Bu kitap çok konuşulacak!
Abone olYılmaz Karakoyunlu'nun 'Yorgun Mayıs Kısrakları' adlı kitabı yine çok konuşulacak. Karakoyunlu, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Menderes'i zamparalıkla suçluyor.
Milliyet Gazetesi'nin haberine göre, Karakoyunlu kitabında,
Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Adnan Menderes'in evli kadınlarla
yaşadığı ilşkilere yer verdi. İşte ilginç iddialar. Yılmaz
Karakoyunlu "Yorgun Mayıs Kısrakları"nda Cumhuriyet'in kuruluş
yıllarından 1960'a kadar uzanan bir dönemi anlatıyor. Romandaki
olaylar gerçek ama elbette tüm bu olaylar bir romancı olarak
Karakoyunlu'nun kaleminde yeniden şekillenerek "gerçek"leşiyor. Ve
romandaki aşklar da gerçek. Nazım Hikmet'in annesi Celile hanım ile
Yahya Kemal'in aşkı gerçek. Nazım Hikmet'in Piraye'ye aşkı gerçek.
Adnan Menderes'in eşi Berin hanıma duyduğu sevgi, opera sanatçısı
Ayhan Aydan'la yaşadığı büyük aşk, yazar Suzan Sözen ile yaşadığı
ilişki gerçek. Bir aşk daha var romanda. Gizli bir aşk. Yılmaz
Karakoyunlu'nun neredeyse hiç anlatmadan sezdirdiği bir aşk...
Müyesser hanım ile yazarın aşkı. Kitabın hayali kahramanı Müyesser
hanım, Karakoyunlu'nun ithafta "başımın tacı, canımın cananı
efendim, Altan hanım'a... Şükranla ellerini öperim" diye
seslendiği, karısı ve çocuklarının annesi Altan hanımdan başkası
değil. Ünlü insanların yaşadığı gerçek olayları anlatan bir dönem
romanı bu kitap. Çok kapsamlı bir çalışma yapmış olmalısınız. Ne
kadar zamandır üzerinde çalışıyorsunuz? Yaklaşık 2,5 yıl sürdü. Tek
tek o dönemin bütün belgelerini gözden geçirdim, notlarımı aldım,
birbirleriyle tutarlı olanları tespit ettim ve onlardan istifade
ettim. Hemen söyleyeyim: Bu bir romandır, kimsenin hayat hikayesi
değildir. "Salkım Hanım'ın Taneleri"nde böyle bir not koymadığım
için başıma gelmedik kalmamıştı. Bu defa tedbirli davrandım. Ama
gayet yakından tanıdığımız insanların romanı bu. Evet, sonuç
itibarıyla anlattığım olaylar gerçek ama anlatış biçimi bana ait.
Neden bu dönemi Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Adnan Menderes
üzerinden anlatmayı tercih ettiniz? Üçünün hayat hikayesinin
birlikte gittiği yerde bir mücadele unsuru var. Türkiye'de
hürriyet, demokrasi mücadelesi. Yahya Kemal ile Celile hanımın
aşkını benim Nazım Hikmet'e geçişime bir vesile teşkil etsin diye
kullanmadım. Yahya Kemal çok iddialı bir Osmanlı tahlilcisidir.
Onun bu vasfını kullandım. Nazım Hikmet'in hayat hikayesi etrafında
dönemin düşünce hürriyetini gösterdim. Anayasanın verdiği hakları
kullanma karşısında son derece şiddetli bir tek parti muhalefeti
var. Nazım Hikmet'in hayat hikayesinin dönüm noktası Şükrü Kaya
diye bir içişleri bakanının "Bu mektup Ata'ya verilir ya da
verilmez" demesine bağlı. Tek bir adama... Adnan Menderes de,
bildiğiniz gibi, dönemin başbakanı. "Üçünün ortak özelliği evli
kadınları ayartmaları" Üçünün yaşadığı aşklar da benzer. Evet, her
üçünün de hayat hikayesinde ortak bir nokta daha var. Her üçü de
evli kadınlarla aşk yaşıyor. Yahya Kemal, Celile'yi; Nazım Hikmet,
Piraye'yi; Menderes, Ayhan Aydan'ı ayartıyor. Bir de Çineli
Müyesser hanım var. Ki bence romanın en etkileyici kadın karakteri.
O kim? Çineli Müyesser işte o. (Az evvel karısının oturduğumuz
bahçedeki ağaçlardan henüz toplanmış taze meyveleri bize uzattığı
kapıyı gösteriyor.) Çineli Müyesser adında bir kadın yok hayatta.
Ama o karakterde gördüğünüz her şey, hepsi Altan hanımdır.
