Bir zamanlar 12 Mart
Abone ol"Pus", Mehmet Ünver’in "Bir Kuzgun Yazdan sonra yayımlanan ikinci romanı. Romanda az da Kuzguncuk var...
Pusöta ağırlık Işıklı köyünde. Gerçekten böyle bir köy var mı
yoksa kurmaca mı? Işıklı köyü kurmaca değil. Birbirinden ilginç
insanları, tuhaf olayları, ürkünç efsaneleri ve doğasıyla, tamamen
gerçek bir köy. Tam ergenlik çağına girdiğimiz günlerde ablamız
öğretmen olarak bu köye atandı. Biz de doğup büyüdüğümüz İstanbul’u
terk edip onunla beraber Işıklı köyüne gitmek zorunda kaldık. Işıl
ışıl bir kentten ücra bir köye göçtük ve altmışlı yıllar bitmek
üzereydi. İlki gibi bu da otobiyografik yani... Bu romanımda kendi
yaşantımız çevresinde gelişen olayları, ‘68 sonrasında birdenbire
içine dalıverdiğimiz yetmişli yılların kaosunu, bunun sonucu olarak
insan ilişkilerindeki kopuşları, yaşanan toplumsal ve politik
olayların ardından düne kadar kardeş kardeş yaşayan komşuların bile
birbirlerini birer düşman gibi görmelerini ve elbette ki hepimizin
göğüs germek zorunda kaldığı yalnızlaşmayı anlatmaya çalıştım. O
zamanlar hayatı yeni tanımaya başlayan, çocukluktan delikanlılığa
geçmek üzere olan bireylerdik. Her şeye karşı heyecan içindeydik.
Ama ne tam delikanlı ne de çocuktuk. İki arada bir deredeydik.
Politik bilincimiz henüz yeterince gelişmemişti. Bu nedenle kim
haklı, kim haksız, kim doğru, kim yanlış muhakemesini yaparken
günlük yaşamımızda patlak veren ve iz bırakan olayların etkisinde
kalıyorduk. Sonuç olarak bir otobiyografik roman diyebiliriz.
Romanı Deniz Gezmiş’lerin ölüm tarihi 6 Mayıs’ta bitirmişsiniz. Bu
rastlantı mı yoksa gönderme mi? Aslında çok ilginç. "Pus"u yazarken
o günlerin olaylarını sıra atlamadan, doğru bir kronoloji içinde
yazmak için çabalıyordum. Hatta bu yüzden eski gazete arşivlerine
girmiştim. Deniz Gezmiş’lerin idam edilişini ve bu olayın o
günlerin yeni yetme delikanlıları olarak bizlerde nasıl bir etki
yarattığını yazarken tarihin tesadüfen 6 Mayıs 2002 olduğunun
ayrımına vardım. Güzel bir mayıs akşamıydı. Bahçeden leylakların,
güllerin kokusu geliyordu. Hayli duygulanmıştım. Kahramanlarınız
cinselliğe ilk o köyde adım atıyorlar. Köylülerin sanılanın tersine
çok renkli cinsel hayatları olduğu efsanesi vardır; kitabınız bunu
doğruluyor sanki... Köylülerin cinsel yaşamları ve fantezileri emin
olun ki kentlilerden daha renkli ve rahat. Bu konuda çok örnekler
gördük. Yaşam neredeyse cinsellik üzerine kurulmuş, zaten bu
nedenle kitabın arka kapağına: "Cinselliğin neredeyse geçim
derdinden önce geldiği fantastik ve ürkünç bir köy" diye yazıldı.
Biz ergenlik çağına girdiğimiz halde bebekleri aslında leyleklerin
getirmediğini yeni öğrenmiştik. Oysa köyde bizden yaşça çok daha
küçük olanlar neler, neler biliyorlardı. Fakat bir o kadar da
ikiyüzlülük vardı. Sürekli uçkur konularıyla uğraşıp, ardından da
"kız çıkmadı" diye gencecik bir kıza yapılan baskılar sonucu onun
kendini asmasına neden olanlar da yine bu köyün dedikoducu
insanları, özellikle de erkekleriydi. O kızlar için hep üzüldük.
Peki kahramanlarınızın köylü yaşıtlarıyla ölçüm yarışmaları, büyük
erkeklerin geyikleri filan. Bunlara yakın çevrenizden nasıl
tepkiler geldi? Ergenlik çağına gelip, cinsellikle tanıştığı
yıllarda "Kimin aleti daha büyük" yarışması yapmamış erkek yoktur
herhalde. Aksine pek inanamam. Biz de o günlerin yeni yetmeleri
olarak ve büyük bir keyifle bize hayatı zehir eden bayan
öğretmenlerin bacaklarını dikizlemekten, etekliklerinin altına ayna
tutmaktan, okuldaki kızlarla dersten kaçıp kuytu korularda bir
takım muzırlıklar yapmaktan geri kalmıyorduk. Nerede olursa olsun
yetişkin erkekler bir araya gelince sohbet dönüp dolaşıp sonunda
belden aşağıya konulara gelir. Yani herkesin yaşadığı şeylerdir
bunlar. O nedenle çevremde romanımı okuyanlardan gerçekçi ve olumlu
eleştiriler aldım.