Tarih 'devlet eli'yle yok edilmiş!
Abone olÜnlü hattat Dr. Süleyman Berk'ten iç yakan açıklamalar! Berk, Türkiye’de hat sanatının en güzel örneklerini taşıyan pek çok levhanın devlet eliyle yok edildiğini belirtti.
Süleyman Berk, Türk Edebiyatı dergisinin aralık sayısına yazdığı
‘Tarihi silmek’ başlıklı makalede, Bursa Ulucami’de bulunan Hattat
Abdülfettah Efendi’ye ait eşsiz güzellikteki levhaları örnek
gösteriyor ve 1927 yılında çıkarılan bir kanuna dayanılarak yapılan
tahribatın hangi boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor. Abdülfettah
Efendi’ye ait levhaların tahrip olmadan önceki ve şu andaki
fotoğraflarını birlikte sunan Berk, sözkonusu kanuna dayanılarak
yapılan bu tahribatı anlamsız buluyor ve “Kanun, Osmanlı
hanedanlarını öven ibarelerin kapatılmasını emrediyor; fakat mâbet
içinde bulunan kitâbe veya hat levhalarla ilgili bir hüküm
getirmiyor.” diyor.
Hemen her gün önünden geçtiğimiz pek çok tarihî yapı, cami, türbe,
çeşme ya da resmî binanın üzerinde duran, tahrip edilmiş veya
sökülmüş tuğra ve eski yazılar dikkatinizi çekmiştir. Bu tahribatı
yapanların tarihî eser hırsızları olduğunu düşünüyorsanız
yanılırsınız. Çünkü, 1927 yılında çıkan ve halen yürürlükte olan
bir kanuna dayanılarak yapılan tarihi eserlerdeki tahribat, bizzat
‘devlet eli’yle gerçekleştirilmiş. Nasıl mı? 28.5.1927 tarihli
kanun, “Resmi bina olarak kullanılan yerlerde Osmanlı saltanatını
temsil için konulmuş tuğra, arma veya hanedanı metheden kitabelerin
sökülerek müzelere konmasını; eğer yerlerinden kaldırılması esere
ya da binaya bir zarar verecekse, üzerlerinin eserin kıymetine bir
halel getirmeyecek şekilde örtülmesini...” emrediyor. Sanat
tarihçileri, Atatürk’ün yaşadığı dönemde birkaç istisna dışında bu
kanunun uygulanmadığını, uygulananlarda ise eserlere zarar
verilmemesi için azami özen gösterildiğini söylüyor. Ancak daha
sonra ‘Tek Parti’ döneminde pek çok savcı, kendini tarihi eser
avcısı yerine koyarak cami, türbe, çeşme ve resmi binalarda; tuğra,
arma ve Osmanlı padişahlarını öven yazı peşine düşmüş. Ve bugün
izahı güç, onarılması mümkün olmayan bir tablo ortaya çıkmış.
Tahribatın sayısız örneği var
Bu konudaki çok sayıda dramatik olayın en dikkat çekici
olanlarından biri, Bursa’da yaşanmış. Bursa Ulucami’de asılı olan
Buruc Suresi’nin 21 ve 22. ayetlerinin bulunduğu hat levhada, eseri
yazan Hattat Abdülfettah Efendi’nin imzasının bir kısmı, imzanın
içinde ‘hazine-i hassa-i şahane’ ibaresi yer aldığı için boya ile
kapatılmış. Yine Ulucami’de Abdülfettah Efendi’ye ait bir başka hat
levhanın durumu ise daha iç acıtıcı. ‘Allah Hu’ yazılı levhada
hattatın imzasının bulunduğu kısım tümüyle kapatılmış.
Ulucami’dekine benzer tahrip örneklerini çoğaltmak mümkün. Bunlar
arasında en çok bilineni, İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt
kapısındaki tuğra ve kitabeler. Kapının Beyazıt Camii’ne bakan
kısmındaki tuğra ve ‘Dâire-i Umur-ı Askeriye’ yazısının üzeri
mermer levha ile kapatılmış. Tuğranın üzeri bugün T.C. yazılı
mermerle kapalı, ancak yazının üzerindeki mermer levha daha sonra
sökülmüş. Yine aynı şekilde kapının iç tarafındaki tuğra ve Fetih
Sûresi de 1930’lu yıllarda mermer ile kapatılmış. Ancak, 1950’lerde
bunların üzerindeki mermerler sökülerek kapı, orijinal şekline
getirilmiş.
