PKK'nın derdi Kürtler mi?
Abone olPKK'nın silahlı eyleme dönmesinin gerçek nedeni nedir? Ne istiyor PKK, Kürtler'in hakkını mı arıyor yoksa cezaevindeki APO'ya özgürlük mü? İşte merak edilen herşey.
Serbesti Dergisi Yazı İşleri Müdürü Ümit Fırat, PKK’nın yeniden
silahlı mücadeleye dönmesi ve Kürt aydınlarını hedef seçmesini
Aksiyon’a değerlendirdi. PKK’nın silahlı eyleme dönme amacının
sadece “Öcalan’a özgürlük” sağlamak olduğunu belirten Fırat,
silahlı mücadelenin Türkiye’ye de Kürtlere de zarar verdiği fikrini
savunuyor.
Eski bir siyasetçi olan ve ‘Kürt aydını’ kimliği ile öne çıkan
Fırat, Öcalan’ın tutuklu bulunduğu cezaevinde ‘görülmüştür’ imzalı
bir savaş talimatı verdiğini ifade ediyor. Fırat, bu durumun AK
Parti’yi zora sokmak ve AB reformlarını geriletmek isteyen ‘gizli
güçlerin’ oyunu olduğunu ileri sürüyor.
Fırat, Kürt aydınlar ve halk arasında PKK muhaliflerinin arttığını,
PKK’nın Hikmet Fidan cinayetinde olduğu gibi bu insanlara ‘gözdağı’
vermeye çalıştığını kaydediyor. Fırat, PKK karşıtı siyasi
arayışların olduğunu, ama PKK’nın bulunduğu alanı kapsayacak
silahsız siyasal hareketlerin zaman alacağını kaydediyor.
Röportaj: Erhan Başyurt - Haşim Söylemez
Kaynak: www.aksiyon.com.tr
-PKK öldürmek yoluyla, kendisine destek vermeyen Kürt aydınları
sindirmek istiyor iddiası var. Katılıyor musunuz?
PKK ortaya çıktığı dönemde, kendine ilk eylem alanı olarak bu
hususu seçti. Kendisinin dışındaki Kürt grupların üzerinde bir
baskı oluşturdu. 1979-80 döneminde kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri
öldürdü. O dönemde kendisi ağır yaralanıp arkadaşı ölen birisi var:
Ömer Ağaç. Türkiye Komünist Partisi’ndendi, hâlâ yaşıyor.
Diyarbakır’da kitapçı dükkânı basılıp yanındaki arkadaşı
öldürülmüştü. PKK’nın kendi içinde de bazı infazlar var.
-Ne tür infazlar bunlar?
Bazı eski PKK üyeleri internet sitelerinde ve mahkemelerdeki
itiraflarında açıklıyorlar. Selim Çürükkaya’nın kitabı var, Şemdin
Sakık’ın yazdıkları var. Yazdıkları yabana atılır şeyler değil.
Bugün ikiside de PKK’ya düşmandır; ama iddialarını yabana atmak,
söyledikleri her şey yalandır demek yanlış olur. Elbette bazı
abartılı şeyler olabilir. O dönemde itirafçılar vardı, Şahin Dönmez
böyle böyle iç infazlar oldu diye anlatıyordu. Benim 1989 yılında
Bursa cezaevinden birlikte tahliye olduğum bir genç arkadaşım
vardı; Dilaver Yıldırım. Dilaver’in askerlik sorunu olduğu için
Avrupa’ya çıkmak istiyordu. Bunun hayatına mal olabileceğini
söyleyerek ona karşı çıktım. Bir gün benden habersiz Bekaa’ya
kaçmış. Selim Çürükkaya, Dilaver, Bekaa’da nasıl infaz edildiğini
yazıyor. Buna benzer birçok infaz olayı var. İnsan hayatına yönelik
tehdit bu hareketin gelişimi içerisinde, doğasında var.
-PKK’dan size yönelik tehdit de oldu mu hiç?
Evet. 1991’de ben ve arkadaşım Ahmet Okçuoğlu ölümle tehdit
edildik. Bizleri ajan olarak nitelemişlerdi. Ya kararlarını
değiştirdiler ya da denk getiremediler.
-Buradaki yaklaşım “Kürtlerin haklarını sadece PKK savunur, onun
dışındaki örgütlerin yaşama hakkı yok.” şeklinde mi?
