Borsaya endeksli gazetecilik
Abone ol"Borsaya endeksli ekonomi gazeteciliğinden rahatsızım" diyen Milliyet yazarı Osman Ulagay, Yeni Para dergisi ile yaptığı söyleşide ilginç açıklamalarda bulundu.
İşte Yeni Para’da yer alan söyleşi: - Siz çok tanınmış bir
ailenin oğlusunuz. Neden bir işadamı olarak devam etmediniz? Neden
gazetecilik? - Benim ailem Türkiye'nin ilk sanayicilerinden. Yerli
ilaç sanayiinde, 1950'li yıllarda ilk modern fabrikaya geçen
firmalardan biri. Benim de doğal olarak bu yapı içinde yer almam
öngörülmüştü. Ailede kimi eczacı, kimi kimyager, kimi de doktordu.
Hep ilaçla ilgili alanlardı bunlar. Eksik olan ayak, işin idari
yönüydü ve iş idaresi okumam düşünülmüştü. Ben de Robert Kolej’de
iş idaresi bölümüne başladım, fakat ikinci yılın sonunda tek bir
firma bünyesinde iş yönetmek fikrinin beni tatmin etmediğini
düşündüm ve ekonomi bitirmek istedim. Babam da çok demokrattı karşı
çıkmadı, ekonomiyi bitirdim. Buna karşın, gene de aile şirketinde
bir görev üstleneceğim düşünülüyordu. Aile firmasında çalışmak bir
çeşit hazıra konmak gibiydi. Patronun çocuğu, nasıl olsa başarılı
olurdum. Özel sektörde başka işlerde çalıştım. Mesela Manajans'ta
reklam işi yaptım. Kuruluş aşamasındaki Efes Pilsen'de satış
müdürlüğü yaptım. Ecza deposunda çalıştım... Fakat hep hevesim
öğrenmeye açık bir işte çalışmaktı. Mastır yapmaya İngiltere'ye
gittim. Oradan da Cumhuriyet gazetesine "İngiltere mektubu" adıyla,
öylesine yazılar göndermeye başladım. Onlar da yayınladı... - Peki
ailenizin istekleri... Sizi bugün İbrahim Ethem Ulagay'ın yönetim
kurulu başkanı olarak görmek de mümkün müydü? - Benim bu alanda
göstereceğim yeteneğe bağlı bir şeydi. Ayrıca firmamız da değişik
maceralar atlattı. Pürüzsüz bir yol izleyemedi. Bütün bu yol içinde
ben nerede yol alırdım pek bilemeyeceğim. - Belki de siz başta
olsaydınız hiç yaşanmazdı o maceralar? - (Gülüyor) Ama ben o
işadamı yeteneklerini de kendimde görmedim doğrusu. Benim
öğrenmeye, bilgiye eğilimim vardı. Buna karşılık bir hiyerarşinin
başında olmaya, böyle can alıcı pazarlıklar yapmaya pek hevesim
yoktu. Doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Öbür tarafta bir
seçenekte ısrar etseydim herhalde başarılı olamazdım diye
düşünüyorum. - İngiltere'den gönderdiğiniz yazılara para ödeniyor
muydu? - İngiltere'den döndükten sonra gazeteyle part-time ilişki
kurmayı sürdürdüm. Küçük bir telif gibi bir meblağ ödenmeye
başlamıştı. Cumhuriyet, haftada bir dünya ekonomisiyle ilgili bir
sayfa yapmama olanak sağladı. Tam da 12 Eylül dönemiydi. Günaydın
gazetesi, ayrı bir ekonomi eki vermeyi düşünüyordu. İşin başında da
Necati Doğru vardı. Bana teklif ettiler ve onlarla bu işi yapmaya
başladım. Yine part-time çalıştım. Fakat bundan kısa bir süre sonra
Hasan Cemal Cumhuriyet'in genel yayın yönetmeni oldu. Biz onunla
aynı kuşaktanız, ama çok da tanışmıyorduk. Cumhuriyet de bana
