Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Bu eylemin bitmesini isteyen bir tek kişi gösterebilir misiniz
bana?
İlk günden başlayalım. Bunu herkes kabul ediyor ki, Gezi Parkı eylemi çok masum başlamıştı. Çevreye duyarlı gençler ve onlara destek olmayan isteyen bir grup (ki bunların içinde ev hanımı, torun torba sahibi insanlar var) Gezi Parkı'na gelerek ağaçların kesilmesini istemediklerini dile getirdi. İlk gün, ağaçları korumak isteyen gruptaki gençler Gezi Parkı'nda nöbet tutmak istedi ve tuttular, şafakla birlikte tazyikli su ve biber gazıyla uyandırılıncaya kadar. Yılmadılar, ertesi gün yine orada olmaya kararlıydılar, sonra ertesi gün yine sabahın kör vaktinde tazyikli su ve gaz... Masum eylemin o an "masumiyetinden çıktığını" o gazın bütün Türkiye'nin gözlerini yaşarttığını anlayamayan siyasiler, sert mesajlarla en az tazyikli su kadar sert ve biber gazı kadar yakıcı olduklarının farkına varamadılar.
Masumiyetten çıktı demem, işin arkasında gizli örgütler, derin yapılanmalar var demek anlamına gelmesin, eylemcilerin içerisinde bu durumdan nemalanmaya çalışan, masumiyetine zarar vermek isteyen gruplar olduğuna inanabilirim ama bu eylemin özündeki masumiyetine hala inanıyorum.
Gezi Parkı'nda sabahın köründe yapılan "orantısız müdahale", uyuyan bir devi uyandırdı, her partiden siyasinin sözleri ise cini şişeden çıkarmaya yetti. Gürsel Tekin'in Gezi Parkı'nda Kemal Kılıçdaroğlu'nu arayarak, "Başkanım bizi öldürmeye çalışıyorlar, bizim ancak buradan ölümüz çıkar" sözleri de, Başbakanın, "Üç beş çapulcu mu karar verecek ne yapacağımıza" sözleri polisin TOMA'sına su, kapsülüne biber gazı oluyordu. Ve aslında tüm bunlar tünelin sonunda görünen ışık gibi tehlikenin ateşini gösteriyordu. İki taraf da ödün vermeyecekti.Tüm bunlara rağmen itiraf edelim, bir çoğumuz yine de bu eylemlerin masumiyetine inanmak istedik. Çünkü, Türk halkının hiç alışık olmadığı kadar sert sözler ve emrivaki çıkışlar bir "isyanı" gerektiriyordu. Bu isyan ruhunun çoktan ölmüş olduğunu düşünen insanlara Türk gençleri tarihe geçecek bir ders veriyordu. Sonra isyan çığrından çıktı, deniz akıllı durmuyor, dalgalarını vura vura sahili döverken, dalgalar normal karşılanırken, arkadan gelen Tsunami'yi kimse hesaba katmıyordu.
İsyanı çığrından çıkaran biraz da polisti! Ama sözüm asla görevini yapan polislere değil, Ankara Kızılay Meydanı'nda "bitse de eve gitsek" diyen yorgun polislerle konuşma şansım oldu. Bir eylemciye, "Emir geliyor biz ne yapalım, istersen gel yer değiştirelim" diyen polise de şahit olduk haber bültenlerinde. İşi çığrından çıkaran, "emri veren" di. Bulunamadı hala. Bir halkı polisiyle karşı karşıya getirmek aslında hiç kimsenin düşünmemesi gereken bir şeydi, çünkü bu birlik yapılanması içinde bu plan da tutmayacaktı. Açık hava marketi kurarak birbirlerini doyuran, kütüphaneller kurarak birbirlerine kitap okuyan, polisle Kandil Simidini paylaşan Türk halkı polisiyle karşı karşıya gelmeyecekti. İşte dün, Avcılar'da eylemciler polisle birlikte "Kırmızı- Beyaz- En büyük Türkiye" tezahüratları arasında tribün jargonundaki deyimle "üçlü" çektiler. Ders verdiler.
"Direniş" devam ederken, gençler ıslatılıp ıslatılıp gaza boğulurken, evinde oturan insanların bile boğazları yanarken, havadaki gazı içlerine çekip direnişlerine devam eden gençler marşlarla yürüyordu. Biter diyorduk, nereye kadar yürüyecekler, kaç gün daha devam edecekler diyorduk... Yorulmadılar, zehirlenmediler, hastalanmadılar... Hepimiz çok şaşırıyorduk.
Anlamadık. Haftasonu da geçsin, ertesi gün iş var okul var,
biter bu eylem diyenler yanılacaklarını bilmiyorlardı, çünkü bir
kere kırılmıştı isyan kapısı...
Her geçen gün artan bir kalabalık, her geçen gün artan şiddetle bir
ateş topu haline geldi, ülkenin dinamitini ateşleyecek bir ısı.
Isıyı düşürmek için uğraştıklarını zannedenler çıktı piyasaya.
