Bitirin bu rezaleti!
Abone olÖnce şöhretle tanıştılar sonra ölüm ve skandalla. Şimdi kolay şöhretin bedelini ödüyorlar .
Televizyondaki renkli dünyayı gerçek sandılar ancak kısa yoldan şöhret olmak ve bu gösterişli dünyada yer almak hiç de kolay olmadı onlar için. Şimdi adeta kolay yoldan kazandıkları şöhretin bedelini ödüyorlar
Geçtiğimiz günlerde yapılan fuhuş operasyonu, toplum üzerinde derin tahribat yaratan ve bu yönüyle eleştirilen bazı TV programlarının etkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Operasyonda aralarında BBG Evi'nden tanıdığımız Hülya Yamanoğlu ve 'Benimle Evlenir misin' evinden Sinem Umaş'ın da bulunduğu 20 kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınan kadınların ortak özelliği ise "şöhret"!..
Bir evin içine tıkılan onlarca yarışmacı. Hepsinin tek amacı şöhret ve yıllarca özendikleri renkli ha-yata kavuşmak. Ama kolay kazanılan şöhretin de bir bedeli var. Çok değil daha altı ay önce 'Benimle Evlenir misin?' programından Ata Türk, bir otel odasında yüksek dozda uyuşturucu aldığı için ölü bulunmuştu. Gelin adayı Sinem Umaş'la yaşadığı ilişki ile adını duyurmuştu Ata. 'Kullan - at' kültürünün yeni kurbanları, şöhret olma hırsıyla gözetleme evlerinde kısa süreliğine de olsa emellerine ulaştı; ama söyledik ya kısa bir süre... Ata'nın ölüm haberinin üstünden çok da zaman geçmeden iki genç kadın şöhretin bataklığında çıktı ortaya. Onlar, televizyonların baştan çıkarıcı yayınlarına aldandılar. Ekranlarda boy gösterip kitleleri oyalamak görevini yerine getirmişlerdi bir müddet. Ancak bu renkli dünya onlara da ağır bedeller ödetmeye başladı. Suçlu kimdi? Şöhret isteyen gençler mi, yoksa medya mı? Konunun uzmanları ve sanat camiasından isimler bu sorunun cevabını aradı bizler için.
Medya insanları sömürüyor
Türkiye'deki ahlaki çöküş 1980'lerde başladı. Rahmetli Özal'ın iyi işlerinin yanında kötü icraatları da oldu. 'Benim memurum işini bilir' açıklamasının ardından skandallar, çalmalar, çırpmalar ve suistimallerle bugünlere geldik. 1999'daki meş'um deprem ve 2001'deki ekonomik kriz de Türk toplumunun direnme gücünü kırdı. Diğer yandan tüketim kültürü alabildiğine hakim oldu. Daha iyi yaşamak isteyen ama bunun için imkanı olmayan gençler alt yapıları da sağlam değilse namus ve kültüründen taviz vermeye başladı. Özendiği o renkli hayatı yaşamak için ne kadar taviz varsa verdi. Bir ülkenin ekonomik ve kültürel olarak gelişmesinde çok önemli bir payı olması gereken medya bu durumdan istifade ederek o insanları tahrik edip sömürmeye başladı. Bugün niye ısrarla bu programlar yapılıyor? Çünkü varoşlarda, gecekondularda oturan çocuklar gönüllerinde bir sürü istek ve kafalarında hayallerle yaşıyor. Medya tarafından kendilerine gösterilen parıltılı hayatla bu gençler tahrik ediliyor. Bugün dans müsabakaları ve Allah'ın belası bir sürü program sanki hiç doğru dürüst adam yokmuş gibi bir sürü homoseksüel veya kadın kılığına girmiş erkekler tarafından takdim ediliyor. Bu hem gaflet, hem ihanettir. Kuşum Aydın, Huysuz Virjin, Fatih Ürek hepsi için söylüyorum bunları. Ayrıca gece kulüplerinde şarkı söyleyen bir sürü insan aracılık yapıp kadın satıyor. Eroin, kokain bütün bu pislikleri onlar yapıyor. Ne yazık ki ülkemiz bu şekilde medyanın da yardımıyla içten çökertiliyor.
Kullanan da teşhir eden de aynı
Öncelikle sorgulamamız gereken, bu insanların gözaltına alınmalarının bu biçimde teşhir edilmesinin hukuki sakıncaları bir yana insani ve toplumsal tehlikeleri. Bu şekilde teşhiri sakıncasız gören ve bundan gizli bir keyif alan zihniyet, bir grup insanı yapay bir topluluğun yapay koşullarında kobay gibi yaşatan zihniyetle akraba. Sadece fiziksel özellikleri nedeniyle bu insanları öne çıkartan kitle iletişim araçları, şimdi aynı insanların bedenlerini yeni bir malzeme olarak karşımıza çıkarıyor.
