Bismillahirrahmanirrahim
Memleketin solcuları cacık olmasa
bunlar başımıza gelmezdi.
Sağcılarını sonra yazacağım.
Öyle kurtulamazlar elimden.
Mesela nasıl bir hümanizma ise
solcularımız “Bize ne Gazze’den!” diyor.
Dünyanın bütün solcuları Gazze’deki
sahur bombardımanlarını en sert şekilde kınarken, gösteriler
yaparken bizimkiler ya Cihangir’de toplanıp öpüşüyor ya dövme
yaptırıyor ya da Kadıköy’ün arka sokaklarında dertlenip dertlenip
buhran takılıyorlar.
Son bir haftada yaptıkları gösterileri
dikkatle izliyorum.
Hoca açık konuş!
Geçmiş gün kadim dostum Recep
Yürümez’le Ankara’da düzenlenen Gazze soykırımını telin mitingine
katılmıştık.
Ama ne miting.
Sağcı mitingi olduğu için hâliyle
haremlik selamlık olduk.
Evde canımız sıkıldı hadi miting
yapalım havasındaki küçük nümayişimize göstericiden çok polis ve
istihbaratçı gelmişti. Hepsinin elinde bir kayıt cihazı geleni
gideni çekiyorlar.
Slogan atıyoruz ama hem sayımız az hem
sloganlar ortaokul şiir günü seviyesinde hem de romantizm yok.
Tabii bunu da söylemeden edemeyeceğim, erkekler olarak
toplaştığımız alanın yüz metre ilerisindeki kadınların sesi bizden
daha gür çıkıyor.
Romantizm denilen içinde hümanizma
karıştırılarak ortaya çıkan yoğun duyguyu solcular Devrimci
Romantizm adı altında çok iyi kullanırlar. Devrimci Romantizmin
birebir aynısını bir zamanların Millî Görüşçüleri de işlerdi.
Bu en iyi 90'lı yıllardaki seçimlerde
görülür. Açın o dönemin seçim müziklerini herkes meşrebine göre
gaza gelecektir.
Mesela bir “Refahın Vakti Geldi” marşı
vardır ki bizim mahallenin adamlarının çoğunda tatlı bir hatırası
vardır.
Şimdi artık eskisi kadar kalmadı ama
mehter marşının da öyle bir etkisi vardı. Ancak mehter marşını
iliklerine kadar sömürüp kemiğini de kıyma makinesinden
geçirdikleri için artık o eski tadı yok.
28 Şubat’ın en cancanlı
zamanları.
Başörtüsü yasakları tavan yapmış.
Gün geçmiyor ki haberlerde bizi
üzecek, canımızı sıkacak yeni bir şey çıkmasın.
Sonradan siyasi parti kurup baktı ki
olmayacak Fransa’ya kaçan bir burjuvanın kanalında “Şok, şok, şok!”
diye bir haber girdiler.
Habere göre bizim sakallılar Cuma
namazı çıkışı başörtüsü yasağını telin edecekmiş.
Mumaileyh kanalın bu haberleri büyük
bir zevkle sunması ile bilinen kadın spikeri ciddiyetle haberi
anons etti.
Sonra görüntülere geçildi.
İstanbul’un Valisi mi Emniyet Müdürü
mü artık kimse elinde kocaman bir megafon yüksek bir platforma
çıkmış.
Camiden çıkan bizim sakallılar
başladılar tekbire.
Hiç unutmam! Tekbirleri duyunca
oturduğum yerden ayağa kalktım.
Dikkatle üzerine sonradan uzaktan
kumanda sistemi takılan televizyona bakıyorum. O zamanlar “robokop”
derlerdi. Polislerin üzerine epey yüklü zırhlar giydirirlerdi.
Megafondan emir verildi. Bir bölük robokop protestocuların
oluşturduğu kalabalığı ortadan yarıp ikiye böldü.
Gözlerimi kısıp yumruklarımı
sıktım.
Sonra yeni bir emirle ikiye bölünen
kalabalığın diğer yarısı başka bir robokop bölüğünün müdahalesiyle
bir kez daha bölündü.
Kalabalık bölük pörçük oldu. Neticede
bu adamlar Kur’an-ı Kerim’de yer alan bir ayetin fiili
savunuculuğunu yapıyordu.
Vay be! Ne
günlerdi.
Haberin devamında megafonlunun,
polisleri ustalıkla yönettiği ve eylemi büyük bir maharetle
bastırdığına dair yarım saat yorum dinledik. Hatta megafonlu,
yorumculardan birisi tarafından büyük savaş generallerine bile
benzetilmişti.
Günlerce kendime gelememiştim.
Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen
hâlâ unutamadığım bir anı ise demek ki iz bırakmış.
O zaman dikkatli olmak, iz bırakmamak
lazım.
Bir ricam kolluk kuvvetlerimize.
Hanım kızlar malum pek bir cevvaller
maşaAllah. Her yerden çıkıyorlar.
Bunlara pozitif ayrımcılık
uygulayalım.
Bırakınız şımarsınlar, bırakınız
yapsınlar…
Son Söz:
“Hiçbir anne baba, çocuğuna
güzel edep ve terbiyeden daha iyi bir ikramda
bulunamaz.” (İbn Mace, Edep,
3; Tirmizi, Birr, 33)