İstanbul Taksim’deki Galatasaray Lisesi’nin kapısındaki Osmanlı
tuğrası da yerinden sökülmüş. Bu tuğranın yerinde daha sonra Ziyad
Ebuzziya’nın girişimiyle yapılan taklit bir tuğra bulunuyor.
Geleneksel sanatlar üzerine yazdığı pek çok eserle tanınan sanat
tarihçisi Prof. Uğur Derman’a göre, kaybolan simgelerin en
önemlisi, Sultan Reşat tarafından Eyüp Sultan semtinde yaptırılan
mektebin kapısındaki kitabe. Osmanlı Devleti’nin ünlü
hattatlarından Hattat Vasfi tarafından yapılan kitabe, halen
yürürlükte olan bu kanun bahane edilerek söküldü. Sökülen kitabenin
de diğerleri gibi nerede olduğu bilinmiyor. Yine Teşvikiye
Karakolu, Ortakçılar Karakolu, Çarşamba Karakolu ve Çinili
Karakol’da bulunan arma ve kitabeler silinmiş. Karaköy Karakolu, bu
yapılar arasında en iyi korunanı. Yapının iç ve dış cephesi
orijinal halinde. Ancak Sultan Abdülaziz arması kırık olarak
yapının yanında duruyor. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in
Galata Kulesi’ndeki tuğrası ve Orhan Bey’in Bursa Gümüşlü’deki
türbesinin üzerindeki tuğra da kültürel tahripten nasibini almış
iki örnek.
Tarihi kayıtlara geçen bir başka olay da şöyle: Sultan V. Mehmed
Reşad, Eyüp Sultan’a olan hürmetinden dolayı bu semte defnedilmeyi
istemiş ve (vefâtında cenâzesini o sıralarda iktidarda bulunan
İttihâd Terakkî’nin ortada bırakacağından endişelendiği için) henüz
saltanatta bulunduğu yıllarda (1909-1918) türbesini Mimar
Kemâleddin Bey’e (1870-1927) inşâ ettirmiş. Türbesinin hemen yanına
da “Eyüp Sultan Reşâdiye Nümûne Mektebi”ni yaptırmış ve okulun
kapısının üstüne konulması için de bir kitabe yazdırmış. Ancak
okulun kapısının üzerindeki bu kitabenin yeri şimdilerde boş.
Sultanahmet’teki Cevrî Kalfa Mektebi’nin (şimdiki Türk Edebiyatı
Vakfı binası) yarısı kazınmış kitabesi de, bir utanç abidesi gibi o
günlerin hazin hatırasını aksettiriyor. Aynı yerde bulunan işlevsiz
haldeki çeşmenin tuğraları da aynı dönemde kazınmış.
‘Yapılanlar hukuka sığmaz’
Bu yıl Cumhuriyet’in 82. kuruluş yıldönümünü kutladığımızı
hatırlatan Uğur Derman, bir kanun bahane edilerek Osmanlı’ya karşı
yürütelen davrınışa bir anlam veremiyor: “Hangi hukuk anlayışına
sığan bir davranıştır bu? Şahısları beğenmeyen devlet, yeniden bina
yaptırırsa mesele kalmaz, biter. Ama eskiyi kullanacaksa bânisinin
ismini değiştirmek veya yok etmek hakkını nereden bulur? Kanun
metnini okuyunca, gâyet mâsumâne ifadeyle, kitabelerin müzeye
kaldırılmasından bahsedildiği görülüyor; fakat uygulanması Maârif
Vekâleti’ne bırakılınca bunların âkıbetini düşünebiliyor musunuz?
Tarihi eserler bir bir harap edilmiş.”
Haber: Abdullah Kılıç
Kaynak: