Borussia Dortmund-Bayern Münih: Neden Almanya finali, neden şimdi?
Abone olLondra'daki UEFA Şampiyonlar Ligi Finali'nde iki Alman takımının karşı karşıya gelmesi, gözleri Almanya liglerindeki atılıma çevirdi. Spor yazarı Dağhan Irak, Almanya futbolundaki başarının nedenlerini irdeliyor.
Londra'da oynanacak UEFA Şampiyonlar Ligi finalini iki Almanya ligi takımı oynayacak. Dün oynanan Kadınlar Şampiyonlar Ligi finalini de bir diğer Almanya kulübü VfL Wolfsburg tüm tahminleri alt üst ederek kazandı. Özetle, bu yıl Avrupa futbolunun zirvesinde Almanya var. Peki neden?
Doğu Bloku'nun yıkıldığı, Bosman Kararları ve Avrupa Birliği mevzuat değişiklikleriyle futbolcu emeğinin serbest dolaşımının kolaylaştığı, kulüplerin yönetim ve sahiplik yapısının değiştiği 1990'lardan itibaren iki tür futbol “alt yapı”sı ortaya çıktı.
Burada “alt yapı”dan kasıt spor dünyasında sıklıkla anlaşıldığı
şekliyle futbolcu yetiştiren okullar değil, sosyolojik anlamıyla
üst yapı üzerinde etkili olan sosyo-ekonomik sistem.
Bu iki “alt yapı”dan biri, ekonomik küreselleşmeyle uyum sağlayarak futbolu serbest pazar ekonomisinin işleyişinin bir parçası olarak gördü. Diğeri ise İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren Avrupa'da hüküm süren “sosyal devlet” geleneğini takip ederek sporun tüm yurttaşların ortak faydası için yapılması gerektiğini öne sürdü. Bir diğer deyişle bir taraf “sermaye için futbol”, diğer taraf ise “kamu için futbol” anlayışındaydı. İngiltere birinci ekolün bayrak taşıyıcısı olurken, Almanya ve Fransa ikinci ekolü temsil ettiler.
Premier Lig örneği
Birinci tip “alt yapı”nın yarattığı “üst yapı” için Premier Lig rahatlıkla örnek verilebilir. İngiltere'de yıllarca uygulanan üst liglerin alt ligleri sübvansiyonu sisteminin kaldırıldığı, BBC/ITV yayın sisteminin dijital platformlarla değiştirilerek yayın gelirlerinin zirvedeki kulüplerde toplandığı bu sistem, küresel takım sahipliğinin de yolunu açtı.
Küresel ekonominin sorunsuz ilerlediği dönemde Premier Lig sistemi Avrupa klasının çok üstünde ekipler yarattı. Şampiyonlar Ligi'nin üst turlarında sermayeci futbolu benimseyen İngiltere ve İspanya kulüplerinden başkası pek görülmüyordu.
Ancak bu “alt yapı”nın iki büyük açmazı vardı. Birincisi, yalnızca ekonominin yolunda gittiği koşullarda sağlıklı işleyebilirdi. İkincisi ise, tepedeki birkaç kulüp dışındakine biçtiği “küçük balık” rolü, oyuncu gelişimini zorlaştırıyordu. Zengin kulüplerin genç takımlarında biriken yetenekli oyuncular, A takıma sürekli milyonlarca paundluk transferler yapıldığından yükselmekte güçlük çekiyor, pek çoğu daha küçük takımlara kiralanıyordu. Küçük takımların imkanları da bu sistemin sonucu olarak ufaldığından oyuncuların gelişimi duruyordu.
Bu, İngiltere Milli Takımı'na son derece olumsuz yansıdı; takımın oyuncu havuzu hiç olmadığı kadar daraldı. 2010 Dünya Kupası'ndaki 4-1'lik Almanya yenilgisi aslında dengelerin nasıl da değişmekte olduğunun bir göstergesiydi.
Almanya'da futbolun tabana yayılması
Aynı yıllarda Almanya'da, Futbol Federasyonu Başkanı Theo Zwanziger liderliğinde tüm ezberler bozuluyordu. Zwanziger'in yaptığı en önemli iş futbolu ülkenin tüm sosyal katmanlarına yaymak oldu.
