Bu kez Twitter değil cezaevinden bombaladı!
Abone olTwitter'dan Erdoğan'a hakaret ettiği iddiasıyla tutuklanan eski AK Parti milletvekili Feyzi İşbaşaran cezaevinden ilginç bir açıklama yaptı...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a
“hakaret” suçlamasıyla tutuklanan eski AK Parti’li vekil Feyzi
İşbaşaran, cezaevinde yazılı basın açıklaması yaptı. İşbaşaran
gözaltında polis memurları ile yaşadığı diyaloglara dair ilginç
iddialarda bulundu.
Gözaltına nasıl alındığının anlatıldığı açıklamada İşbaşaran,
kapıya gelen polislere “nerenin polisisiniz” sorusuna, isminin
Şeref olduğunu söyleyen polisin, “Ben Tayyip’in polisiyim” cevabını
verdiğini söyledi. İşbaşaran, “Tayyip’in polisi diye bir şey olmaz”
şeklindeki sözlerine karşılık ise aynı polis memurundan, “Ben
Tayyip’in polisiyim maaşımı ondan alıyorum” şeklinde cevap aldığını
iddia etti.
İşbaşaran açıklamasının devamında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı
çok sert eleştirdi. 34 yıl önce kendisini Kenan Evren’in cezaevine
attığını belirten İşbaşaran, “34 yıl sonra Tayyip Erdoğan
beni tutuklatıp Paşakapısı Cezaevi’ne attı” ifadelerini kullandı.
İşbaşaran, Erdoğan'a seslenerek, "Dünya Türkiye’deki rejime “dikta”
size “diktatör” diyor. Bunun nedenini düşünmüş olmanız lazım"
dedi.
İŞTE FEYZİ İŞBAŞARAN’IN O
AÇIKLAMASI:
“7 Aralık sabah 5:30 - 6:00 gibi İstanbul’da otelin kapısı çaldı.
Kapıyı açtım üç sivil kişi içeri girdi. Siz kimsiniz? diye sordum.
“Benim adım ŞEREF. Başkomiserim ve diğer iki arkadaş da polis.”
Nerenin polisisiniz? diye sordum. ŞEREF denilen başkomiser: “Ben
Tayyip’in polisiyim.” Tayyip’in polisi diye bir şey olmaz.
Devletin polisi olur.
Siz beni yanlış anladınız. Hangi ilçe emniyetinden geliyorsunuz?
demek istedim.
ŞEREF denilen Başkomiser (polis de olabilir 40 yaşlarında olduğu
için Komiser diye tahmin ettim.)
“Ben Tayyip’in polisiyim maaşımı ondan alıyorum.”
Kendisini tekrar düzelttim. Sen Tayyip’ten maaş almıyorsun.
Tayyip’in de, benim de, senin de maaşını devlet ödüyor.
Giyinip Beyoğlu Taksim Asayiş Müdürlüğü’ne gittik.
Meğer konu Adnan OKTAR (Adnan Hoca) denilen biri ve Müridleri (!)
hakkında tweetler uydurup (copy paste) yayınlamış ve hakkımda
savcılığa başvurmuşlar. Beni mahkemeye çağırmış, ben de
gitmemişim.
Anadolu Yakası Kartal Adliyesine gittik Savcıya ifade verdim.
Savcıya, bana bir tebligat gelmedi. Tebligatı kim ve ne zaman
almış? Görebilir miyim?
Savcı: Tebligatı dosyada aradı bulamadı.
Savcı: “Kendiniz gidip araştırın.” (Hala araştırıyoruz.)
Savcılıkta ifadem bitti Adliye’den çıktık taksiye yöneldim.
TEKRAR KARAKOLA
Polisler: “Biz de karşıya geçiyoruz sizi bırakalım.” "Olur."
dedim.
Yolda polislere bir telefon geldi, polis konuştu ve bana dönüp
“Tekrar Beyoğlu Taksim Asayiş Müdürlüğü’ne gideceğiz imzalamanız
gereken bir belge varmış.” "Peki." dedim.
Beyoğlu Taksim Asayiş Büro Amirliğine öğlen saat: 11:30 gibi
gittik. O saatte görevli Başkomiser Cumhurbaşkanlığı’ndan savcıyı
aramışlar, savcı da bizi aradı, sizi gözaltına alıyoruz.
Sabah saba Cumhurbaşkanı ile ne işim var? Benim otelden alınma
nedenim Adnan OKTAR (Adnan Hoca). Başkomiser “Cumhurbaşkanı’na
hakaret etmişsin.” Benim yazdığım tweetler ortada. 7 Aralık 2014
sabah 07:15’te yazmışım Cumhurbaşkanı’na bir hakaret yok. (Bu arada
herkes Feyzi İŞBAŞARAN’ın hesabına girip okuyabilir.)
Beyoğlu Taksim Asayiş Müdürlüğü 12:30’da telefonuma ve üstümdeki
her şeye el koydu.
