BTP'nin sözde soykırım tepkisi
Abone olBTP Genel Başkanı Haydar Baş, sözde Ermeni soykırım iddiaları konusunda “Böyle bir şey yok. Olan karşılıklı vuruşmadır. Siyasi irade de bu tezi savunmalı” dedi
BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Ermeni soykırım
iddiaları karşısında özgün tez geliştirmekte zorlanan AKP
Hükümeti’ne ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerine çarpıcı önerilerde
bulunarak, “Bu konuda milli duruşun ortaya konulup bağımsızlığımız
yüksek sesle haykırılmalı” dedi. Meselenin özü ve aslı BTP Lideri,
olayın aslını şu sözlerle izah etti: “Ermeni teşkilatlarının,
Hınçak, Taşnak teşkilatlarının organize ettiği, ayaklandırdığı
Ermeniler kışkırtmalar neticesinde, baskınlar yapıyorlar, evleri
basıyorlar, yolları kesiyorlar. Yani Türkler, Ermeniler tarafından
öldürülüyor. İşte bu yol kesen, ev basan insanlara karşı
çıkılmıştır. Bu, karşılıklı vuruşmadır. Bu vuruşmada senden de adam
gidecek, ondan da adam gidecektir.” Beklenen tavır Prof. Dr. Baş,
bugün siyasetten beklenmesi gereken tavrı şu şekilde ortaya koydu:
“Bu mukateledir. Biz, ölenlerin hiç birini kabul etmiyoruz. Ama bu
mukatelede müsaade et de benim elim taş toplamıyor, ben de üzerime
düşeni yapayım. Nitekim de bu yapılmıştır” diyeceği yerde ‘biz
tarihçileri getirelim konuşturalım’ diyorlar. Burada CHP’nin tavrı
da yanlış.” Mevcut iktidarın özellikle ABD ile ilişkilerinde
görülen teslimiyetçi hariciye politikası, işi ABD’nin Ankara
Büyükelçisi Edelman’ın “Cumhurbaşkanı Sezer Suriye’ye gitmesin”
anlamına gelen içişlerimize doğrudan müdahaleye kadar getirmesi
Türkiye’nin içine sürüklendiği durumu bir kez daha gözler önüne
serdi. İşte bu noktada tam bağımsızlıktan yana tavır koyan, kuvay–ı
milliye gerçeğini milletimize hatırlatmak için Anadolu’yu karış
karış arşınlayan Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) kadrolarının
lideri, Genel Başkan Prof. Dr. Haydar Baş, gelişmeleri
değerlendirdi. İbrahim Berk’in sorularını cevaplandırarak ülkemizin
karşı karşıya bulunduğu yeni vahim oyunlara karşı önemli uyarılarda
bulundu. İbrahim Berk– Muhterem Hocam, Türkiye özellikle 2001
yılından sonra hem içeriden hem dışarıdan tam bir kıskaca alınmış
durumda. O günden bu yana da siz konu ile ilgili
değerlendirmelerde, ikazlarda bulunuyorsunuz. Özellikle dış
politikada ABD ile ilişkilerden başlayarak konuyu açmak istersek,
Türkiye, Irak’ı işgal sürecinde Amerika’ya her türlü desteği
verdiği halde Türkiye’nin istediği yakınlığı bulabilmiş değil. Tam
tersine cezalandırılıyor. Bu ilişkinin geldiği noktayı
değerlendirir misiniz? Prof. Dr. Haydar Baş– ABD ile Türk
siyasetinin yakınlığı yeni değildir. Epey bir geçmişi vardır. Ancak
bu iktidar döneminde daha farklı bir döneme girdi. İktidar olmadan
evvel AKP kadrolarının Beyaz Saray yetkilileri ile yaptığı
ahitleşmede şayet iktidar olunursa istediklerini Türkiye
iktidarından alabilecekleri vaadlerinde bulundular. Hatta bu konuda
Beyaz Saray yetkilileri ile birlikte mutabakat metinleri de
hazırlandı. Malumunuz seçim sonrası henüz daha sayın Başbakanımız
Meclis’e girmeden bile Beyaz Saray tarafından taltif edilen, kabul
edilen ve de devlet başkanı ile görüşebilme imkan ve fırsatını elde
edebilen bir insan konumunda kamuoyunda tanıtıldı, tanındı.
