Bir papazın Osmanlı günlüğü
Abone olİngiltere kralı II. Charles'ın sefaret papazı Covel'in Osmanlı topraklarında geçirdiği yedi yılda yaşadıkları.
Dr. John Covel, Bir Papazın Osmanlı Günlüğü’nde 1670 yılında
İngiltere Kralı II. Charles’ın sefaret papazı olarak geldiği
Osmanlı topraklarında geçirdiği yedi yılı anlatmaktadır. Papaz
Covel kaldığı süre içinde yaşadıklarını ve gördüklerini en ince
ayrıntısına kadar günlüğüne aktarmış. Fakat günlükte anlatılanlar
oldukça ayrıntılı ve karmaşık olmasından dolayı uzun bir süre
basılmamış ve British Museum’da saklı kalmış. British Museum’daki
bu hazinenin seçilen bölümlerinin kitap olarak basılması ise
Londra’da 1893 yılında gerçekleşmiş.
Dergâh Yayınları’nın başlattığı Batının Gözüyle Türkler dizisinden çıkan Bir Papazın Osmanlı Günlüğü, 1893 baskısı esas alınarak Türkçeye çevrilmiş. Prof. Dr. Özdemir Nutku, 1972’de Türk Tarih Kurumu tarafında yayımlanan IV Mehmet’in Edirne Şenliği adlı kitabında British Museum’daki orijinal yazmayı kullanmış. Nutku, kitabında yazmanın 413 varak olduğunu yılların rutubetiyle mürekkebin yayılmış ve silinmiş olduğundan dolayı çok zor okunduğundan bahsetmektedir.
Papazın zihnindeki Türk İmajı
Günlük, papazın gemiyle İstanbul’a yaptığı deniz yolculuğuyla
başlıyor. Daha sonra İstanbul’da ve Edirne’de geçirdiği günler en
ince ayrıntısına kadar günlüğe aktarılmış. Papazın bulunduğu gemi
İstanbul’a geldiğinde sarayı on bir pare top atışıyla selamladıktan
sonra Galata önlerindeki gümrük binası önünde demir atar. Gümrükte
gemideki eşyalar ve bavullar görevliler tarafından didik didik
edilir.
Papaz gümrükteki bavullarını almaya gittiğinde her şeyini eksiksiz olarak teslim alırken şu yorumu yapar: “Sonunda Hıristiyan olduğu halde bir Türk kadar bile dürüst olmayan biri tarafından çalındığına inandığım Niceron’un Thaumaturgus Opticus’undan başka bir şeyin eksik olmadığını gördüm.” Günlüğü okurken satır aralarına serpiştirilen bu tür karşılaştırmalar ve yorumlar papazın zihnindeki Türk imajını da ortaya koymaktadır.
Papaz, İstanbul’da gezdiği yerleri ve mekanları anlatırken
okuyucuyu 17. yüzyıl İstanbul’una götürmekte, saray hayatından,
gündelik hayata, kilise ayinlerinden, Galata Mevlevihanesine dair
pek çok ayrıntıya yer vermektedir. Fakat günlüğün en can alıcı yeri
ise şehzade Mustafa’nın sünnet düğünü ve Hatice Sultan’ın düğününün
anlatıldığı bölümlerdir. Edirne’de yapılan dillere destan her iki
düğün görkemli şenlikleriyle, hediyeleriyle, ziyafetleriyle tarihte
unutulmayanlar arasında yerini almıştır.
Günlükte öne çıkan bir başka husus ise papazın tanıştığı kişiler
hakkında yaptığı tasvirlerdir. Bu kişiler padişah, sadrazam,
şehzade gibi saray çevresinden olurken, zaman zaman halktan bir
insanın tasviride karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, şehzade
Mustafa’yı yakından gördüğünü anlatan papaz Covel ileride tahta
çıkacak olan şehzadeyi şöyle tasvir etmekte: “Genellikle çirkin
sevilmeyen (herhalde kötü huylu) bir çocuktu; tam bir Rus yüzüne
sahipti (fazlasıyla Rus gördüğümden doğru karar verebilirim)
çıkıntılı bir alnı, ucunda bir et parçası olan kemerli burnu,
yuvarlık düz bir yüzü; açık renk gözleri ve kaşları vardı.
Kulakları dikkat çekecek kadar büyüktü, elleri (Türklerin
hiçbiri ellerine bakmazlar ve elleri kaba sabadır) esmer ve
yanıktı. Annesi bir Rus olup babası da bir Rustan doğmuştu.”