sürekli bir iş teklif etti. Ekonomi editörlüğüydü bu. O tarihten
itibaren de ben kadrolu olarak gazeteciliğe adım attım. Bir köşe de
açtılar bana. Bir yandan örenirken, bir yandan da yapıyordum bu
işi. - O dönemde gazeteciler çok para kazanmıyordu. Hele de
Cumhuriyet'in ücret politikası biliniyor. Ama siz zengin bir
ailedendiniz. Hayat standardınız farklı mıydı? - Cumhuriyet'te ben
ekonomi servisi şefiydim. Yazı yazıyor, ek işler yapıyordum. Oradan
aldığım ücret geçinmeme yetiyordu. O dönemlerde olay farklı
boyuttaydı. Gazetelerin çoğu Cağaloğlu'ndaydı. Biz vapur, dolmuş
kullanarak gazeteye gelirdik. Birçoğunun arabası yoktu. Olsa da
bırakacak yer yoktu. Başka bir hayat standardı yoktu. Aldığım para
da sıkıntı çektirecek kadar az değildi. İlk sıçrama Sabah'a geçince
oldu. Aldığım para birden üç katına çıktı. Özel sektörde bir
yöneticinin aldığı para gibiydi. 1993'te Milliyet'e geçerken ücret
yine katlandı. Ondan sonra da hep döviz kurlarına endeksli bir
şekilde yükseldi... - Yani siz aileden destek almıyor muydunuz? -
Babam 80'li yıllarda vefat etti. Dolayısıyla varis olarak hissedar
durumuna geldim. Fakat biz o şirketi 4-5 yıl sonra sattık. Artık
hiçbir bağımız yok. - Aralık yaklaşıyor. AB konusunda ne
bekliyorsunuz? - Çok ilerledik. Yaşanan süreç AB'nin vize vermesi
gerektiği yolunda. AB kamuoyunu buna hazırlamak lazım. - Peki
AKP'nin ekonomik programı devam ettirmesiyle ilgili ne
düşünüyorsunuz? Sizce Ali Babacan ödevlerini iyi yapıyor mu? -
Başlangıçta daha fazla kuşkularım vardı. Çok böyle “Kendi
isteklerimizi yapacağız” gibi demeçleri oldu. Ama hayat tabii çok
çabuk öğretiyor gerçekleri. Öğrenme kapasitesini gösterdi ve iyi
bir adaptasyon sağladı.Şu anda başarılı buluyorum. Tabii, burada
tek parti iktidarı olmasının önemi var. - Siz genellikle kötümser
yazılar yazıyorsunuz ekonomiyle ilgili. Deniz Gökçe, sizin kötümser
ancak verilere dayanan, ikna edici yazılar yazdığınızı söylemişti.
Peki siz kimleri beğeniyorsunuz? - Valla ben ekonomi yazarlarının
çoğunu takip ederim. Ben de analitik tarafı olan, veriye dayanan
yazıları daha çok dikkate alırım. Ama herkes her zaman aynı çizgiyi
tutturamıyor. Benim eleştirdiğim boyut, borsaya endeksli ekonomi
gazeteciliği daha öne çıktı. Bundan rahatsız oluyorum. Biraz daha
reel ekonomiye ağırlık verilmesi lazım. - Sizin hakkınızda
araştırma yaparken, küresel karşıtlığınız o kadar çok karşıma çıktı
ki, sizi büyük zirvelerde liderlere çeşitli eylem girişimlerinde
bulunan o küreselleşme karşıtı kişilerden biri olarak hayal ettim.
Sahi, böyle bir fırsatınız olsa ne yapardınız? - (Gülüyor) Valla
bir fantezim olabilir. Şiddet karşıtı olmama rağmen, içimden George
Bush'a sıkı bir tokat atmak geçebilir. Atarken de "Bu salaklığın
için" diyebilirim. O kadar adamı entelektüelliğe düşman olarak
görüyorum ki... Maalesef Kerry de ondan çok iyi değil. Ama daha
gelişmişi...