Diplomatik gelenekler bile hiçe sayıldı İbrahim Berk– Diplomatik
geleneklere uymayan bir biçimde değil mi? Prof. Dr. Haydar Baş–
Sadece Türkiye’nin diplomatik görenek ve geleneklerinde değil dünya
diplomatik gelenek ve göreneklerinde böyle bir şeyin olduğu
görülmedi. Bu, bilahare izah edildiğinde “zaten bu mutabakat, bu
anlaşma seçim öncesi yapılmıştır. Seçim sonrası da bunlar gündeme
gelecek, hayat bulacak” denilmiştir. Artık o gün kendilerinin
verdikleri sözden hareketle “Biz büyük bir destek verdik.
Dolayısıyla bunun da karşılığını seçim sonrası isteriz” diye
Türkiye’den taleplere başlandı. Hatırlarsanız bazı havaalanları da
dahil olmak üzere sanki tezkere geçmiş, her şey olup bitmiş gibi
ABD’nin Türkiye üzerindeki talepleri hukuki bir zemine kavuşmadan
fiili bir zemine kavuşmuştur. Yani fiili bir ortamda onlar
hazırlıklar yapmıştır. Bütün bunlar olurken ABD’nin istedikleri
Türkiye’nin menfaatlerine de aykırıdır. Tabiî Türkiye’nin
menfaatlerine aykırı olan bu talepler, her ne kadar söz verilmiş
ise de bazı kurumlar tarafından kabul edilmedi. En azından bunun
bir uyarlı yolunun bulunması gerektiği ifade edildi. Kısaca ne
sivilin, ne kamuoyunun, ne de askerin kabul edemeyeceği istekler
doğrultusunda bu sefer sözle iktidara gelen bugünkü hükümetimiz
sıkıştı. Dolayısıyla aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.
İstiyor ama önünde birçok engeller var, veremiyor. Karşı taraf da
bastırıyor. Bu, işin bir versiyonu. İşin bir tarafı böyle. İktidar
kırmızı çizgileri yok etti Bir de ABD’nin çıkarları ile Türkiye’nin
çıkarları Kuzey Irak bölgesinde paralellik arzetmedi. Onlar fiilî
mânâda bir Kürt devletinin bu bölgede kurulmasını talep ederken
daha evvel Kıvrıkoğlu döneminde başlayan ve olması da zaruri olan
kırmızı çizgiler belirlenmişti. Bir taraftan ABD’nin istediği, bir
taraftan devletin devlet olarak koyduğu esaslar karşı karşıya
gelince iktidar, içinden çıkamayacağı bir durum içerisine girdi.
Kuzey Irak bölgesindeki tavizler, kamuoyu incitilmesin, asker
darıltılmasın diye yumuşak geçişlerle verildi. Yani verilmemesi
gereken büyük tavizler verildi. Malumunuz Kerkük bir Türk şehridir.
Aynı zamanda Kerkük, Musul, Türk coğrafyasıdır. Ve Türklerin tapulu
malıdır. Şimdi böyle bir %100 Türk milletine ve devletine ait olan
coğrafyadan da maalesef iktidar sayesinde milletimizin vazgeçme
durumu söz konusu oldu. Bunu da gören iktidar ne yapacağını
şaşırdı. “Evet! Biz burada ciddi tavizler veriyoruz ama bir de
arkamızda bize oy veren bir kitle var. Siyasi rakiplerimiz var”
diye hülasa iki arada bir derede kaldı. Amerika da “Yardımı ben
sana yaptım. Bunun karşılığı bu olamaz” diye bastırdı. Teslimiyetçi
hariciye politikasının sonucu İbrahim Berk– Hocam, Amerikan Savunma
Bakan Yardımcısı “bizi işgale Başbakan Tayyip Erdoğan
cesaretlendirdi” dedi. Prof. Dr. Haydar Baş– “Evet, niyetimiz vardı
ama nasıl olacağı hususunda endişemiz var iken Tayyip bey bizi bu
konuda ikna etti” diye dediğiniz gibi ifadelerde de bulundular.
Olayın bir farklı yönü daha var. ABD’nin bu coğrafyada bu kadar
iştahlı olmasının bir başka sebebi, Türk siyaseti üzerine
gelmesinin bir başka mânâsı da mevcut iktidarın gözü kapalı bir
hariciye politika uygulamaya başlamasıdır. Bu gözü kapalı hariciye
politikası öyle bir teslimiyetçi politika ki ne iç şartlar
düşünüldü, ne dış şartlar düşünüldü. Ne denilirse “evet” sözü
vermek gibi bir konumda bulunuldu. Şimdi bu sözler verilirken de
gerek iç baskıların, gerekse dışta tezahür eden olayların hakikaten
vahameti iktidarı da irkiltti. Bunu kabul edelim. İbrahim Berk–
Çünkü Amerika sadece Irak’ta Kürt devletini kurmakla Türkiye’nin
onu tanımasına mecbur bırakılmasıyla da yetinmedi. Şimdi Suriye’yi
hedefine koydu. Prof. Dr. Haydar Baş– Yani Türk siyaseti şu anda
mevcut olan Kürt siyasi akımını tamamen kabul etmiş durumdadır.
