Herkes bir gelecek projeksiyonu peşinde. Bireysel olarak,
toplumsal olarak ve küresel olarak olarak etkilerini hesap etmeye
ve planlamaya çalışıyorlar...
Dünya tarihinde pek çok kez salgınlar ve bunlara bağlı yüksek
sayıda can kayıpları yaşandı. İnsanlık bu dönemlerin de etkilerini
birlikte göğüsledi. Geçmişte de salgınlar din, dil, ırk, cinsiyet,
yaş dinlemiyor ve bulaştıkları toplumları perişan ediyordu.
Günümüzde de aynı.
Geçmişin farkı, bu kadar hızlı yayılmıyordu. Fakat bu kadar
sağlık tesisi ve elemanı yoktu, ilaç eczacılık ve tedavi hizmetleri
bu denli gelişmemişti...
Dert büyük, dermanı da var. Bugün için tam bir tedavi yöntemi
tanımlanmamış olsa da, geçmişin vebasından, karahummasından,
kolerasından, İspanyol gribinden daha iyi bir ortamın olduğunu
kabul etmek lazım...
Onlar yaşandığı dönemlerde insanlık tedavilerini bulamamıştı...
Salgınları da önleyebilmiş değildi.
Şimdi hiç değilse, pandemi yani küresel salgın olarak
nitelendirilen bu hastalığa karşı etkin ve verimli önlemler almak
amacıyla tüm ülkeler birbirleriyle irtibat içinde hareket
edebiliyorlar. Eş zamanlı kararlar alabiliyor ve bilgi
paylaşabiliyorlar.
Aksi bir durum insanlığın çok büyük zarar görmesine yol açar ki,
hastalığın yayılımına bakınca hiçbir ülkenin, devletin, toplumun
veya bireyin işin kendisini ilgilendirmediğini söyleyebilme şansı
kalmıyor.
Hastalık her dinden, etnisiteden, cinsiyetten, yaştan, meslekten
insanları çok kısa sürede yakalayabiliyor ve etkiliyor.
Ölümler küresel çapta yirmi bini aştı. Çoğunlukla yaşlı ve
bağışıklık sistemi zayıflamış insanlar deniyor. Kurtulanlar da
oluyor. Kurtulanların ise bünyelerinde kalıcı olduğu düşünülen
tahribatlardan söz ediliyor.
Ülkemizde de kaynak ülkeye göre geç gelmekle birlikte her geçen
gün yeni tanılar konuluyor ve yeni ölüm vakaları ile
karşılaşılıyor.
Okulları uzaktan eğitime geçirdik. Sadece biz değil, dünyanın
neredeyse bütün üniversiteleri ve okulları bu uygulamaları
benimsedi.
Ülkemizde de gelişmiş ve akademik sıralamada en önde olan
üniversitelerle taşra üniversiteleri arasında bir yöntem farkı
kalmadı. Fark artık bazılarının alt yapılarının bu eğitime daha
önceden hazır olmasında. Diğer üniversitelerimiz de hızlı bir
şekilde bu altyapıyı kurmak zorunda.
Teknoloji uzaktan öğretime, sanal sınıflara imkân veriyor.
Üniversitelerimizin çoğunun alt yapısı müsait, olmayanlar için de
eğitim öğretimi sürdürmeleri için alternatif yollar öneriliyor.
Olması gereken budur. Eğitim öğretim süreçleri sıkıntıya girse
de bir yol bulunup devam ettirilmeliydi ve insanlarımızın bu
iklimden etkisi en aza çekilmeliydi. Eğitim öğretimi sürdürme
çabamız bu zor dönemin bize getireceğini bildiğimiz, gördüğümüz
kayıpları en aza indirmek içindir.
İnsan kaynağını kaybeden bir ülke tüm geleceğini kaybeder. İnsan
kaynağımızı kaybetmemek için eğitim şart. Çocuklarımızın ve
gençlerimizin iyi yetişebilmesi için bu ağır dönemlerin tam bir
kayıplara dönüşmemesi için tedbirli olmak gerekiyor.
Okulları mecburen evlere taşıyacağız. Öğrencilerimizi,
ailelerimizi ve öğretmenlerimizi bu sistem içinde tutmak gerçekten
büyük bir fedakârlık istiyor.
Bu arada biraz da kendimizi için konuşalım.
Moral bozacak, mukavemet azaltacak hiçbir söylentiye, düşünceye
ve yoruma itibar etmemek gerekli.
Yetkili ağızlardan duymadıkça gelen her bilgi teyide muhtaç ve
dolayısıyla doğruluğu kuşkulu olarak görülmeli.
Önerilen her bireysel hijyen ve salgının kırılması önlemi
titizlikle uygulanmalı.
Sosyal medya hayatımıza fena halde girdi, bağımlılığa
dönüşmemeli, bizi virüsten daha fazla etkilemesine izin
verilmemeli.
Kendimize okuma programı yapmalıyız. Evde kaldığımız anları
kazanca dönüştürmeliyiz.
Çok yiyip içmemeli, gerektiği kadar yiyip ev içinde
olabildiğince hareket ile obeziteden ve aşırı kilodan
korunmalıyız...
Ama Anadolu irfanının, aziz milletimizin yüce imanının o engin
hoşgörüsüyle ifade etmek lazım: "Bu da geçer ya hu!"