Şehzadenin sünnet şenliğine günlüğünde geniş bir yer ayıran papaz
Covel şenlik sırasında fevkalade bir şekilde ağırlandıklarını,
hatta şeytandan nefret ettikleri kadar sevmedikleri şapkası ve
saçıyla rahat bir şekilde dolaştığını, en ufak bir hakarete
uğramadığını, Türkler itilip kakılırken yabancılara ayrı bir
ihtimam gösterildiğini anlatırken, “bize her şeyi en ince
ayrıntısına kadar gösterip hayran olduğumuzu veya olur gibi
yapmamızı görmekten çok gurur duyuyorlardı” şeklinde de yorum
yapmaktadır.
Din değiştiren türk olur
Şehzade Mustafa’nın Edirne’de yapılan sünnet düğününde on beş gün
geceli gündüzlü gösterişli şenlikler yapılmıştır. Tabii ki şehzade
ile birlikte yoksul ailelerin çocukları da sünnet ettirilmiştir.
Papaz Covel günlüğünde iki bin kişinin sünnet edildiğinden
bahsederken. bazı kaynaklarda bu rakam abartılı bir şekilde
sekizbine kadar çıkmaktadır. Papaz yüzlerce çocuğu sünnet edilirken
izlediğini ve Türklerin yabancıların bunu izlemesinden rahatsız
olmadıklarını aksine özendirici olacağını düşündüklerini
anlatmaktadır.
Özellikle din değiştirerek sünnet olanları da ilginç
yorumlarıyla anlatır. Din değiştirmeyi Türk olmak olarak algılayan
papaz Covel “Çok daha olgun yaşta din değiştirerek Türk olanlar
vardır. Elli üç yaşında olduğu söylenen yaşlı bir adamın sünnet
edildiğini gördüm. Din değiştirmenin en çok görülen şekli sultan
veya vezirin huzuruna çıkarak, kepini yere atmak ve sağ elini veya
şehadet parmağını havaya kaldırmaktı. O zaman hemen (orada bu iş
için bekleyen) bir memur tarafından götürülür ve diğerleriyle
beraber sünnet edilirlerdi.Vezirin huzuruna çıktıktan sonra
zıplayarak ve sevinç gösterileri yaparak çadıra gelen bir Rus genci
gördüm. Ancak sünnet olurken (olgun yaşta olan çocuğun yaptığı
gibi) homurdanıyordu.”
Günlüğün şenliklerle dolu sayfalarını tebessüm ile okurken birden Edirne’de Veba bölümüne geldiğinizde biraz keyfiniz kaçıyor. Edirne’de Temmuz ayında başlayan veba salgınında günde 900 kişinin öldüğünü ve şehirden herkesin kaçmaya başladığını öğreniyorsunuz. Veba yüzünden papaz ve beraberindekiler Edirne yakınındaki Karaağaç denilen kasabaya gitmek zorunda kalırlar. Karaağaç’ı anlatırken kasabada yaşayanların geçimlerini şaraptan kazandıklarını her gün Edirne’den buraya yüzlerce insanın içki içmeye geldiğini ve Türklerin şarabı çok sevdiklerini hatta sarayda padişah hariç diğer görevlilerin de şaraptan büyük bir keyif aldığını anlatmaktadır.
Öyle ki veziri birkaç defa kör kütük sarhoş olarak gördüğünden
de bahseder. Papaz, İstanbul’a döndüğünde korkunç veba salgını
burada da devam eder. Papaz veba salgınından nasıl kurtulduğunu
şöyle yorumlar: “Ben kaderimizin ve şansımızın alınlarımızda
yazıldığına inanacak kadar Kalvinist değilim; ama şunu söylemeliyim
ki bu kadar çok ölüm gördükten sonra beni sadece Tanrının
koruduğuna inanıyorum. Beni tanıyanlar hangi şeytana kanıp da bu
cehennem gibi yerde kaldığımı merak edebilir ve samimi olarak
kendim de merak ediyorum, herhalde kader kalbime yazılmıştı, ama
şimdi silinmeye başladı.”
Günlükte anlatılanların büyük bir bölümü Edirne şenliklerine ve
Edirne’deki saray yaşantısına ayrılmıştır. Bir papazın bakışıyla
Türklerin batı dünyasına nasıl aktarıldığını merak ediyorsanız
okumanız gereken bir kitap. (Fatmagül Demirel)