Amerikan siyahi lider Malcolm X, Afrika kökenli Amerikalıların
mücadelesinde ve tarihinde en önemli figürlerden birisi. Hayatı ve
ölümü ile ilgili birçok kitap yazıldı, belgesel çekildi. Ömrünün
son dönemini kamuoyu önünde yaşayan ve tüm hareketleri polis ve FBI
tarafından adım adım izlenen Malcolm, öldürüleceğini açıkça
söylemesine rağmen 21 Şubat 1965 tarihinde konuşma yaptığı New York
Manhattan’da suikasta uğradı.
Daha önce üyesi olduğu ancak zamanla yollarını ayırdığı kapalı
ve tuhaf bir dini grup olan Nation of Islam ile ters düşmüş ve
lideri İlayca Muhammed’e (Elijah Muhammad) sert eleştiriler
yöneltmeye başlamıştı. Bunun için ölüm tehditleri alıyordu ve bir
hafta öncesinde de evi kundaklanmıştı.
Göz göre göre gelen bir ölüm idi.
Muhammed Abdurrahman, yönetmenliğini Rachel Dretzin ve Phil
Bertelsen’in yaptığı ve Malcolm X suikastını araştıran oldukça
detaylı bir belgesel çekmiş. Malcolm X’i Kim
Öldürdü? adlı 6 bölümlük belgeselde Malcolm X’in ölümünün
detayları irdelenirken aslında kapalı bir dini yapının işleyişi ve
yapının üyelerini kontrol altına alırken kullandıkları retorik ve
propaganda araçları da göz önüne seriliyor.
Toplam 5 kişiden oluşan suikast ekibinden biri (Talmadge Hagan)
olay yerinde canlı yakalanıyor. Hapishanede nedamet getirerek
Müslüman olan ve adını Mücahit Abdul-Halim olarak değiştiren Hagan,
suikasta 4 kişinin daha katıldığını söylüyor ama ısrarla kendisi
ile beraber cezaya çarptırılan iki kişinin masum olduğunu
savunuyordu. Ancak suçsuz iki kişi kendisi ile berber yirmişer yıl
hapse mahkûm edildi ve dava kapatıldı. Diğer 4 kişi ise
bulundukları bölgede bilinmelerine rağmen hiçbir ceza almadan
hayatlarına devam ettiler. Üstelik de fanatikler tarafından el
üstünde tutularak. Malcolm X’in canını alan kurşunları ateşleyen
silahı tutan el, ömrünün sonunda oldukça prestijli bir toplum
önderine dönüştü. Hatta bir ara demokrat parti için başkan adaylığı
yarışına katılan ABD’li senatör Cory Booker’in tanıtım videosunda
da göründü.
Suikastın Afrika kökenli Amerikalıların modern dini/etnik/siyasi
yapılanmasını da içine alan daha aşkın bir yönü var ancak
fanatizmin ve cehaletin istismarına dair evrensel bir örnek de
sunuyor.
Belgeselde röportaj yapılan ve X’in canına kıyan suikastçıların
üyesi olduğu Newark’daki 25 numaralı tapınağın eski üyesi Amin
Nazari’nin söyledikleri ise modern dünyanın röntgeni gibidir.
Başlıktaki ifadeye ilaveten, “Öldürülmesi kaçınılmaz idi. Ya
Philadelphia’dan ya New York’tan ya da İlayca Muhammed’e bağlılığın
ve sevginin çok yüksek olduğu başka bir yerden... Sadece Newark
ekibi birinci oldu”, diyor Nazari.
Liderlerine sorgusuz bir şekilde bağlı otomatların, lideri
eleştiren bir insanı öldürmek için yarışmaları elbette ilkel ve
rahatsızlık verici. Ama benzeri bir durum tüm kapalı devre
dini/seküler sistemlerde halen de mevcut ve çok da tanıdık bir
tavır. Şimdilerde sosyal medyada aykırı fikir ifade edenlerin
kamuoyu baskısı ile susturulma çabası da aynı şekilde bu tavrın bir
uzantısı. Herhangi bir haber portalındaki haberlere yapılan
yorumlar veya sosyal medyadaki dijital şiddet öğeleri de bu tavrın
diğer görünür halleri. İşin ilginç yanı, herkes başkasındaki
fanatizmi görüp teşhir ederken kendi fanatizmini normal
sanıyor.
Fanatizm çok kullanışlı bir o kadar da tehlikeli bir silah ve şu
an tüm dünyada toplumsal barışı tehdit eden birinci öğe bana göre.
Eskiden sadece kapalı bazı yapılara has bu fanatizm, belli
şekillerde toplumun hemen her katmanında boy göstermeye başladı.
Refah seviyesi arttıkça azalan bir eğilim gösterse de Norveç’te de
rastlıyoruz bu tavra Madagaskar’da da.
Fanatizm tarih boyunca hep vardı ve muhtemelen hep var
olacaktır. Ancak yönetilebilir seviyelerde tutulması ve toplumun
tüm kesimlerine yayılmasının önünün alınması, toplumsal barış için
oldukça önemli/gerekli.