İbrahim Berk– On yıllık iddiasının tamamen tersine bir noktaya
geldi. Prof. Dr. Haydar Baş– Geldi. Talabani’yi kabul ettiler.
Talabani’nin Kuzey Irak bölgesinde yapacağı her türlü tasarrufa
Türk siyaseti “evet” demiş durumda. İbrahim Berk– Muhterem Hocam,
öyle bir anda buna “evet” dedi ki Türkiye, üç gün önce Talabani,
“Biz Diyarbakır’ı da isteriz. Muş’u da isteriz” dediği bir anda
Türkiye heyet göndererek adeta özür dilercesine “tamam bir federal
yapıyı kabul ediyoruz” demek zorunda kaldı. Prof. Dr. Haydar Baş–
Ama bütün bunların asıl sebebi baştan beri teslimiyetçi bir
politika ile ABD’ye teslim olmasından kaynaklanıyor. Yani realist,
akılcı bir hariciye politikası yerine ABD’ye tam teslimiyetçi bir
politika ile yola çıkıldı. Elbette ki bunun sonunda senin ne
kırmızı çizgin kalır, ne Kuzey Irak bölgesi politikan kalır, ne şu
kalır, ne bu kalır. Vahim bir oyunla karşı karşıyayız Çok daha
vahim bir şey var. ABD Kuzey Irak bölgesinde Türkiye’den istediğini
almakla da kalmadı. Bu sefer baskılarını arttırarak Suriye ve
İran’a yapabileceği bir askeri müdahale ile de bir noktaya gelmek
istiyor. Malum Büyük Ortadoğu Projesinde 22 İslam ülkesinin
tamamının şekillendirilmesi gerekiyor. Birinci Irak oldu. İkinci
Suriye, üçüncü İran olsun şeklinde halkayı genişletmeye çalıştığı
bir dönemin de başladığını görüyoruz. Şimdi ABD dünya kamuoyu
önünde çok ciddi darbeler aldı. İslam ülkelerinden daha evvel
aldığı destekleri tamamen alamaz hale geldi. Türk kamuoyunda %
85’in üzerinde “Amerika’yı istemiyoruz” baskısı ile karşı karşıya
geldi. Bir de Irak’ta yaşanan çok ciddi bir tecrübe var. “Biz
elimizi kolumuzu sallayarak Irak’a girer, herşeyi hallederiz” diyen
Amerika hiç de işin böyle olmadığını orada gördü. Irak
vatandaşlarının Amerikalı askerleri Saddam’a karşı kucaklaması
beklenirken bomba, tüfekle, topla karşılandılar. Hâlâ da bu direnç
devam ediyor. Bu bir kurtuluş mücadelesidir. Benim kanaat–i
şahsiyem de ABD burada kolay kolay rahat nefes alamayacaktır. Belki
de sonunun bu coğrafyada geleceği de mukadder olabilir. Böyle bir
durumda ne Suriye ne İran’a tek başına bir çıkarma yapması,
müdahalede bulunması hiç ama hiç mümkün değildir. O zaman kendisine
bu coğrafyada taşeronluk yapacak bir kiracıya, paralı askere
ihtiyaç var. Şu ana kadar ortaya çıkan politikalardan da benim
görebildiğim manzara “bu işi biz yapsak yapsak Türkiye ile yaparız
veya Türkiye’ye yaptırırızdır.” “Suriye mi önce olur, İran mı önce
olur? Biz burada bir şey yapacaksak Türkiye’siz yapamayız”
anlayışındalar. Benim kanaatime göre bu da yüzde yüz doğrudur.
