Siz erkekler hem bayanların futbola uzak olmasından şikayet
edersiniz, hem de yorum yapmaya kalktıklarında "elinin
hamuru ile futlbola karışma" der susturursunuz... Kabul
ediyorum! Biz biraz daha farklı bakıyoruz futbola...
Ben stada gittiğimde, ilk on dakika sahada olup biten her şeyi
kaçırırım... Bunun nedeni gözümü seyirciden alamamamdır...
Malum görüntü bizi cezbeder...
Sadece bu değil...
Numara yapan futbolcuya tahammül edemeyiz...
Faul almak için kendini yalandan yere atana
-ki benim takımımdansa- fena halde uyuz olurum...
Çirkef futbolcuyu da sevmeyiz biz bayanlar...
Centilmenlik isteriz...
Takımını alkışlayan taraftardan çok, rakibin güzel oyununu
alkışlamayı bilen izleyici ile gururlanırız...
İşte farklılıklarımız bunlar bizim...
Ve bunlar bizim futboldan anlamadığımız anlamına gelmez değil
mi?
Sadece bizim kriterlerimiz, siz
erkeklerden biraz farklı...
MAÇIN YILDIZLARINA GELİNCE...
Buyrun!
Elimin hamuru ile hazırladığım liste;
İlk sözüm Mehmet Aurelio'ya...
Bu kadar mı çalışkan olur bir futbolcu... Bu kadar mı ruhuyla
oynar... Bu kadar mı profesyonel, bu kadar mı beyefendi, bu kadar
mı mütevazi olur... Mehmet Aurelio ise adı,
evet tam da böyle olur...
PSV Eindhoven maçının kahramanıydı...
Hoş kahramanı olmadığı maç da yok ya...
Yorulmuyor, pes etmiyor, tembellik kelimesini bilmiyor...
Alex belki bir hareketi ile maçı alıyor ama Aurelio 90 dakikanın
her anına terini akıtıyor...
Milli takıma da işte bu yüzden çok yakışıyor...
Tıpkı Mehmet adının ona çok yakışması gibi...
Orta sahanın diğer yıldızı Deniz Barış'ın Fener'e
geldiği ilk yılı hatırlıyorum. Bir maçta takım tam
hücuma çıkarken bir top kaptırmıştı...O top dönmüş gol
olmuş, Fener seyircisi Deniz'e güvenini yitirmişti... Sonra sihirli
bir değnek değdi sanki Deniz'e...
Topu ayağına aldığında yüreğimizi ağzımıza getiren Deniz gitti,
güven ile izlediğimiz kendisi ile "Barış"ık Deniz geldi...
Şimdi onu her izlediğimde, o sezonki toleranssız halimden
utanırım.
Ah şu Gökhan Gönül var ya...
Fatih Terim'in
gönlünü hala nasıl çelemedi anlamış değilim...
İleri çıkışları, mükemmel zamanlaması ve en önemlisi gönlü ile
futbola sevdalı olması onu ayrıcalıklı kılıyor... Fener seyircisi
onu çok sevdi, çok da sevecek gibi... 87. dakika Zico onu oyundan
alıp, 50 bin taraftara alkışlattı... O da bu alkışı fazlasıyla hak
etti...
Semih Şentürk gecenin diğer yıldızıydı...
İddia
ediyorum, o golü Kezman atamazdı.
Semih'in en beğendiğim yönü ise rakip kale önünde dikilip, top
gelsin diye bekleyen tembel forvetlerden olmaması... Bir dakika boş
durmadı... Presi ilerde başlatıp, PSV'nin oyun kurmasını engelledi.
Savunma da ondan çok ama çok çekti...
Roberto Carlos için söylenecek şey yok...
O
gerçek bir star... Bu sözüm futbolu için değil...
Sahadaki incelikleri için...
Bir pozisyonda rakip takımdan Farfan, Deniz ile çıktığı kafa
topunda sakatlanıp yerde kaldı... O anda yanı başında biten isim
Roberto Carlos'du... Tedavisi süresince başında bekledi, sağlık
durumuna özel ilgi gösterdi... Aynı şekilde faul yaptığı her
pozisyonda, rakip futlolcuların gönlünü alması çok hoştu.
Hırs iyi bir şey ama böyle incelikler fair play adına çok
daha güzel...
Bir parağrafta Volkan için açmak
istiyorum...
Geçen yıl bütün taraftarı sinir hastası
etmişti...
O yüzden sezon başından beri ona karşı antipatim olduğunu itiraf
etmeliyim... Ama bu maçta kusursuz bir oyun ortaya koydu.
Sonunda o kendine, Fenerliler de ona güvenmeye başladı.
Doğruya, doğru...
Şu Zico'yu geldiği günden beri hiç
sevmedim...
Ama transfer döneminde takıma
kattığı futbolcuların performansına baktıkça, galiba sevmek zorunda
kalacağım... Yasin, Gökhan Gönül, Gökçek Wederson ve Colin Kazım
buna sebep olacak...
Fener seyircisi de özel bir alkışı hak
etti...
Maç boyunca hiç susmadı, rakibi ıslıkları ile
boğdu, takımını çoşkulu sloganları ile ateşledi. 12.
adam görevini kusursuz yerine getirdi.
Tıpkı kusursuz bir oyun sergileyen sahadaki 11 gibi...
Bu mükemmel oyunun darısı lig maçlarına diyorum...
Zira o kulvarda hala ecel terleri döküyoruz...