Bir muhabir gözüyle gazeteci

Abone ol

Sabah'tan Kaan Özbek, gazetelerin en alt tabakasında çalışan emekçileri bir muhabir gözüyle değerlendirdi.

Pendik'te yayınlanan Pendik Son Söz Gazetesi'de kendisine ait olan köşesinde muhabirlerin yaşadıkları zorlukları dile getiren Kaan Özbek'in yazısı... Birazcık düşünün!... Tok sesli klavyesinin tuşlarının yarattığı melodimsi tıkırtılarının içine gömülmüş, çevresindeki kahkahalara, bağırışlara, telefon seslerine umursamadan kafasına taktığı konuyu irdeleye irdeleye yazıyor... Zamanla yarıştığının farkında ancak, kendisine göre olanı değil, okuyucu kitlesi için olabilecek en doğruyu yazmaya çalıştığı için de, birazcık tedirgin. Beyninden gelen sinyalleri daktilosunun tuşlarına halı dokuyan, ya da nakış yapan bir usta kadın eli gibi öyle sanatsal vuruyor ki; yazdıklarını mürekkep kokularına karışmadan önce önünden çekip alıp okumak geliyor insanın içinden. Ayağındaki yırtık ve çamurlu pabuçlarını işverenine inat hiç çıkartmadan, bazen bir otelin lobisine bazen de bir enkazın tepesine atıyor kendisini. Donmuş parmakları bütün bedenini hançerleyen soğuk havayı delerek yanından hiç ayırmadığı belki yardan, bazen de anadan bile öte olan, nakışının iğnesini zamanı dondurup gördüklerini resmetmek için kullanıyor. Rüzgarın etkisiyle sulanmış gözleri ağlamayı unutmuş, beyni gazete sayfasına taşıyacağı yeni aşkının büyüsüne tutulmuş. Defalarca defalarca basıyor deklanşöre. Konu o an için önemli değil. Yazı işlerinin masasına atacağı ve bir gece boyunca "Acaba kullanacaklar mi?" diye bekleyeceği haberini düşünüyor. Kullanılıp kullanılmayacağı bile belli olmayan bu gölgede kalmış emeğin hırsıyla 5 gün aç kalmış bir adamın sofraya saldırısı gibi saldırıyor seçtiği konuya. Bazen tecavüzkar olmakla suçlanıyor. Bazen de aç gözlü olmakla. Oysa onun istediği sadece kanunun kendisine verdiği ölçüdeki hakki kullanıp, şartlar ne olursa olsun, onu ne kadar tehdit ederse etsin görevini yapmak ve imzasını gördüğünde derin bir "ohhhhh" çekmek. Bazen telsiz seslerinin, kan kokusunun polis sirenlerinin karıştığı bir olay yerinde, bazen üç beş kişi bir araya gelip havadan sudan seçtikleri bir konu için düzenledikleri konferansın arka planında kalmış kişiler olarak görebilirsiniz onları. Bir barın, bir pavyonun kapısı önünde de görebilirsiniz titreye titreye beklerler, birazdan kendilerine posta koyacak, ağzını bozacak sonradan görme çiçeği burnunda sanatçı bozmalarının dışarı çıkmasını. Bu düzen hep böyle sürer gider. Bayram, seyran, tatil, yılbaşı, kar, çamur, fırtına, deniz, hava ya da kara. Daha kaç yüzlercesinin makinesinin kırılacağı, kaç yüzlercesinin saldırıya uğrayacağı ya da kaç yüzlercesinin yüzlerce doğruları yazanının birilerine iğne batırdı diye yaşamını yitireceğini kim bilir? Bayiden alır almaz okunup, bir kenara atılan herkes için çok değersiz, ama bu saydığımız kısıtlı yüzlerce insan için bir kutsal kitap kadar değerli olan gazete ve onun çalışanlarından bahsediyorum tabii ki. Bir muhabirin yıllar önce donarak ölmüş meslektaşlarıyla ilgili bir yazıyı okuduktan sonra farklı bir şeyler yazması pek de mümkün olmuyor. Umarım kısıtlı imkanlarda, seçilmişlerin aksine kısıtlı paralara çalışan ve tek dertleri ölmek pahasına da olsa emeğini nakış nakış, kendilerince kutsal olan sayfalara taşımak olan gazetecilerin dertleri kısa sürede anlaşılır ve hiçbir gazeteci görevini yapıyor diye zor durumda kalmaz ve umarım o kutsal sayfalar bir göz gezdirildikten sonra bir kenara atılmaz ve sayfa sekreterinden, renk ayrımcısına, baskıcısından dağıtımcısına kadar kaç elden geçtiği ve ne kadar emek sarf edildiği bir gün birilerini düşündürür. Ali Kaan Özbek

Günün Önemli Haberleri