Bu aralar “Türkiye çok Büyük Millet Meclisi”
kürsüsünden ardı ardına gelen dikkat çekici söylemler
duyuyoruz.
İlgili konuşmaları kimimiz öfkeyle, kimimiz ise alkışlar
eşliğinde izliyor.
“Ayrılıkçı, eşitlik, hak, özgürlük, faşist, gerici,
bölücü, sizin değil!, bizim!” gibi kelimeler,
meclisin “TT
Listesini” oluşturmakta…
Aslında bu duyduklarımız,
Osmanlı İmparatorluğu sonrasında yaşanan ulus devletin inşası
“sürecinin” sancılarıdır.
Kurtuluş Savaşını birlikte yaşayan, savaş sonrası iç ve dış
göçlere zorlanan, türlü politikalarla doksan yıllık cumhuriyet
tarihinin iktidar mücadeleleri içerisinde “ziyan
olan-ezilen-ezen” insanların serzenişleridir.
Son bir haftada,
Bir yanda CHP İzmir milletvekili Birgül Ayman
Güler, “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit
olamaz” diyerek aynı anda farklı kesimlerin tepki ve
desteklerini üzerine çekti.
Dün CHP Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner, yine meclis
kürsüsünde Güler’in görüşünü desteklediğini açıkladı.
Keza diğer bir yandan, BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık
“…Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslardan,
Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz.
Haddinizi bileceksiniz!” sözleriyle sadece
“kendine demokrat” bir bilinçaltının mesajını
vermiş oldu.
Kabul etmemiz gerekiyor ki, temsilcilerimiz aracılığıyla bu
cümleleri sarf edenler “bizleriz”.
Ortada bir ayıp varsa, “bizim ayıbımızdır”.
Ve göreceksiniz,
Yeni anayasa yazımı sürecinde Alevilerin lehine ya da aleyhinde
olan yada,
“Sivas, 6-7 Eylül, Maraş” olayları, gayrimüslim
okulları yada faili meçhuller hakkında kimi kesimlerin öfke
duyacağı kimilerinin ise destekleyeceği yeni itiraflar
duyacağız.
Ki ileriki dönemlerde kutuplaşmalar artıp, “ortak
değerlerden” daha fazla pay alma mücadelesi sürdükçe bu
söylemleri sıklıkla işiteceğiz.
Ama bir gerçek var ki, o da açıkça konuşmamızın lüzumudur.
Çünkü toplumumuzun yıllardır içinde gizleyip sakladığı,
patlamaya hazır bu gazın alınması gerekiyor.
Yani sevabıyla günahıyla kendi yakın siyasal tarihimizle bir
hesaplaşmanın içerisine girmek, olmazsa olmaz bir ihtiyaç
artık.
Ortada bir “yara - yaralayan - pansuman imkânı”
varsa ve bu üçlü birlikte bir evde yaşamak zorundaysa;
seçebileceğimiz başka bir alternatifimiz yok.
Evet, duyduklarımız karşısında öfkelenebiliriz, zorumuza
gidebilir, sevebilir ya da sevmeyebiliriz ama kiri tozu halının
altına atmayı bırakıp, cesurca konuşmanın tam vaktidir.
Çünkü yeni bir sayfa için yeni uzlaşı noktaları yaratmamız
şart.
Ve yaşamak için gidecek başka bir yuvamız da yok.
Bu ev hepimizin.
Bu yüzden, daha temiz bir gelecek
için "ona" sahip çıkalım.