İştirakiyuncu Müyesser. İştirakiyuncu eski bir kelimedir, Türkçe
karşılığı "komünist"tir. Müyesser'de Altan hanımı anlattım. "Yeni
romanımın adı: Ezan Vakti Beethoven" Romanda Müyesser hanım
Menderes'e "Bütün isyanlara bir bak, hepsinde bir irtica hortlaması
var" diyor. Evet, doğrudur. Hepsinde bir irtica hortlaması vardır.
Bugün de aynı şey. Değişmedi. Dünyada en kabul edemediğim şey rücu
kavramıdır. İrtica oradan gelir. Geriye dönüştür... Bizde laikliğin
romanı yazılmadı. Benim bir iddiam var, bunu da romanlaştıracağım.
Sahi, var mı üzerinde çalıştığınız başka bir roman? İlginç bir
romana başladım. Adı, size biraz tuhaf gelecek şimdi ama yine de
söyleyeceğim: "Ezan Vakti Beethoven". Bu kitapta konservatuvar
mezunu genç bir müzisyen kız ile olgun ve hızlı bir solcu gazete
yöneticisinin aşkı etrafında 12 Eylül öncesi ve sonrası sosyalizmin
çöküşünü ve yanlış sosyalizm tartışmalarını anlatıyorum. "Yahya
Kemal'in korkak bir tarafı var. Kolay teslim oluyor" Nazım Hikmet
annesi ile Yahya Kemal'in aşkına karşı. Bir gün "Hocam olarak
girdiğiniz eve, babam olarak giremezsiniz" diye bir not yazıp Yahya
Kemal'in cebine koyuyor Yahya Kemal, Nazım Hikmet'in annesi Celile
hanımla büyük bir aşk yaşıyor, tam evlenecekken Celile hanımı terk
ediyor. Hadi bu neyse, yıllar sonra Celile hanım Nazım Hikmet'le
ilgili bir ricada bulunuyor ondan, bunun için de kılını bile
kıpırdatmıyor. Ne hain bir adammış Yahya Kemal. Ya da ne bileyim...
Siz daha kibarcasını söyleyin. Bana göre Yahya Kemal'in korkak bir
tarafı var. Celile hanıma karşı o zamanki Teşkilatı Mahsusa'nın
yani bugünkü MİT'in uyarısı üzerine bu ilişkinin başına iş
açacağını düşünüyor. Yahya Kemal rahatına çok düşkün bir adam.
Çocukluğu zor geçmiş, eziyetler içinde büyümüş ama bu onun şahsında
hayata karşı bir mücadele azmi, kararlılığı kazandırmamış. Bu benim
yorumum. Böyle bir direnci yok. Teslim oluyor. Oysa Celile hanım
çok kuvvetli bir karakter. Celile çok bilgili, çok kuvvetli bir
kadın. İyi yetişmiş bir paşa kızı, bir başka paşanın gelini. Ve çok
güzel bir kadın. Bir otoportresi var. Bakmalara doyamıyorsunuz. Tüm
bunların yanında da Celile iddialı bir kadın. Kocasının bazı
unvanları var ama tatmin edici değerleri yok. Bu yüzden Celile için
oğlu Nazım Hikmet çok önemli. Ben bunu okudum, Nazım doğduğunda
"Getirin oğlumu, ben varlığımı idrak etmek istiyorum" diyor.
"Sevinçle bebeğimi kucağıma aldım" değil yani. Ama Nazım Hikmet
annesinin Yahya Kemal'le ilişkisine karşı. Hatta bir not yazıp
Yahya Kemal'in cebine koyuyor: "Hocam olarak girdiğiniz eve, babam
olarak giremezsiniz" diye. Nazım'ın annesine karşı tavrı nasıl?
Nazım Hikmet babasından saygıyla ve şefkatle bahseder. Babasına
karşı sevgili, saygılı davranır. Ama bunların hepsi acıma
duygusunun tahrik ettiği davranış türleridir. Nazım'ın annesi
Celile hanıma olan bağlılığının içerisinde ise hayranlık vardır,
takdir vardır. Nazım annesine karşı şükran duygusu beslemez,
babasına şükran duyar. Ama annesini takdir eder. Ya Nazım Hikmet'le
Yahya Kemal'in ilişkisi? Nazım Hikmet, Yahya Kemal'in Bahriye
Mektebi'nde edebiyat talebesidir. Necip Fazıl da aynı şekilde. Yani
bizim şiirimizin temel direklerinden ikisi Yahya Kemal'in
öğrencisiydi. Ama Yahya Kemal'in Nazım'la olan ilişkisi annesinden
kaynaklanan bir ilişki olarak değerlendiriliyor hep. Değil. Kitapta
Yahya Kemal'in Nazım Hikmet'le ilgili bir değerlendirmesi var.