Yanlış değildir. Baskının sebebi biraz da İran üzerine, Suriye
üzerine sürebilmektir. Şayet iktidar bu oyuna da gelirse Türk
siyaseti zaten şu ana kadar yaptığı yanlışı Cumhuriyet tarihi
boyunca değil bütün bir Türk İslam tarihi boyunca yapıldığını da
tespit etmemiz, böyle bir emsali bulmamız da mümkün değildir. Artık
bu yanlış böyle bir yanlış hareketle de desteklenir, daha doğrusu
Türk Silahlı Kuvvetleri bu saydığımız ülkelere karşı kullandırılma
aşamasına gelirse artık bu ciddi bir cinayet aşamasına ulaşır ki
Türk siyaseti o zaman kamuoyuna da derdini anlatamaz. Kendisini
katiyetle temize çıkartamaz. Onun için Türk siyasetinin şu anda
geldiği nokta çok nazik bir noktadır. Esasen bu nazik noktaya Türk
siyasetini getiren de bizzat siyasilerin kendisidir. Allah
milletimize yardım etsin, bu arkadaşları da ayıktırsın, diyorum.
ABD’nin yanıldığı nokta İbrahim Berk– Amerika, Türk kamuoyunun
Amerikan politikalarından nefret etmesinden kaygılı olduğunu ifade
ediyor ve hükümete “sen halkına Amerika’yı, politikalarımızı
sevdireceksin” diyor. Galiba bu aşamada bu vazifeyi vermesinin
sebebi de sizin ifade ettiğiniz gibi Amerika’nın Irak’ı işgalle
yetinmeyerek yeni işgallere hazırlanırken içeriden bir direnç
görmek istememesi. Ama Türkiye’de bir güzel gelişme var. Amerika’yı
asıl endişelendiren herhalde bu. İlk defa devletin stratejik
analizleriyle, devletin o devlet geleneğinden kaynaklanan
endişeleriyle milletin endişeleri buluşmaya başladı. Prof. Dr.
Haydar Baş– Zaten bugüne kadar bizim de üzerinde durduğumuz başta
gelen konulardır bunlar. Devlet ve milletin arasını açabilmek
istediler. Ama bu hadiseler devlet ve milleti buluşturdu. Artık
birbirini yargılamak yerine birbirinin güzelliklerine bakmak gibi
Allah’a şükürler olsun, güzel de bir tablo ortaya çıkmaya başladı.
Devletle milletin arasının daha da fazla açılacağını beklerken
tamamen bunun aksi oldu. Bilakis devlet ve millet kaynaşması
Türkiye’de gelişti. Bu durum, iki kurumun da siyasetin dışında
ABD’ye karşı tavır alması şeklinde şu anda tezahür ediyor. Bu da
onları ciddi şekilde endişelendirmektedir. Ayrıca ABD’nin yanıldığı
bir nokta daha var. Türk siyasetinin kamuoyunu, devlet erkanını,
ricalini bu konuda ikna edeceğini zannediyor. İbrahim Berk– Orada
biraz her halde bu şeyi gerçekleştirebilmek için iktidarla kendi
arasında problem varmış gibi bir tatlı sert kavga görüntüsü vererek
bunu sağlamaya çalışıyor. Prof. Dr. Haydar Baş– Doğrudur. Bunu
devreye koymaya çalışıyor. Ama bunda da yanılıyor. Çünkü burada
milli menfaatlere karar vermiş bir kamuoyu, milli menfaatlere karar
vermiş bir devlet iradesi var. Bunu aşmak şu görüntüde zor bana
göre de imkansızdır. Yani aslında ABD’nin girdiği süreç de eğer
basiretli siyasileri varsa geri dönmek olması lazım. “Evet biz
yanlış yapıyoruz. Asırlar boyu devam eden bir tecrübe neticesinde
vücuda gelmiş bu devleti kolay kolay bu coğrafyada biz oyuna
getiremeyiz. Siyasilerini bir noktaya taşırız. Ama o devlet
tecrübesini bir noktaya taşıyamayız” diye ayıkıp da bana göre bir
rücu hareketini başlatması lazım. İbrahim Berk– Yani Türkiye, 400
sene savaşmadığı bir komşusu ile Amerika istedi diye savaşamaz ve
savaştıramaz. Çünkü Türkiye öyle 100–200 senelik bir devlet
değildir. Prof. Dr. Haydar Baş– Türkiye bu coğrafyada bir kaç
devletten birisidir. Dolayısıyla binlerce yıl beraber olduğu
komşularını taa okyanusun ötesinden gelebilecek bir teklifin
hatırına terk etmesi, hele ona karşı düşmanca bir tavır ortaya
koyması kesinlikle beklenemez. Böyle düşünenler de zaten eninde
sonunda yanıldığını görecek ama bu yanılgı da faturasız
olmayacaktır.