1977 yapımı Atıf Yılmaz’ın yönettiği ve usta oyuncu Sadri
Alışık’ın oynadığı çok sevdiğim siyah beyaz bir film var.
Filmin Adı “Seyehatname”.
Filmde Sadri Alışık, misafiri olan Amerikalı turisti İstanbul’da
bir semtten diğerine götürmesi gerekir. Ve onların yola çıktığı
gün, Neil Armstrong da Apollo
11'le Dünya’dan Ay’a doğru hareket eder.
Turist Ömer ve Amerikalı kızımız, film boyunca Ay’a seyahatle
ilgili haberleri de yanlarında taşıdıkları radyodan merakla
dinlerler.
Hikâye bu ya;
Bizimkiler bu yolculuk süresince trafik, belediye çukurları, kar
kış kıyamet, elektrik kesintileri ve türlü türlü belalarla
boğuşayım derken, İstanbul içinde bir yerden bir yere varıncaya dek
Neil Armstrong Ay’a onlardan çok önce varır.
Yani film, halimizi ironik olarak anlatan harika bir eser.
Eğer o günlerden bugüne doğru bir bakış atarsanız; neredeyse 40
yıl, birkaç nesil, onlarca hükümet geçmesine rağmen “dünden
bugüne pek de değişen bir şey olmamış” dedirten bir
fotoğraf karşımıza çıkmakta...
Mesela,
Daha birkaç gün önce Çorlu’da yeni devlet hastanesi önünde
TEDAŞ’a ait kamyonet belediye çukuruna düştü.
Eh, iki kar yağınca şehirlerimizin durumu ortada. Dün
İstanbul’da yaşananları gördük.
Daha kışın ilk günlerinde yüzlerce ama yüzlerce köy kar altında
kaldı. Yolları kapandı.
Sadece şu son 5 ayın istatistiklerine küçük bir göz atmanızı
öneririm.
Bilmem kaç insan soba gazı zehirlenmesinden öldü.
Bayramlarda seyranlarda trafik kazalarına kurban
verdiklerimiz,
Uyuya kalan otobüs şoförleri,
Düğünlerde kaza kurşunuyla ölen gelin - damat ve yakınları,
İş güvenliği olmadığı için ihmallerle iş kazalarında ölen
işçilerimiz,
Teçhizat sayımı sırasında yaşanan patlamayla kaybettiğimiz
askerler,
Uludere’de “çok pardon, sizi PKK’lı sanmıştık”
diyerek bombalanan köylüler,
Depreme dayanıklı olmayan binalarımız,
Hastanelerde yanlış iğnelerle, teşhislerle, ihmallerle
kaybettiklerimiz,
“Yahu bir şey olmaz” panzehriyle risk alıp
giriştiğimiz tüm ama tüm işlerimiz…
Ki daha bakın, “işkenceyle ölenlere, intihar eden
askerlere, kadın cinayetlerine, kan davalarına şuna buna…”
hiç girmedim.
Onları es geçtim.
Düşünün şu halimizi.
Bu yaşadıklarımızla bizden Amerika ve Avrupa’da başlayan
“21 Aralık Kıyamet” efsanesinden korkmamızı ve
yanı başımızdaki Şirince’ye kaçmamızı bekliyorlar.
Yahu, ülkece biz sevdiğine ölümle dalga geçerek “ben
senin için yaşamayı göze aldım” diyen bir TV kahramanının
izleyicisiyiz,
Atalarımızın onca “eşeğini sağlam ağaca bağla”
diye öğütlemesine rağmen, “Boşver! Allah korur, yürü
be!” diyen bir neslin temsilcileriyiz.
Bugün gidip bizim mahalle bakkalına ya da yoldan geçen taksiciye
“duydun mu? Kıyamet kopacakmış…” desem,
Orhan Baba’dan “Boş ver, biz doğarken ölmüşüz
yeğenim” diyerek yüzüme cevabı yapıştırır hemen.
Yani yaşadığımız bu ortam ve ortamın koşullarına karşı
oluşturduğumuz reaksiyonları göz önünde bulundurduğunuz zaman
anlayacaksınız ki;
Zaten bir “21 Aralık” girdabının içinde
yaşıyoruz.
Ve alışmışız bu hortumun içinde dönmeye.
Bu nedenle kıyametler bize vız gelir tırıs gider.
Ha, Maya’lılar böyle bir kıyamet deneyimi yaşamak istiyorlarsa
buyursun gelsinler ülkemize,
Gezip görsünler,
İşte o zaman anlarlar ki;
Bize her yer “Şirince”.