Aslında bu diktatörlüklere açık bütün örgütlerde var. Kendi
dışındakileri istemiyorlar. ‘Tandoğan sendromu’ var. ‘Ne lazımsa
biz yaparız’. Eğer Kürtler için aydın lazımsa ben tespit ederim,
sinema gerekiyorsa ben çekerim. Kürtler için roman lazımsa ben
yazarım. Öcalan’ın ‘aşk romanını ben yazacam, şiiri ben yazacam’
diye açıklamaları var. Bu Tandoğan sendromunun Kürt versiyonudur.
1990 döneminde bu bakımdan. Ahmed Arif’e, Yaşar Kemal’e, Yılmaz
Güney’e, Cemal Süreya’ya hain dediler.
-Diyarbakır’da öldürülen Hikmet Fidan sizin arkadaşınız mıydı?
Benim özel bir dostluğum yok. Ama iyi tanıyorum. Bu, davadan döneni
vur mantığıdır. Sadece faşist zihniyetlerde değil, komünist
örgütlerde de var. Davadan dönen vurulur.
PKK, aydınları sindirmek istiyor
-Size göre de Hikmet Fidan’ı PKK mı öldürdü?
Bütün işaretler, örnekleriyle birlikte onu gösteriyor. PKK
yöneticilerinden Mustafa Karasu yazısında, ‘Kürtler kimin
cenazesine sahip çıkacağını bilir, hainlerin cenazesine sahip
çıkılmaz’ gibi örtülü bir kabulde bulunuyor. Bütün ipuçları ve
adresler o yöne gidiyor. O olmazsa da onların oluşturduğu bu imajı
birileri kullanıyor.
-PKK muhalifi Kürt aydını kimliğinizden dolayı bugün yine hedef
olma potansiyeli taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Sansasyon yapmak için daha büyük gürültüler, patırtılar koparmak
için örgütlerin hareketleri var. Marksist ideolojinin bir
versiyonunda ‘silahlı propaganda’ diye bir metot var. Ne büyük güç
oldukları nı ve kendilerine itaat etmemenin nelere mal olacağını
göstermeyi amaç edinen bir propaganda. Zaten öldürme eylemi sadece
öldüreni cezalandırmak değil, diğerlerine ders verme amacı taşır. 4
milyon Sovyet yurttaşının Stalin tarafından öldürüldüğünü
yazıyorlardı. Biraz iyimserler 2 milyon diyordu. Gorbaçov döneminde
KGB belgelerinden 7,5 milyon Sovyet vatandaşının öldürüldüğü ortaya
çıktı. Bu devirde insanlar eserlerini, şiirlerini gizledi. Daha
sonraki yıllarda eserleri Batı’ya kaçırılan bu insanlar arasından
Nobel alanlar oldu. Bu tip eylemler toplumu kısırlaştırıp
verimsizleştiriyor. Kötüler örnek olur. İyilere yaşam hakkı
tanınmaz. Amaç burada iyilerin susturulmasıdır. Böylesi bir ortamda
pek çok Kürt arkadaşım geçmiş aylara nazaran daha az cesur
olacaklartır. Bu insan psikolojisidir. Bu insanî bir şeydir.
-Bu psikolojiden dolayı sizin veriminizde de bir düşüş oldu mu?
Hayır. Ben hiçbir zaman kabadayılık yaparak, ‘vurun ulan vurun’
diye ortaya çıkmadım. Benim tarzım değil. Ama ben bugüne kadar ne
yaptımsa, nerede kiminle görüştüm ise bu şekilde devam ettim ve
edeceğim. Birkaç ay içerisinde birkaç örnekle bu olay artırılırsa
birçok arkadaşımız zarar görecektir. Meslek örgütleri, aydınlar da
susacaktır.
-Hikmet Fidan da bildiğimiz kadarıyla, ‘kabadayı bir tavır’
sergilemiyordu…
Evet. Burada önemli olan onun mevcut siyasete verdiği zarardır. Onu
hesaba katmışlar. Örgüt içinde çok yüksek makamlara gelmiş birisi
Fidan. Kısa bir zaman içinde İstanbul il başkanı oldu, İzmir il
başkanı oldu. Genel başkan yardımcısı oldu. Parti içinde siyasi
olarak güçlü bir konumdaydı. Kimi ilişkilerinde genel başkandan
daha güçlüydü. Genel başkan bir eğreti olarak duruyordu. Fidan öyle
değil, gelenekten gelen birisiydi. O bakımından örgüt içinde
nüfuzlu bir arkadaştı. O camia içinde bazı insanlar artık daha az
cesaretli olacak.
