Bir yılda nereden nereye
Abone olResmi savaş bir ay gibi kısa bir sürede bitti. Ama arkasında 11 aydır süren bir karmaşa var. İşte ayrıntısıyla Irak gerçeği.
Amerika ve İngiltere, nükleer silahlar dediler, Saddam Hüseyin
dediler ve 20 Mart 2003'te Bağdat'a ilk füzelerini gönderdiler.
Aradan 1 yıl geçti. Resmi savaş bir ay gibi kısa bir sürede bitti.
Ama arkasında, 11 aydır süren ve uzun bir süre daha devam edeceği
görülen iç karmaşa, global terör tehdidinde artış bıraktı. Saddam
Hüseyin ele geçirildi, ama nükleer silahların izine hala
rastlanmadı. Bush ve Blair, açık konuşmuyorlar ama, "Nükleer
silahların varlığı zaten bir varsayımdı" anlamını ortaya çıkartan
yorumlarda bulunuyorlar. Irak savaşı amacına ulaştı mı? Bir yılı
geride bırakan Irak harekatında, asıl yoğun çatışmaların yaşandığı
süreç 1 ayda atlatıldı. Ama sonraki 11 aya, intihar saldırıları ve
koalisyon güçlerine yönelik eylemler damgasını vurdu. Irak Geçici
Hükümet Konseyi'nin oluşturulmasına, ülke içindeki farklı etnik
kimliklere söz hakkı verileceği vurgulanmasına rağmen, ne Amerika
Irak'ta istikrarı sağlayabildi, ne de Irak halkı, vaat edildiği
gibi demokratik bir yapıya kavuşabildi. Koalisyon güçleri kadar, BM
hedeflerini ve Kızılhaç'ı da hedefleyen saldırılarda Iraklı
milisler ve ABD askerleri kadar, çok sayıda sivil de hayatını
kaybetti. AFP'nin haberine göre, Irak'ta 1 yıl içinde 600'den fazla
Iraklı polis ve 300 kadar Amerikan askeri öldü. Irak halkı
demokratik bir yapıya kavuşabilecek mi? Amerika ve İngiltere, bu
umudu hala koruyorlar. Ama demokratik yapıdan kast edilenin, bu iki
ülkenin gözetimi altında bir işleyiş olduğuna da dikkat çekiliyor.
Irak'ın yüksek dış borcu ve buna karşılık, alt ve üst yapıdaki
eksikleri nedeniyle çok fazla yatırım harcaması yapmaya ihtiyacının
olması, onu zaten dışarıya bağımlı bir ülke haline getiriyor.
Ülkede verilen ihalelerin ve seçilen taşeron firmaların büyük bir
bölümü, Amerika ve İngiltere'den. Irak anayasasına geri sayım
sürerken, ülkedeki farklı etnik grupların (Türkiye açısından önemli
olan Kürtler) her birinden farklı seslerin çıkması ile sağlam bir
demokratik yapının oluşmasının da zor olduğu görülüyor. Irak'ta işi
zorlaştıran bir diğer unsur, gücünü yitirmeyen El Kaide'nin,
Irak'ta da eylemcilerinin bulunması. Öte yandan, İsrail-Filistin
gerilimi ve bölgede tansiyonun bir türlü düşmememesi de Irak'ın
ayakları üzerinde durmasını zorlaştırıyor. Saddam Hüseyin
baskısından kurtulma umuduyla koalisyon güçlerine bel bağlayan Irak
halkı, dinmeyen saldırılar ve artan iç gerilim nedeniyle tedirgin.
Genel kanı, ekonomi alanında Amerika ve sınır komşusu Türkiye gibi
ülkelerin çabalarıyla yapıcı adımlar atılsa bile, güvenlik sorunu
çözülmeden ülkenin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulamayacağı
yönünde. Iraklılar, yabancıların siyasi sürece karışmasından memnun
değil. 8 Mart'ta imzalanan geçici anayasaya göre, iktidar 30
Haziran'da Iraklılar'a devredilecek. 2004 sonunda ya da 2005
başlarında ise genel seçimler yapılacak. Ve bu süreçte Amerika'nın
sahneden çekilip çekilmeyeceği ve BM'nin bu süreçte başrolü
üstlenip üstlenmeyeceği belirsiz. Irak operasyonunun yardaşları ve
karşıtları, geçen 1 yılda ne durumda? Amerika ve ona destek veren
başta İngiltere, İspanya ve İtalya, 1 ayda elde edilen zaferle
oldukça mutlu oldular. Ama bu mutluluğu, önce Fas'ta, sonrasında
İspanya'da düzenlenen terör saldırıları büyük ölçüde gölgeledi.