(Polis beni 24 saat avukatım ve ailemle görüştürmedi. Avukatım 8
Aralık 2014’te Pazartesi günü kendiliğinden Çağlayan Adliyesi’ne
geldi.).Ayrıca önemle belirtilmesi gereken bir husuta telefonumda
el koyla kararı olmasına rağmen telefonun açık tutulmuş ve
telefoonuma gelen aramala cevap verildiğini yakınlarımdan öğrenmiş
bulunmaktayım.Gece saatlerinde beni arayan oğlumla polis memurunun
görüşmüş olduğuna dair ilgili telekominikasyon firmasının
kayıtlarıda mevcuttur.
Gece saat 03:00 gibi polis geldi “Avukatınız geldi görüşmek
istiyor” (Ben de avukatım geldi diye düşündüm). Polis beni bir
odaya aldı içerde sivil giyinimli 30 yaşlarında biri oturuyordu.
Polislerin hepsi sivil giyimli olduğu için odada oturan kişiyi de
polis sandım. Avukatım nerede diye sordum. Masada oturan sivil
giyinimli kişi “Biraz bekleyelim polis fotokopi işini bitirsin
çağırırız” (O arada polis odada fotokopi çekiyordu). 10 dakika
sonra polisin fotokopi işi bitti “Avukat benim bu da benim kimliğim
adım İsmail ASLAN, beni MHP Genel Başkan Yardımcısı Şefkat ÇETİN
gönderdi”. Ben de kendisine “Şefkat ÇETİN ile tanışıklığım yok.
Birbirimizi basından tanıyoruz. Gecenin bu saatinde neden bana
avukat göndersin? Teşekkür ediyorum benim avukatım var yarın
Adliye’ye gelir.”
Bu avukat (!) denilen kişi önüme A4 kağıt koydu “Şefkat ÇETİN Bey
beni bu saatte gönderdi, kendisine teşekkür mektubu yazar mısınız?”
Ben de kendisine “Ne münasebet Şefkat ÇETİN Bey ile tanışıklığım
yok. Seni de tanımıyorum.”
Bu avukat denen kişi peki size iyi geceler dedi ve ayağa kalktı ve
saldırması bir oldu.
Bağırmam üzerine polisler içeri girdi kelepçeleyip bir odaya
kilitlediler. Beni de hastaneye götürdüler. Dudağıma 7-8 dikiş
atıldı (detaylı rapor dosyamda mevcut). Hastaneden sonra Beyoğlu -
Taksim Asayiş Büro Amirliğine geldim. Polis, nöbetçi savcıyı aradı
“Bu saldırgan avukatı ne yapalım?” Nöbetçi savcı “Serbest bırakın,
ifadesi için sonra çağırırım” dedi ve telefonu kapattı. Polis de bu
saldırganı bıraktı. Bu olay sonrasında Sayın Şefkat Çetin ile bu
şahsın hiçbir alkası olmadığı ve adının kullanıldığı ortaya çıkmış
olup MHP kanallarınca da bu konuya ilişkin gerekli açılamalar
yapılmıştır.
8 Aralık 2014 Pazartesi sabah 10:00 gibi Beyoğlu - Taksim Asayiş
Büro Amirliğinde Çağlayan Adliyesi’ne gitmek için yola çıktık.
Kapıda AKP Milletvekili Metin KÜLÜNK (Yolsuzluk yapma özgürlüğümüz
de olmalı diyen vekil) öncülüğünde 150 kadar AKP’li bağırıyordu ve
polis aracına saldırdılar. Güçlükle oradan ayrıldık. Bu defa da
Çağlayan Adliyesi’nin kapısında saldırıya uğradım. Bu
provokasyonların ardından nihayet savcıya çıktık. Savcı ifademi
aldı. Savcı çok garip bir karar verdi. Tutuklu yargılanmam üzere 5.
Sulh Ceza Hakimi’ne sevk etti. 5. Sulh Ceza Mahkemesine ifade
verdim (yeni kurulan tek hakimli mahkemelerden biri buna da
özgürlük hakimi demişler). Avukatım hakimin önündeki ekranı
görüyordu. Tutuklanma kararım çoktan verilmişti. Formalite gereği
ifademe başvurulduğunu anladım çünkü emir Cumhurbaşkanı’ndan
gelmişti. 5. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi’nin hakkımaki tutuklama
kararı yalnız Türkiye’de değil dünyada bir ilk oldu. Yani ortada
hukuk diye bir şey yok.
ORDUNUN “BAŞKOMUTANI”, POLİSIN “AMİRİ
OLDUNUZ”
12 yıllık hükümetin başındaydınız. “Mutlak çoğunluk”la TBMM’yi
parmağınızda oynattınız. %50’yi %1.75 ile geçerek Cumhurbaşkanı
oldunuz. Cumhurbaşkanı seçim propagandanızı nasıl bir Cumhurbaşkanı
olacağınızı tüm dünya gördü ve görüyor.