Yahya Kemal böyle bir laf etmedi. Ama Yahya Kemal ve Nazım'ın şiir
dünyasını bilen bir yazar olarak ona şöyle bir cümle söyletiyorum
kitapta: "Bizim koskocaman bir kasidede zorlandığımızı herif üç
mısrada anlatıyor." "Suzan Sözen çok güzel bir kadındı. Onu bir gün
Teşvikiye'deki bir manavdan incir alırken seyrettim. Simsiyah
saçlar, bembeyaz sedef gibi bir ten, o sedef gibi bir tende
lacivert-mavi gözler... Boynu neredeyse bir karış uzunluğundaydı.
Muazzam bir kadındı" Bir de Adnan Menderes-Suzan Sözen ilişkisi var
kitapta. Suzan Sözen yaşıyor mu? Onunla da konuştunuz mu? Suzan
hanım zannederim hâlâ yaşıyordur. Onunla birkaç kez telefonla
konuştuk. Hatıralarını anlatmadı, mahfuz tutacağını söyledi. Bu
yüzden onların ilişkisini Suzan hanımın "Sahibini Arayan Kadın"
adlı romanından aldığım cümlelerle aktardım. Suzan Sözen bu kitapta
Razminar diye bir karakter yaratmıştır. O karakter Adnan
Menderes'tir. Şunu söyleyebilirim: Suzan hanım ile Menderes
arasında sadece cinsel bir ilişkinin hakimiyetini hissediyorum. Bu
benim romancı hissedişim. Bence kadın bir Menderes hayali yarattı
ve Menderes vuslatıyla rahatladı. Ayhan hanımda ise bir Menderes
gerçeği var. Ayhan hanım o gerçeği avuçladı ve beraber oldu. Nasıl
biriydi Suzan Sözen? Suzan Sözen eski İstanbul polis müdürünün
eşiydi. Çok güzel bir kadındı. Onu bir gün Teşvikiye'deki bir
manavdan incir alırken seyrettim. Zannedersiniz ki Aden'den kopup
gelmiş bir kadını uzaktan seyrediyorsunuz. O kadar muhteşemdi.
Simsiyah saçlar, bembeyaz sedef gibi bir ten, o sedef gibi bir
tende lacivert-mavi gözler... Dudaklar yanaklara kıvrılırken iki
yanda iki tane küçük gamze yapıyor. Çenesinin boynuna uzandığı
yerde Afrodit'in omzu dönmüş gibi sanki. Üstelik omuzlarını açıkta
bırakan dekolte bir kıyafetle görmüştüm onu. Boynu bir karış
uzunluğundaydı. O kadar muazzam bir kadın. Nasıl bir yazardı sizce?
Bakmayın, herkes onu sıradan bir romancı olarak görür ama bence
Menderes'e duyduğu bu aşk olmasaydı, bir Kerime Nadir ya da bir
Muazzez Tahsin olabilirdi. Hayal hanesini bir adamın varlığında
zengin tutmaya çalıştığı için üretici niteliklerinde aşınmalar
olmuştur. Dolayısıyla tasvirlerinde muhteşemdir ama hadise
tespitlerinde ve takdimlerinde zaaf içindedir. Niye? Aşık çünkü.
Onu anlatır. Sadece bir insanı anlatır. Bu bir insanın kendi
rüyasını kendi lehine yorumlaması için gösterdiği gayrete benzer.
Bu olmasaydı, bir Peride Celal olurdu demiyorum ama Kerime Nadir
olurdu mesela. "Ayhan Aydan kitabı henüz okumadı. Okuduğunda
ailesiyle ilgili bölümlere sanırım kızacak" Adnan Menderes ile
Ayhan Aydan hanım arasındaki aşk bilinir ama bu kitapta bu aşka
dair pek çok detay da var. Mesela Menderes, Ayhan hanıma "Tatarım"
dermiş. Bu doğru mu? Ve yine kitaptan anladığım kadarıyla neredeyse
evliliğe doğru giden bir aşk var aralarında. Tabii tabii... O çocuk
doğurma hadisesinde yazdığım teferruat var. Ayhan hanım bana tüm bu
teferruatları anlattı. "Yalnız anlattıklarımdan bir tanesini yazma"
dedi. Ve onu da yazmadım. O sır artık Ayhan hanım, Adnan bey ve
benim aramda. Nasıl ikna ettiniz Ayhan hanımı? Ayhan hanımın son
derece samimi olduğu bir parlamenter arkadaşım sayesinde bir araya
geldik. Ayhan hanım evvela çok tereddüt etti. Sonra benim
romanlarımı okumuş, etkilenmiş. "Tamam gelsin" dedi. Gittik.