İşe göçmenlerden başlandı; güven sorunu nedeniyle Almanya futboluna dahil olmak istemeyen, ailelerinin geldiği ülkeye göz kırpan oyuncuların varlığı anlaşıldı. Eyalet federasyonlarında bu sorunla ilgili masalar kuruldu ve başına göçmen kökenli insanlar getirildi. Güven sorunu aşıldı ve oyuncuların etnik kimlikleri ayrımcılık değil, saygı vesilesi oldu. (Almanya vatandaşı İlkay Gündoğan'ın Dortmund'daki formasında soyadının “ğ” ile yazıldığına dikkat edin). Özellikle Almanya'daki Türkiye kökenliler sisteme katılmaya başladı; Mesut Özil, İlkay Gündoğan, Serdar Taşçı gibi yıldızlar kazanıldı.
Bunun dışında kadınlar ve eşcinseller gibi daha önce futboldan uzak duran gruplar tribünlere çekilmeye başlandı. Tribünlerin maço ve dışlayıcı yapısı kırıldı. Futbolun içinde yer almak yediden yetmişe herkes için sosyal hayatın bir parçası oldu.
Bunun karşılığı olarak Almanya'nın oyuncu havuzu sürekli genişledi. Yetenekli oyuncu arzının yüksekliği ve dengeli lig politikaları sayesinde üst liglerle alt ligler, üst ligin zirvesiyle dibi arasındaki fark açılmadı. Büyük takımlarda oynamayan pek çok oyuncu daha mütevazı takımlarda yıldızlaşarak milli takıma kadar ulaştı. Bayern gibi geleneksel olarak katılımcı olmayan kulüpler bile bu sisteme uyum sağlamak zorunda kaldılar. Mart ayında buz gibi soğukta, üstelik aynı gün erkek takımının lig maçı varken Franz Beckenbauer'in küçük bir stadyumda Bayern'in Kadınlar Almanya Kupası maçını izliyor olması, algı değişiminin bir örneğiydi yalnızca.
Paraya değil, insana yatırım
Almanya'nın bugün İngiltere ve İspanya karşısında net bir üstünlük kurmasını iki nedenle açıklayabiliriz. Birincisi; Almanya küresel krizden diğer iki ülke kadar etkilenmedi. İkincisi ise; yukarıda anlattığımız gibi iki “alt yapı”dan biri paraya, diğeri ise insana dayanıyordu. Dolayısıyla küresel kriz Almanya'yı daha ağır vurmuş olsaydı dahi, Almanya'nın oyuncu kaynakları bundan çok daha az etkilenecekti.
Bugün Bundesliga takımları Premier Lig takımları gibi lig dışından on milyonlarca avroya oyuncu pek getirmiyor. Bayern gibi transfer çılgınları bile genelde transferi Almanya içinden hallediyor. Son dönemde Almanya'da yıldızlaşan yabancıların da birçoğu senelerdir ülkede top koşturuyor. Bütün bunlar kendi içinde sağlıklı işleyen bir sistemin işareti.
Ancak, 1990'lardan itibaren Premier Lig için yapılan “bileği bükülemezlik” kehanetlerinin Almanya için de yapılmaması gerekir. Birincisi; Almanya'da son yıllarda Bayern Münih ligin dengesini bozmaya başladı. Bu yıl Bundesliga puan tablosunda gördüğümüz dengesizlik, beş yıl önce pek karşımıza çıkan bir şey değildi. İkincisi; “sosyal devlet” anlayışı tüm Avrupa'da olduğu gibi Almanya'da da zayıflama riskiyle karşı karşıya. Futbol bundan doğrudan etkilenir mi bilinmez ama etkilenme ihtimalinin az olmadığını da görmek gerekiyor.
Bundesliga'ya gösterilen ilginin artması ve kulüplerin Avrupa başarılarıyla zirvedeki takımlar bu başarıdan daha çok maddi çıkar sağlamak isteyebilirler. Bu da Almanya'da “alt yapı”nın şekil değiştirmesine yol açabilir. İngiltere ve İspanya'nın, Fransa ve İtalya'nın yolunu takip ederek sistemi daha Keynesyen sayılabilecek bir yöne doğru rehabilite edeceklerini de düşünürsek, bundan bir beş sene sonra başka bir hikayeden bahsedebiliriz.
Ancak Almanya şimdilik doğru zamanda doğru sistemi uygulamış olmanın meyvelerini topluyor.