İstanbul'daki saldırılar da, radikal İslamcılar'ın herkes açısından
bir tehdit unsuru olduğunu gösterdi. Koalisyonun karşısındaki
düşman tek başına Irak değil, aslında El Kaide'nin desteğini alan
geniş bir örgüt yelpazesi. Ve gerek Madrid'deki saldırıların çok
sayıda cana mal olması, gerek İspanya'da seçimlerden galip çıkan
sosyalistlerin Irak'taki savaşa eleştirel bakması ve İspanya'nın
yeni başbakanı Zapatero'nun Amerika'ya verilen desteğin
çekileceğini açıkça belirtmesi, Amerika ve İngiltere'nin giderek
yalnız kalacağının işareti. Avustralya ve Japonya'da ülke içinde
güvenlik önlemleri artarken, İngiltere'deki emniyet yetkilileri,
"Madrid'deki kadar büyük bir saldırıyı İngiltere karşı koyamaz"
yorumunu yapıyor. Savaşın muhalifleri ise, aldıkları karardan
oldukça memnun görünüyorlar. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in
"ihtiyarlar" olarak adlandırdığı Almanya ve Fransa'nın, uzmanlara
göre şu anki tek sıkıntıları, İspanya'daki terör saldırılarının,
savaşa destek vermemiş olmalarına rağmen kendilerine de bulaşma
riski. Öte yandan, Paw Research Center'ın araştırmasına göre,
teröre karşı savaşın arkasındaki nedenlere yönelik kuşkuları artan
Avrupa, Amerika'dan bağımsız dış politika ve güvenlik
düzenlemelerine sahip olma isteğinde. Bu yolda, Avrupa Birliği'nin
Amerika kadar güçlü hale gelebilmesi için büyük bir destek
verildiğine de ankette dikkat çekiliyor. Halkın düşüncesi ne yönde?
Savaştan uzun bir zaman önce sokaklara dökülen halk, bu savaşa
karşı olduğunu zaten göstermişti. Ancak yabancı basında yayınlanan
kamuoyu anketleri, 1 ayda neticelenen savaşın ardından halkın
Amerika'nın izlediği tutuma desteğinin arttığını gösterdi. Hele de
Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesinde Irak'ın başına tüm bu
dertlerin açılmasının sorumlusu olarak gösterilen, bir zamanlar ise
Amerika tarafından el üstünde tutulan Saddam Hüseyin'in
yakalanmasının, Bush'un artılarından biri haline geldiği ortada.
Zaten Bush'un danışmanları, seçim kampanyasında, Saddam Hüseyin'in
saçı sakalı birbirine karışmış bir şekilde yakalanması ile ulaşılan
mutlu sonu kullanacağını açıkça belirtiyorlar. (Bush'un Demokrat
rakibi Kerry'nin ise Saddam'ı bir kenara bırakarak, Irak'ın akıbeti
ve savaşın halihazırda bir ayağı çukurda olan Amerika ekonomisine
getirdiği yüklere odaklanmayı sürdürmesi bekleniyor.) Öte yandan,
İspanya'daki saldırılar, son olarak Hamas'ın ruhani lideri Şeyh
Yasin'in İsrail güçlerince öldürülmesi, bu saldırıyı Şaron'un
Bush'la birlikte planladığının konuşuluyor olması, global terör
endişelerinin ortadan kalkmasını önlüyor. Bu paranoya içindeki
ülkelerin vatandaşları, bu nedenle Bush'un attığı adımları daha bir
eleştirel izlemeye alıyorlar. İngiltere'de ise ayyuka çıkan bir
hoşnutsuzluk var. Zira Irak'a saldırıyı meşru kılmaya çabalayan
İngiltere'nin, Irak'taki nükleer silahlarla ilgili yalan yanlış
beyanları destek olarak alması, eski BM silah denetçilerinin "Irak
nükleer silah hammaddelerini yıllar önce imha etti" yorumlarına
rağmen Blair'in, "Irak'ın elinde nükleer silah var" ısrarı ve bu
silahların hala bulunamamış olması, önemli bir sıkıntı. Blair,
savaşı meşru kılmakta oldukça zorlanıyor. Bunda, şaibeli bir
cinayete kurban giden eski BM silah denetçisi Dr. David Kelly ve
Hutton soruşturmasının yarattığı gerilim gibi unsurların da payı
var. Saddam Hüseyin'in ele geçirilmesi Bush'a gerçekten destek
sağlayacak mı? Ortalığı titreten bir diktatörün, yerin altında pis
bir sığınakta sefil bir şekilde ele geçirilmesi, tüm kanallarda
canlı yayınlanan basın toplantısında Paul Bremer'ın, "Onu ele
geçirdik" diyerek basın mensuplarının alkışlarıyla karşılaşması,
ertesi haftalarda yapılan seçim anketlerine çok çabuk yansıdı.