-Hikmet Fidan’ın ölümünü protesto eden bildiride sizin imzanız
yoktu. Tercih etmediniz mi?
Metnin girişinde “Yaşamını Kürt halkının özgürlük ve demokrasi
mücadelesine adayan” cümlesine karşı bir tavırdı benimkisi. O
yaşamının çok önemli bir kısmını onu öldürmekle suçlanan yapının
içinde geçirdi. Ben o geçmişe saygı duymadığımı göstermek için imza
atmadım. Bile bile lades demek istemedim. Pek çok arkadaşım bunu
düşünmedi. Ama ben olayı kınıyorum ve faillerin karşısındayım.
Burada açıkça işlenmiş bir siyasi cinayet söz konusudur.
-PKK, silahlı eyleme dönmesine karşı çıkan Kürt aydınları hedef
seçiyor. Peki, PKK neden 1 Haziran 2004’te silahlı eyleme başlama
kararı verdi?
AK Parti hükümetinin seçim sonrasında iş başına gelmesiyle
birlikte, Abdullah Öcalan’ın avukat görüşmelerinde ortaya çıkan bir
durum var. Net olarak hükümet karşıtı bir tavır var. Genelkurmay’ı
eleştirilerinin dışında tutan, ancak hükümeti hedef alan bir tavır.
Sürekli olarak hükümet hedef alındı. Bana göre bu danışıklı bir
durum. Çünkü, hükümetin yıpratılması için en uygun zemin terör ve
silahlı ortamdır. Hiçbir hükümet buradan yararlı çıkmaz.
Dolayısıyla güvenlik güçleri, terk etmek zorunda kaldıkları sivil,
siyasi alanlara yeniden döner. Bunun örneklerini son dönem
çıkışlarında görüyoruz.
-Peki ortada bir ateşkes mi vardı?
Hayır, ortada bir ateşkes filan yoktu. PKK, daha önce savaşın
bittiğini, bir daha Türkiye’de silahlı eylem yapılmayacağını
söylüyordu. Bu konuda açık ifadeler vardı. Bir grup insanı dağdan
getirip teslim olmalarını istediler. Onlar Hakkari’de teslim olup
Van DGM’de yargılandılar ve cezalarını çekip çıktılar bile. Bir
grup Avrupa’dan gelip teslim oldu, bunların da birçoğunun cezası
bitti. Silahlarıyla teslim olup beraat etmelerini kimse
beklemiyordu. Yeniden silahlı mücadeleye dönmek için bu insana ne
demek lazım. Şimdi de operasyon var diyorsun. Hatta operasyonu
durdur diyorsun.
- ‘Operasyon dursun’ ile ne kastediliyor?
Bu, gerillalarımın bulunduğu bölgeyi tanı demek. Yani ben burada
duracağım, sen de bana dokunma demek. Bunun açılımı budur. O zaman
operasyon olur, sen oradaysan olur. Sen savaşı bitirdim diyorsun,
sonra başlatıyorsun. Sonra ateşkesi bitirdim diyorsun, bu ateşkes
olmaz ki. Sen savaşı başlatıp sonra barış çağrısı yapıyorsun, bu ne
anlama geliyor. Kim kiminle barışacak. Onların barıştan anladıkları
sadece Abdullah Öcalan’a özgürlüktür.
Mayınlar nasıl giriyor?
-Sadece “Öcalan’a özgürlük” için mi başladılar?
Türkiye özgürlükleri genişletiyor, imajını tazeliyor, yeni
açılımlar geliştiriyor. Ama bunu birileri içten ve dıştan
istemiyor. Şimdi mayınlar patlatılıyor. O yollara döşenen mayınlar
insanların kucağında dağdaki patika yollardan sürüyerek veya takla
attırarak getirilecek mayınlar değil. Bu mayınlar kucakta gelmiyor.
Çok hassas ve öyle de küçük değiller. O zaman “Kim yapıyor?” sorusu
sorulur. 5-6 ay önce Kara Kuvvetleri Komutanı “Türkiye’ye patlayıcı
sokuluyor.” diye bir açıklama yaptı. Sokulurken bunlar görülmüyor
mu? Peki bu nasıl içeri giriyor. C-4 patlayıcılar geliyor,
kullanıldıktan sonra bakın biz söylemiştik deniyor. Sınır güvenliği
diye bir şey var. Türkiye PKK’yı gerçekten bitirmek istiyor mu
istemiyor mu diye sormak lazım.
