Bir yazarın hırsızlık anısı
Abone olSon zamanlarda artış gösteren hırsızlık olayları Milliyet yazarı Yılmaz Çetiner'e uzun yıllar önce başına gelen bir olayı hatırlattı.
Hırsızlık vakalarının ardı arkası kesilmiyor. Hırsızlık bir yana
vakalar cinayete kadar uzanabiliyor. Yılmaz Çetiner başından geçen
bir olayı diyerek kamuoyunda tartışılan bir konuyu dile
getirdi.
SABAHIN erken saatlerinde eşimin çığlıklarıyla uyandık. - Hırsız
girdi, eve hırsız girdi... Ayy! Başucumda komodinin üzerinde duran
zümrüt yüzüğüm yok!
Hemen fırladım yataktan, çevreyi kontrol etmeye başladım.
İskemlenin üzerinde duran pantolonum yok! Koridordan dış kapıya,
mutfağa doğru yürümeye başladım. Baktım pantolonum buzdolabının
önünde yatıyor! Hemen aklıma geldi. Saat cebine bin Alman marklık
kâğıt parayı sekize katlayıp koymuştum. İki gün önce geziden
dönmüştük. Eşim havaalanında son dakika bir şey beğenip almak
istemişti de "Param yok" demiştim! Ahh, ne kısmet! Marklar hırsızın
işine yaradı! (1970'ler)
Peki ama, hırsız nasıl keşfetmişti o gizli cepte para olduğunu?
Böyle arama taramaya nasıl vakit bulabilmişti? Daha da önemlisi,
adam odamıza kadar geliyor, başucumuzdan yüzüğü alıyor (eşimin
annesinin hatırası) biz uyanamıyoruz! Olacak gaflet değil! Sonra da
soyguncu havaya uyutucu sprey sıktı lafları çıkmıştı ama böyle bir
işlevin kullanıldığını sanmıyorum.
Hepsi iyi güzel de bizim 5. kata nasıl girdi? Kapının kilidi bile
oynamamış! Acaba damdan filan mı?
5 kat tırmanmış!
O yıllar İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı. Rahmetli bütün
gazetecilerle öyleydi ya... Bizim de dostumuz, arkadaşımız. Telefon
etmemizden 45 dakika sonra evimize geldi, yanında uzman polislerle.
Ölçtüler, biçtiler, parmak izi aldılar. Hırsızın nasıl girdiğini
araştırdılar. Balkondan girmiş dediler. Yahu 5. kat! Ama onlar da
cambaz, bu işin ehli! Ufak kancalarla kat kat çıkıyorlar yukarıya
maymun gibi! Yalnız bir kusurumuz varmış! Balkon kapısını açık
bırakmışız!
Şükrü Balcı, zümrüt yüzüğün resmi var mı diye sordu. Yok, ne gezer.
Bu arada benim bin marktan hiç bahsetmedik! Çünkü zapta koydursak
başımız derde girebilirdi. O devirde 5 dolar taşımanın cezası vardı
hatırlıyorsunuz. Döviz taşımak suç!
Balcı, sıkıntıyı anlamış gibi teselli etti: - İyi ki
uyanmamışsınız! Koridorda filan karşılaşsaydınız, panik içinde iki
bıçak darbesi yiyebilirdiniz. Bu adamlar, soyguna çıkarken esrar
alırlar cesaret bulmak için.
Büsbütün korktuk, halimize şükrettik! Ve sonra öğrendik ki, eğer
silahımız olsaymış da, adamı vursaymışız, doğru hapishaneyi
boylarmışız. Yahu adam evime, odama girdi! Kanun böyle.
Halimize, hayatımızın kurtulduğuna tekrar şükrettik! Maddi zararı
sineye çektik. Aylarca olayın etkisinden kurtulamadık.
Geç de olsa öğrendik ki... Yatak odanıza giren soyguncuyu,
imkânınız olsa da vurmanız, yaralamanız suç! Ya ne yapacaksınız?
Ceketinizi, pantolonunuzu, cüzdanınızı, kasanızı boşaltıp
soyguncuya sunacaksınız! Sonra adama bir de şekerli kahve, haydi
güle güle!
Canınızı kurtardığınıza şükredin. Bu hak mıdır, hukuk mudur?
Meskeninize giren adama el kaldıramazsınız! Silahla, eğer yana
dönmüşken vurursanız suç... Arkadan vurursanız, kaçarken, daha
büyük suç. Önden vurursanız birkaç yıl fark edebilir! Yatar
çıkarsınız! Mesken masumiyeti filan artık yok! Hukuk ulemasının
çoktan ayağa kalkması... güvensizlik içindeki ülke bu yasalarla
yönetilemez demesi gerekirdi! Alevler gittikçe büyüyor, bacayı
sarıyor! İşte soygun, kapkaç olayları, gasp olayları, baskınlar,
yol kesmeler...
Yazı:Yılmaz Çetiner
Kaynak: milliyet.com.tr