Zaten Bush da, Irak'ta ne nükleer silahların ne de Saddam'ın
bulunanaması nedeniyle savaşın haklılığını sorgulayan halkın
desteğini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştı. Yani Saddam, tam
zamanında yakalandı. Ama Amerikan halkının aynı tavrını koruyup
korumayacağı bilinmiyor. Zira olayın ekonomik boyutu da var ve
Bush, bir yandan kendisinin ve Rumsfeld, Powell, Rice gibi
kabinesinin önde gelen isimlerinin daha önce çalıştıkları, hatta
hala inorganik bağlarını korudukları firmalara destek için
sağladığı vergi kolaylıkları, bir yandan da rekor düzeye ulaşan
bütçe açığı ve bir türlü dinmeyen işsizlik sorunuyla karşı karşıya.
Sonuçta; Irak'ta bir türlü bulunamayan nükleer silahlar üzerine
oturtulan bir savaş, Amerikan halkının gözünde ekonomik sıkıntıları
perdelemekte fazla başarılı bulunmuyor. Diğer Müslüman ülkeler
Amerika'yı nasıl görüyor? Müslüman ülkeler bazı uzmanlara göre
ikiye ayrılıyor: Ameriya'yı sevenler ve her daim ondan nefret
edenler. Amerika'yı sevenlerin başında Suudi Arabistan ve Yemen
geliyor. Suudi Arabistan, bölgede diken üzerindeki belki en önemli
ülke. Çünkü bir yandan Amerika'ya, bir yandan da radikal İslamcı
örgüt üyelerine destek veriyor. Geçtiğimiz yıl bu tavrı yüzünden
iki saldırının hedefi olan ülke, şimdi ise radikalliği bir kenara
bırakıp, Saddam Hüseyin'in ele geçirilmesinin ardından terörist
avını hızlandındı, bu av karşılığında ödüller vaad etti. Ama ülke,
birçok ülkeye göre bölgenin bir numaralı hedefi konumunda. Bu
zengin petrol ülkesi haricinde, Amerika'nın bölgede seveni fazla
yok. İran, Amerika'nın sürekli içişlerine karışmasından ve nükleer
silah çalışmalarını diline dolamasından rahatsız. Amerika'nın "şer
ekseni" olarak adlandırdığı grubun bir diğer üyesi Suriye ile
ilişkiler ise şu anda sakin. Ancak, ülke bazında ele almayı bir
kenara bırakıp, genel olarak bakınca Müslümanlar'ın Amerika'dan ve
izlediği global stratejiden hoşnut olmadıkları ortada. Ve bu tavır,
11 Eylül saldırılarının ardından genel olarak Müslüman ülkelere
yönelik şüpheli bakışların ön plana çıkmasından önce de vardı. Son
olarak, 17 Mart'ta Paw Research Center tarafından yapılan bir
anket, Müslüman halkların Amerika'ya karşı öfkeli olduklarını,
Amerika ve Batı ülkelerine yönelik intihar saldırılarının da meşru
olduklarına inandıklarını gösteriyor. Şii-Sünni barışı sağlanabilir
mi? Her iki taraf da birbirine şüpheyle yaklaşmayı sürdürüyor. Hele
de yönetimin Iraklılar'a devredilmesine geri sayım sürerken.
Korkulan; bir iç savaşın ortaya çıkması. Şu anda somut bir din
çatışması sözkonusu değil. Ama Aşure Bayramı'ndaki kanlı saldırının
ışığında, geçici yönetimin uzlaşma çabalarının daha ne kadar
başarılı olabileceği merak konusu. Irak'ta çoğunluğu oluşturan
Şiiler, Saddam döneminde iktidardan uzak tutulmuşlardı. Ama bu
dönemin bitmesiyle daha fazla güç istiyorlar. Sünniler ise hem
azınlık olmaları, hem de aralarındaki koordinasyonun zayıf olması
nedeniyle Amerika'nın attığı adımlara şüpheyle bakıyorlar. Handan
Aybars