Gösteriyle başladı ama...
İlk önce Biri Bizi Gözetliyor (BBG). Sonra 'Benimle evlenir misin'. Ardından 'İkinci Bahar'. Nihayet anneler girdi evlerin içine ve genç kızlar sordular 'Size anne diyebilir miyim?' diye. Sonunda bir 'milli anne', bir 'milli gelin' ve bir de 'milli damat' çıktı bu dünyadan. 'Milli damat' Ata Türk, bir otel odasında trajik bir sonla noktaladı hayatını. 'Milli anne' Semra Hanımı oğlunun ölümü bile şov dünyasından ayıramadı. Unutulan 'milli gelin' de önceki gün düzenlenen bir fuhuş operasyonunda çıktı ortaya. Tanışmıştı o da özendiği o makyajlı, parıltılı dünyanın arka sokaklarıyla.
Neden değer kaybı
Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı (Sosyolog- Muğla Üniversitesi): Birkaç gündür medyada yoğun bir şekilde işlenen operasyonun gerçeklik değerinin ayrıca tartışılması gerekir. Çünkü bu bir etik ve hukuk sorunu olarak gelişiyor. Mevcut yaşam tarzlarının kimseyi tatmin etmemesi, herkesin kültürel evreninden bir an önce uzaklaşma arzusu, toplumumuzda ciddi bir değer ve huzur kaybının varlığına işaret etmektedir. Sanatçı tanımlaması da hızla hafifleşmektedir. Muhtemel felaket, beklenen bir kadere dönüşmüş durumda. Bence sorun kendi içinde yetmezlik olarak değerlendirebileceğimiz bir toplumsal zayıflıktan besleniyor.
'Netekim Toplumu'nun kaçınılmaz sonucu
Berhan Şimşek (CHP İstanbul): Raiting uğruna televizyonlarda olmadık saçmalıklar yapılıyor. Kuşum Aydın, Sabah Sabah Seda Sayan ile güne başlayıp kaynana programları ile devam ediliyor. Tüketim toplumu haline getirildik. İnsanlarımızı tiyatro ve sinema yerine televizyona mahkum hale getirdik. 1980'lerden başlayan geleneksel kültürü yoketme politikalarının neticesi. 'Netekim Toplumu'nun sonuçları bunlar.
Atilla Maraş (AK Parti Ş.Urfa): Televizyonlarda büyük bir rezalet yaşanıyor. Televizyonlarda bu insanlar topluma örnek olarak sunuldu. Bunlar da bir günlük şöhretin neticelerinden sonra bu tür yollara tevessül ettiler. Olumsuz yayınlar giderek artıyor. RTÜK'ü göreve davet ediyorum.
Aile kurumu yıpratılıyor
Fatin Arıkan (AK Parti K.Maraş): İnsanlar artık çocuklar ile oturup televizyon izleyemez hale geldi. Ekranlarda hergün birbirini aldatan insanların görüntülerine yer veriliyor. Aile kurumu yıpratılıyor. Televizyonların ortaya çıkardığı toplumsal erozyon bu tür olaylara yol açıyor.
Sistem sırtımızı sıvazlıyor
Ünsal Öskay (Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı): Medyada, haberlerden tutun da bu tür eğlence programlarına kadar yapılan iş, küçük insanların dünyasını yaldızlayıp süsleyip, bu dünyayı ve bu dünyada yaşayanları izleyiciye, okuyucuya satmaya dönüştü. Küçük insan, sıradan insan yani bizler toplum çoğunluğunun çalışarak, sebat ederek, insani değerleri de öğreten, kazandıran bir eğitimden geçerek değil; kısa yoldan, şans faktörüne bağlı olarak ya da "ünlenip" satışa hazır duruma gelmeye çalışarak bu sistemin içinde kendimize daha iyi bir yer edinme düşleri kuruyoruz. Medya da bizi bize satıyor. Bu yapılan iş, sıradan insanın yani modern toplumsal sistemin içinde kenara itilmişlikten kurtulmak için çırpınan bizlerin "sırtını sıvazlamak", "Siz böyle de güzelsiniz. Bekleyin en umutsuz olduğunuz anda sistem size de şans tanıyacaktır" demek anlamına geliyor.
Olayı sistemin bütününden soyutlayıp şu, bu TV kanalı, şu veya bu magazin basınının kötü niyetine bağlamaya çalışıyoruz. Oysa medya sistemin içerisindedir. Sistem kendisini muhafaza edebilmek için toplumun "atomize edilmiş" "kefeni yırtmak için" bir çok şeyi yapmaya hazır duruma getirilmiş insanlarını, bizlere yani yarınki kurbanlarına satmak oluyor.
Yenişafak