"Sağduyulu olalım" son günlerin en çok duyduğumuz lafı. Vazgeçmeye
niyeti olmayan eylemcilere dokunarak bile geçmiyordu bu laf. Artık
okun yaydan çıktığını anlamayanların bir şey yapması gerekiyordu,
yurt dışından uyarılar gelmeye başladı, Amerika
"itidal" çağrısı yaptı, ama direniş kaleye
atılmış bir top gibi döne döne giderken havada, topun kaleye
girmesini engelleyecek bir savunma oyuncusu bulamadı
Türkiye.
Çünkü, "mesajı aldık" diyenlerin verdiği mesajlara takıldı herkes. Ülkenin Cumhurbaşkanı olayları yumuşatmaya çalışırken Başbakanın 4 gün süreyle yurtdışına gitmesi, muhalefet ve eylemciler tarafından "kaçmak" olarak algılandı. "Başbakan kurmaylarına, "ben gelinceye kadar yatıştırın" emrini verdi gitti" diyorlardı başka da bir şey demiyorlardı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "özür dileriz" açıklaması bile yeterli gelmedi kimseye, çünkü asıl beklenen, açıklamayı Başbakanın yapmasıydı. "Başbakan, isteklerimizi dikkate alsın, her şeyi kendi istediği gibi yapmasın"dı asıl mesele. Bu olaylar başlamadan önceki "2 ayyaş" lafı son damlaydı. Son bir kaç yıldır, ötekileştirildiğini düşünen insanlar bir anda sokakta buldular kendilerini ve arkalarına aldılar siyasileri.
Olaylar bir kartopu gibi büyüyüp çığ olma yolunda ilerlerken, siyasiler birer birer kayboldu alanlardan. Eylemi başlattığı kabul edilen Sırrı Süreyya Önder artık her gün Gezi Parkı'nda değildi, "bizim buradan ancak ölümüz çıkar" diyen Gürsel Tekin bir görünüp bir kayboluyordu. Zaten tüm bunlar yaşanırken Gezi Parkı'ndan atılan kartopları neredeyse 60 ile sıçramış her ilde birer çığ olmuştu. Kabul edelim ya da etmeyelim eylemlere işi sulandırmak isteyen gruplar karıştı, polisin uyguladığı sert müdahale ve siyasilerin "gazı" ise işin tuzu biberi oldu, buna rağmen birlik bozulmadı, kardeşliğe gölge düşmedi...
Tüm bunlar olurken, bugün Tunus'ta bir açıklama yaparak yüreklere su serpmesi beklenen Başbakan, giderkenkinden hiç farklı değildi. O Tunus'ta konuşurken, twitter'dan bir mesaj düştü önüme, "Bugün de evde oturayım, yoruldum diyorum ama Başbakan hala bizi anlamamış, o zaman Taksim'e." yazıyordu bir genç kız. Başbakan Tunusta'yken dağınıklığı toparlamak isteyen siyasiler de en az bu eylemin bir an önce daha fazla ölüm yaşanmadan bitsin isteyenler kadar şoke oldular eminim.
Gelelim Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne... Son 4 gündür neredeyse Genel Kurul'da konuşan bütün vekilleri dinledim, ve anladım ki 4 parti de eylemlerin bitirilmesine yönelik tek bir girişimde bulunmuyor, açık açık yazayım; Parlamentodaki hiçbir parti eylemin bitmesini istemiyor. Diyeceksiniz ki, haydi muhalefet istemiyor, iktidar partisi de mi istemiyor. Aynen öyle! Eylemler başlayalı 10 gün oldu, 10 günde bir tek "hah işte bu" diyebileceğiniz bir ses duydunuz mu siz? Ben duymadım. İktidara soruyorum, "Bu eylemin bitmesini istiyor musunuz diye, cevap EVET! Peki o zaman çıkın gerçekten onların istediği gibi bir özür dileyin, isteklerine kulak verin. Bu geri adım atmak olur diyorlar. Bülent Arınç çıkıp özür diledi diyecekseniz eğer, bu özre inana bir tek eylemci bulamazsınız, çünkü sözlerin devamında sürekli suçlayıcı cümleler ve tehditler olduğunu düşünüyor herkes., İçişleri Bakanı her açıklamasında polisi korudu, elinde sopayla eylemcileri döven sivil polisler hakkında bir işlem yapılmadı, Ankara'da polsiin kask numaraları gizlendi. Tüm bunlar, dilenen özürlerin samimiyetini sorgulatıyordu vicdanlarda... Zaten siyasilerde hiç aldırmadı bu duruma!
Muhalefet ise eylemcilere yakın. Onların da tek düşüncesi Başbakanın geri adım atması ve çıkıp tüm bunlar için özür dileyip, tüm bu olanlardan ders çıkarması. Yani onlar da bu eylemin bitmesinin ancak bununla mümkün olabileceğine inanıyorlar. Fakat şu da bir gerçek ki AK Parti, Başbakanı "yedirtmemekte" kararlı! Yani bugün ve sonrasında beklenen o açıklama hiç yapılmayacak. Çünkü iktidar partisi, Başbakanın özür dilemesini "karizmaya çizik" olarak değerlendiriyor.
Anlatmak istediğim şu, evinde olup biteni kaygıyla izleyen eylemcilerin ve polislerin anne babaları ve yakınları dışında bu eylemin bitmesini isteyen bir tek kişi yok ama en kötüsü parlamentoda da bu eylemin bitmesini isteyen bir tek siyasi yok!
Ne diyelim... #dayantürkiye