle yetinmişlerdir.
"Eski devirlerde, hele padişahlara karşı yapılan bu gibi hareketler nasıl olur da cezalandırılmaz?" diye hiç hayrete düşmeyiz.
Zira o zamanın ve bu devrin insanları arasında huy, âdet, davranış yahut tepki bakımından hiçbir fark yoktur; fark sadece kılık-kıyafettedir, o kadar!