Şimdi eski hükümetinize paralel bir hükümeti AK-SARAY’da
kuruyorsunuz.
Yargıyı ele geçirdiniz, Sulh Ceza adı altında “tutuklama
mekanizmaları” kurdunuz. Ordunun “Başkomutanı”, polisin “amiri”
ihaleleri paylaştınız. Müteahhitlerden toplanan paralarla “havuz
medyası” oluşturdunuz.
TRT sizin, AA sizin, MİT sizin sırdaşınız oldu. İstihbarat,
dinlemeler, ajanlar, provokasyonlar, ne ararsanız var.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de güvenlik yasası çıkarttınız.
Polisten bir ordu kurdunuz. İnsanlara sokakta ateş etme yetkisi
veriyorsunuz. ABD’nin sıkı dostu BOP eşbaşkanıydınız, AB için ne
çok uğraşmıştınız. AB’den müzakere tarihi alındığında otobüsün
üstünde halkı selamlayıp kutlamalar yaptınız. Ortadoğu, Arap
ülkeleri ve komşu ülkelerin lideriydiniz. Bir bakın bakalım kimse
yanınızda kaldı mı? Yıllarca peşinde koştuğunuz AB’den bugün karşı
olduğunuzu açıklıyorsunuz.
Dünya Türkiye’deki rejime “dikta” size “diktatör” diyor. Bunun
nedenini düşünmüş olmanız lazım.
Gezi’de masum, hak ve özgürlükler talebinde bulunan gençler ve
kadınlara karşı meydan meydan mitingler düzenlediniz. “%50’mi
evlerinde zor tutuyorum” söyleminiz bir devlet adamı söylemi
değildir. Gencecik çocuklar sokaklarda katledildi. 14 yaşında
katledilen Berkin ELVAN’ı terörist ilan ettiniz. Annesini Alevi
diye meydanlarda yuhlattınız.
Tam zafer kazandım derken 600 yıllık Osmanlı ve 92 yıllık Türkiye
Cumhuriyeti’nin en büyük soygun iddiası patladı. Bazı
bakanlarınızın çocukları ve size yakın işadamları gözaltına alındı.
Soygun iddiasına adı karışan bakanlarınızı görevden almak zorunda
kaldınız.
Oğlunuz Bilal ERDOĞAN ile ilgili de gözaltı kararı verilmişti.
Netice itibariyle kendiniz, aileniz, bakanlarınız, partiniz bu
soygun iddiasının tam göbeğindeydi.
Binlerce polisi, savıcıyı, hakimi görevden alarak kapatmaya
çalıştınız. Kim size karşı çıkmışsa “paralelci” yaptınız. Kürdü,
alevisi, solcusu her kim size karşı çıkmışsa “paralelci” adı
altında sağa sola savurdunuz.
Bu “paralelci” işini o kadar sevdiniz ki, şimdi başbakanı olduğunuz
eski hükümetinize “paralel” bir hükümeti AK-SARAY’ınızda
kuruyorsunuz.
Bugün 17 Aralık 2014 Mevlana Hazretlerinin vefatının yıldönümü.
Yani Şeb-i Aruz. Mevlana “kim olursan ol gel” diyor ama kul hakkını
yiyeni ne Mevlana ne Hazreti Muhammed, ne de Allah kabul eder.
Ben 30 yıldır siyasetteyim. Başbakan, Cumhurbaşkanı (ÖZAL)
Başdanışmanlığı, İstanbul ve Elazığ Milletvekilliği, yıllarca
Anavatan Partisi MKYK üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yaptım.
Bana hiç kimse hırsız demedi, diyemez de. Çocuklarıma bırakacağım
en büyük miras şereftir.
34 yıl önce üniversite öğrencisiyken 12 Eylül darbesinin lideri er
Kenan EVREN (rütbesi düşürüldü) beni Mamak Cezaevi’ne atmıştı. 34
yıl sonra Tayyip ERDOĞAN beni tutuklatıp Paşakapısı Cezaevi’ne
attı. Bu açıklamayı da bu cezaevinden yazıyorum.
Tayyip ERDOĞAN; şimdi kendisini ve rejimini daha iyi düşünmeli.
ABD’ye, AB’ye, Ortadoğu ve Arap ülkelerine kızıyorsunuz çünkü tüm
dünya Türkiye’deki gidişattan endişeli ve ardarda açıklamalar
yapıyorlar. Tayyip ERDOĞAN hem kendisini hem de Türkiye’yi
yalnızlığa sürükledi. Buna da “değerli yalnızlık” diyorlar.
Üzülerek belirtmeliyim ki bu bir liderin tükenişi ve bir ülkenin
çöküşe doğru sürüklenmesinin başlangıcıdır. Her çözüm diye
başladığı çözüm malesef “çözümsüzlük çözüm haline geldi”.
Allah Türkiye’nin yardımcısı olsun.
Saygılarımla,
Feyzi İŞBAŞARAN
Paşakapısı K. Cezaevi
İstanbul”