Birinci toplantı sekiz saat sürdü. "Ben bunları bir hazmedeyim"
dedim. Aradan bir ay kadar geçti. 23 Temmuz'da, doğum gününde Ayhan
hanıma bir sürpriz yaparak pasta gönderdim. Doğum gününü nereden
biliyordunuz? O da zaten bu yüzden çok etkilendi. Hem sürprizim çok
hoşuna gitti hem de sizinle aynı soruyu sordu. Operanın arşivlerine
kadar indiğimi anlattım. "Bu kadar didik didik etme tahammülünü ve
kabiliyetini gösteren bir insana ben her şeyi anlatırım" dedi o
zaman. Ve anlattı. Menderes, Ayhan hanıma ilgisini ortaya
koyduğunda Ayhan hanım 25 yaşında. Evli bir kadın ve çocuğu var.
Açıkçası bu noktada Ayhan hanımın büyükannesinin tavrı, bu ilişkiyi
neredeyse çıkarcı bir anlayışla desteklemesi biraz sevimsiz. Ayhan
hanım bu kitabı okudu mu? Bu büyükanne karakterine tepkisi ne oldu?
Henüz okumadı. Ve tahmin ediyorum okuduğunda biraz kızacak. "Bunlar
nedir?" diye fırtına yaratacak. Ama o büyükanne karakteri benim
romancı tarafım. Ayhan hanım bana olayları tarif etti. Ben de bir
romancı olarak o olayların kahramanlarına karakteristik tarifler
verdim. Bu romanda büyükanne tam bir Osmanlı kadını. Arkasında
güçlü bir erkeğin bulunmasından doğan bütün imkanları ve fırsatları
kullanmasını istiyor. Bir de aralarındaki ilişkiyi Ayhan hanımın
kocasına Menderes'in söylemesi... Bana da çok enteresan gelen bir
teferruat bu. Menderes, babasından ister gibi, Ayhan hanımı
kocasından istiyor. Menderes kadınların himayesinde büyümüş bir
çocuk. Berin hanımla evlenmiş. Berin hanıma saygıdeğer bir kadınla
kurulmuş bir evlilik içinde üç çocuk anasına gösterilecek itibarı
gösteriyor. Bu noktada hiçbir tereddüdü yok. Fakat Ayhan hanımla
birlikte aşkı tanıdıktan sonra hüviyeti değişiyor. Ne oluyor? Kadın
evde çocukları himaye eden olmaktan çıkıyor, sadece kendisine ait
bir varlığa dönüşüyor. Artık bu noktadan sonra da o kadının
kocasını falan tanımaz. "Bana aitsin, istediğim zaman döşeğimdesin"
diyor. Nazım'ın Piraye'nin kocasını adam yerine koymadığı gibi. Ve
Yahya Kemal'in, Celile hanımın kocasını hiç umursamadığı gibi...
Evet, her üçünün de hayat hikayesinde ortak bir nokta var. Her üçü
de evli kadınlara aşık oluyor. Yahya Kemal, Celile'yi; Nazım,
Piraye'yi, Menderes ise Ayhan Aydan'ı ayartıyor. Bu üç erkeğin bir
diğer ortak noktası da kadınlara hoyrat davranmaları... Hoyratlar,
doğru. Ama Yahya Kemal şair, elinde bir enstrüman var. Yahya Kemal
"Canan, aramızda bir adındı" dediğinde, buradaki "canan",
Celile'dir. "Bir uykuyu cananla birlikte uyuyanlar..." diyor
mesela. Muazzam bir mısradır. Sevgisini böyle anlatıyor. Nazım'da
da öyle. Nazım da diyor ki "Pirayem eteklerini öperim". Ne demek bu
biliyor musunuz? Piraye'ye "haseki" diyor. Bu iki hoyrat adam bu
cümlelerle görünüşteki hoyratlığın içine müthiş bir sevgi inceliği
katıyor. Adnan Menderes... Onun elinde böyle bir enstrüman yok. Ben
Ayhan hanıma imzalanmış o fotoğrafı gördüm. "Şefkatle sevdiğim
Ayhan'a..." Siz hiç böyle bir ithaf gördünüz mü? Hepimiz
sevdiğimize güzel ithaflarda bulunuruz. Ama bu... Büyüleyici.
"Adnan beyin elinden sadece sucuklu yumurta yenirmiş" Adnan
Menderes'in Ayhan Aydan'ın evinde, hizmetçi kız Rinda'nın gözü
önünde sucuklu yumurta yaptığı bir bölüm var. Rinda diye biri var
mı, bu sucuklu yumurta hikayesinin ne kadarı gerçek? Rinda diye
biri varmış gerçekten. Tuncelili bir Kürt kızı. Fakat nerede olduğu
bilinmiyor. Sahanda sucuklu yumurta bölümü tamamen hayal. Ama
sucuklu yumurtayı bana oğlu anlattı. Berin hanım "Adnan beyin
elinden sadece sucuklu yumurta yenir" dermiş. Mutfakta başka bir
şey yapamazmış ama sucuklu yumurtayı güzel pişirirmiş.