-Size göre, PKK bitirilmek istenmiyor mu?
Bence pek çok ülkenin kendisine aradığı ancak bulamadığı bir düşman
bulunmuştur. Soğuk Savaş sonrası düşman krizini bu şekilde aşmak ve
militarist etkinliği sürdürmek mümkün olmuştur. Dikkat edin,
Türkiye’de ordunun siyasetteki ağırlığı son aylarda yeniden arttı.
Türkiye’de insanların geleceğe ilişkin 15 ay önce iyimser
beklentileri muhafaza edilmiyor. Türkiye’nin uluslararası camiada
yeri kötüye gitti. Türkiye’nin önünü açacak birtakım reformlar
durdu.
-Peki bu çatışmanın bölge halkına bir yararı söz konusu mu?
Bu PKK’nın önderliğine yarar sağlamıştır, Türkiye’nin bir çatışma
ortamına girmesinden dolayı yarar sağlayan bütün yapılar
güçlenmektedir. Bu çatışmanın Kürtlere hiçbir yararı olmuyor. Bu
Kürtlere dahi iyi bir yaşam sunma adına yapılmıyor. Kürtlerin daha
büyük bir özgürlük ortamına kavuşacağı vaadinde bulunmuyor. 1999
ile 2004 arasında gittikçe genişleyen bir yaşama rahatlığı vardı.
OHAL bitmişti, inşaatlar başlamıştı, turizm gelişmişti. Kürtler
taleplerini, ihtiyaçlarını daha yüksek sesle ifade etmeye başladı.
Bir şeyi reddetmenin karşılığı silah ve namlu göstermek
değildir.
-Siz PKK’nın savaş kararıyla ilgili bir yazınızda “görülmüştür”
tabirini kullanıyorsunuz. Yani, bir onay mı söz konusu?
Devletin görünen ve görülmeyen elemanları vardır. Görünenler işte
bildiğimiz cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar gibi. Bir de
görünmeyenler vardır. O devletin bilinmeyen elemanlarınca görülen
bir şeydir. Bu tabiri askerî kültüre ve cezaevi kültürüne sahip
birisi olarak iyi bilirim. Zübeyir Aydar, Kandil’de “görülmüştür”
metnini okumuştur.
-Öcalan’ın bir mahkum olarak avukatları aracılığıyla ‘savaş
talimatı’ vermesini nasıl yorumlamak lazım. Bu Türkiye’nin
özgürlükler açısından çok ilerlediğinin göstergesi midir?
Hayır. Kapalı kapıların ardındaki kuvvetlerin güçlü olduğunun
göstergesidir. Özgürlük değil. Özgürlüğü kısıtlamak isteyenlerin
gücünün göstergesidir. Avukat görüşmelerinden anlıyoruz, Öcalan
bütün dünyadan haberdar oluyor. Bir radyo aracılığıyla dünyadaki
gelişmeleri, siyaseti takip ediyor. Bu nasıl sihirli bir radyo,
nasıl güçlü bir radyo anlamak mümkün değil. Bütün olan biteni ona
aktarıyor. Avukatlarına anlatırken radyoda dinlemiştim diyor. Bu ne
biçim radyo, biz niye dinleyemiyoruz? O sihirli radyosu
aracılığıyla olan bitenden haberdar oluyor ve siyasi kararlarını da
uygun yerlere iletebiliyor!
-Avrupa Birliği reformları kapsamında birtakım haklar uygulanmaya
başladı. Ancak, PKK’nın eylemi ‘bölünme’ korkusunu tetikleyeceği
için bu haklar daha geriye gitmez mi?
Maoist bir tez var. Der ki, “Nerede zulüm varsa orada devrim
olacaktır.” Yani bugün El Kaide’nin yaptığı da Batı dünyası ile
İslam dünyasını birbirinden uzaklaştırmaktır. İngiltere’de yaşayan
Müslümanların yüzde 60’ı İngiltere’yi terk etmek istiyormuş. Siz
iki toplumu ne kadar birbirinden uzak tutarsanız, sizin de
gerekliğiniz ve varlığınız o kadar önem taşır. Normal şartlarda
özgürlüklerin yaşandığı bir dönemde sizin gizli bir örgütünüz
olamaz, sizin bir askerî metodunuz olamaz. Ama kapalı bir ortamda,
düşmanca bir ortamda varlığınız önem kazanıyor çünkü siz silahlı
güçsünüz ve savaşıyorsunuz. “Kurt dumanlı havayı seviyor.” Bu
dumanlı havayı, ondan medet umanlar oluşturuoyr. Şimdi her şey
yeniden başlıyor, yollar kesiliyor, insanlar köylerinde taciz
ediliyor. Yeniden tabutlar, yeniden cenazeler... Bu savaş kimseye
yaramıyor, aslında PKK için günü kurtarma var ortada.
-PKK’nın yeniden silahlı mücadeleye dönmesi ile ilgili farklı
tezler var. İran ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılması için,
PKK’nın bölgede barınmasına göz yumulduğu iddia ediliyor?
Elinde bir kart olarak da koruyabilir. Bölge devletleriyle bazı
yaptırımlar ve pazarlıklar için böyle bir kozu rezervinde tutmuş
olabilir. Ama bugün için en zayıf şıktır. Kaldı ki, şöyle bir durum
da söz konusu. Amerika’nın PKK’ya saldırması, PKK’yı Amerika
düşmanı olan El Kaide ile işbirliğine itebilir. Sonuçta aynı
düşmana karşı ortak bir tavır oluşabilir. Bu çok uzak bir durum
değil.
-Siz Kürt hareketine hakim birisisiniz, bölgeyi de iyi
biliyorsunuz. Sizce bu gidişat nereye?
Bu çatışma tırmandırılırsa Türkiye’nin batıdaki platformlarda eli
son derece zayıflar. Türkiye’nin üstüne gelirler. Bu da Kızıl
Elmacılar, statükocular gibi yapıları güçlendirir. Dışarıdan sizin
iyiliğiniz için tembih edilen şeyleri, bunların, içişlerine bir
müdahale ve dayatma olarak göstermesi daha kolaylaşır. Türkiye aynı
zamanda dışarıdan ‘fırça yer’ ve bu da milliyetçilik duygularını
güçlendirir. Bu durum, reformcuların, özgürlükçülerin gerilemesine
neden olacaktır.
-Kürtler açısından nasıl olur?
Kürtler açısından da son derece geriletici bir durum olur. Türkiye
ne kadar kendi iç politikasından kopup uluslararası camiaya
açılırsa, hak ve hukuka yönelirse bu durum Kürtler açısından
iyileştirici bir etki oluşturur. Türkiye ne kadar içine kapanırsa
bundan en büyük zararı yine Kürtler görür. Türkiye yeniden içine
kapanırsa, o zaman Kürtler de başka arayışlara yönelecektir.
-Siz, PKK’nın Kürtleri artık temsil etmediğini söylüyorsunuz.
PKK’yı oluşturan bütün elemanlar Kürt sorununun neticesi sonucunda
bir araya gelmişlerdir. Ama bence PKK bugün Kürt sorununu çözmek
yerine iyice çetrefil hale sokmaktadır. Halen Kürtlerin önemli bir
kısmını temsil ediyorsa bile, Hitler de destek görüyordu.
Benimseniyor olması, o yapıyı temsil hakkını sağlamamalı.
-Leyla Zana farklı bir siyasi açılımla çıktı, ancak İmralı
güdümünden sıyrılamadı. Peki sizin gibi düşünen insanların yeni bir
hareket oluşturma durumu olabilir mi?
PKK’nın bu çatışmasından yararlı bir şey çıkmaz. Pek çok Kürt bu iş
böyle gitmez demektedir. Ama PKK yine de önemli bir siyasi ağırlığa
sahip. Bunu da kırmak kolay değil. Silahlı bir güç var, Kürtler
gibi toplumlar bu silahlı güçlere karşı boyun eğer ve itaat
ederler. Ve pek çok Kürt’ün yakını, kardeşi, ailesinden birisi bu
savaşın mağduru olmuştur. Bu nedenle örgüte etik bir vefa vardır.
Birdenbire karşı çıkmayı militan olarak ölen akrabasına saygısızlık
olarak görüyor. Bir rehabilitasyon süreci vardır kopması için. Yeni
çıkışların da devlet himayesinde olmaması lazım. Çünkü bu tekrar
antipati uyandırır. İşi bozan veya yapan devlet olmamalıdır. O
bakımdan bizim işimiz çok zor.
PKK’ya muhalefet büyüyor
-Peki siz, PKK’ya muhalif aydınlar ne yapıyorsunuz?
Biz o otoriteye boyun eğmemeye çalışıyoruz. Böyle düşünenlerin
sayısı artıyor. Bir yerlere bir şeyler yazmaya çalışıyoruz.
İnsanları doğru bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Kendi aramızda
toplantılar düzenliyor, neler yapabileceğimizi tartışıyoruz. Yüksek
sesle onlardan değiliz dendiği zaman tehlikeli olsa da başkaları da
bu sese kulak vermeye başladı ve veriyor. Ama siyasi olarak
örgütlenmek çok kolay değil. Bunu deneyen arkadaşlarımız oldu, hâlâ
denemek üzere yolda olan arkadaşlarımız var. Ama uygun bir desteği
bulamıyorlar. Neticede sizin düşüncenizi dolduracağınız alan,
yapmak istediklerinizi uygulamak istediğiniz alan PKK’nın bugün
doldurduğu alandır. Yani ben AKP’ye ya da CHP’ye veya MHP’ye oy
veren Kürtlerden çok, öbür tarafa oy veren Kürtlerin kazanılması
gerektiği kanaatindeyim. Bunların bir biçimde o politikayı terk
etmesi gerekiyor.
-PKK içinde bölünmeler olduğu söyleniyor, bu durum nasıl olur?
Kopmalar olur. Ve böyle de devam eder. Bu örgütü zayıflatır. Ama
daha cazip bir alan, bir gelişme zaman alır. Kısa vadede Kürtlerin
siyasi olarak PKK’yı aşıp kendileri için daha sağlıklı yapılar
kuracağına ihtimal vermiyorum. Ama bu umutsuzluk değil. Bugün
PKK’ya muhalefet eden insan sayısı, dünden çok daha fazla. Örgüt
2002 seçimlerinde tavan yaptı. ‘PKK borsası’ için tavandı bu.
Ardından mahalli seçimlerde ciddi bir başarısızlık görüldü. Bundan
sonra asla o ‘tavana’ ulaşamaz. Tabii, devlet yeni yanlışlıklar
yapmazsa.
ÖCALAN’IN ‘HAiN’ SUÇLAMASI AHMED ARiF’i BiTiRDi
“Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitabıyla çok geniş
kitlelere ulaşan ve şiirleri Ahmet Kaya tarafından bestelenen Ahmed
Arif sizin dostunuzdu. PKK’nın ‘hain’ ilân etmesi onu etkiledi
mi?
Ahmed Arif, 2 Haziran 1991’de öldü. O yaşarken şiddetli tehdit
dalgası yoktu. Hatta şiirleri PKK yandaşları tarafından da büyük
bir çoşku ile okunuyordu. Kalbim Dinamit Kuyusu şiirini 1973-74’te
yayımlamıştı. Refik Durbaş ile bir röportaj sağladık. Refik
Durbaş’ın röportajında bu şiirden dizeler alındı. 1990 yılıydı,
PKK’ya çok yakın olduğunu bildiğim bir genç bana gelip bu şiiri
bizim için mi yazdı diye sordu, ben hayır demiştim. Ama Abdullah
Öcalan o röportajdan sonra Ahmed Arif’e tavır aldı. Ama onun yakını
olarak çok iyi biliyorum. Son 5-6 ayında müthiş rahatsızdı ‘hain’
suçlamasına maruz kalmaktan. “Ya Ümit, ne istiyorlar benden?” diye
soruyordu. “Bu da mı başıma gelecekti.” diyerek müthiş bir üzüntü
yaşıyordu. Ölüm nedeni o mudur, değil midir bilemem ama morali
müthiş bozulmuştu ve onun kahrı ile vefat etti. PKK’nın tavrı onu
çok rahatsız etmişti. Benzer suçlamaya maruz kalan Cemal Süreya hiç
alınmadı. Yılmaz Güney zaten ölmüştü. Yaşar Kemal de pek üzerine
alınmadı. Daha sonra onlar Yaşar Kemal’i konuşmacı olarak davet
ettiler, değişik platformlarda yer verdiler. Böylece o da unuttu
gitti. Ahmed Arif çok duygusal olduğu için hiç unutmadı bunu.