Bir medeniyet dili Türkçe!
Abone olBir milletin, maddî, manevî, sosyolojik ve felsefî olan niteliklerinin tümüne medeniyet ya da uygarlık denir.
MUHAMMET DORUK
İNTERNETHABER ÖZEL İÇERİK-
Bir milletin, maddî, manevî, sosyolojik ve felsefî olan
niteliklerinin tümüne medeniyet ya da uygarlık denir. Milletleri
vücuda getiren, dil birliği, kültür birliği ve tarih birliğidir.
Bunlardan tarih birliği, millet olma şuurunu beslerken; dil ve
kültür birliği insanları aynı çatı altında toplar ve süreklilik arz
eder.
Kültür her haliyle dile bağlıdır ve dil olduğu müddetçe kültürden
bahsedilir. Misal, Türk kültüründen Türkçeyi ayrı düşünmek
yanlıştır. Dil ile kültürün ahengi, başka milletler için de geçerli
olan değişmez bir niteliktir.
Türkler, İslamiyet’e kabul etmeye başladıklarında bu dine ayak
uydurmada sıkıntı çekmemişlerdir. İslamiyet’i kısa bir zaman
diliminde özümsemişlerdir. Bunun en önemli nedeni köklü bir
medeniyeti bünyelerinde barındırıp sürdürmeleridir.
Bunun en güzel örneğini Bilge Kağan’ın Orkun Abidelerindeki
hitabıdır: “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer
delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir?” Bu, köklü
bir medeniyetin hangi temeller üzerine kurulduğunu bize göstermez
mi? Dil ile törenin töre ile ilin(milletin) birbirine sıkı sıkıya
bağlı olduğu bir toplumun medeniyet yaratmada istidadı ne kadardır?
Bütün bunların çıkış noktası dil değil midir? İşte Almanları var
eden Almanca, Rusları var eden Rusça, Yunanları var eden Yunanca ve
Farsları var eden Farsça gibi Türkçe de Türk milletini var
etmiştir.
İçtimayî ve siyasî değişimler önce dilin bünyesinde şekillenir.
Türkler de İslamiyet’e tabî olduklarında önce İslam kültürünün
dilini anlamaya çalışmışlardır. İslam medeniyeti tek bir milletin
vücuda getirdiği bir medeniyet değildir. Aksine, heterojen bir
yapıya sahiptir. Dil açısından baktığımızda Kuran-ı Kerim Arapça
yazılmış; tasavvuf ve edebiyat Fars dilinde şekillenmiştir. Bu iki
dil üstlenmiş oldukları nitelikler bakımından İslam medeniyetine en
güzel şekilde nüfuz etmiştir.
Peki, Türkçe bunların neresindedir? Türkçe, kökleri çok eski
çağlara dayanan, özellikle 18. ve 19. Yüzyılda kimlik arayışı
içinde olan Batılıların ilgisini çeken köklü bir medeniyetin
dilidir. Yüz binlerce eserlerin yazıldığı, yazılı kaynaklarının M.Ö
6. Yüzyıla kadar indiği, sözlü edebiyatının tespit edilemeyen
dönemlere tekabül ettiği ve kültür hazinesi oldukça zengin olan
köklü bir medeniyetin ana damarıdır.
Bir profesörün köşe yazısını okumuştum. Profesör, anadil
üzerinde dururken, Türkçenin bir medeniyet dili olmadığını,
özellikle 20. Yüzyılda kısırlaştığını ve belirli bir havzanın dili
olamayacağını vurguluyor. Bu çok yanlış bir tutum olmakla beraber
Türkçe ile Kürtçeyi de beraber değerlendiriyor. Profesörün
yazdıklarından şunu anlamamak elde değil: Ona göre İslamiyet
öncesinde Türkçe bir dil değil, bir medeniyet vücuda getirmemiştir,
Orkun Abideleri yazılmamıştır, Çin yıllıklarında Türklerin büyük
bir uygarlık zemini üzerine kurulduğu yazmamaktadır ve Türkler
İslamiyet’ten önce medeniyet kuramamışlardır.
Tıpkı Batılıların Türkler için “onlar medeniyet kuramazlar çünkü
barbardırlar” ifadesine benziyor. Katî bir şekilde bunu kabul
etmek, böyle çıkarımlarda bulunmak açıkçası tehlikeli ve yanlış bir
tutumdur. Böyle bir tutumu ancak ve ancak dil bilgisinden ve kültür
zihniyetinden uzak olan kimselerin sergileyicini düşündüm ve işin
siyasî boyutunun olduğunu da göz önünde bulundurmaktan kendimi
alıkoyamadım. Bu konuya biraz açıklık getirmek lazım diye
düşünüyorum.
Bugün dünyada 200 milyona yakın Türk vardır. Yapılan
araştırmalar yaklaşık olarak 220 milyon kişinin Türkçe konuştuğunu
göstermektedir. 20. ve 21. Yüzyılda kısır
kültürlerin teker teker kaybolmaya mahkûm olduğu bir başka
medeniyetin boyunduruğu altına girdiği şu dönemlerde nasıl olur ki
Türkçe bir medeniyet dili olamaz? Anadolu havzasından tutun da
Avrupa, Mısır, Türkistan, Çin, İran, Irak gibi yerlerde Türkçenin
etkin ve yüzyıllar boyu dimdik ayakta sürekliliğini devam ettirmesi
bu dilin köklü bir medeniyeti yarattığını söylememizden bizi
alıkoyar mı? Şüphesiz ki asla. Osmanlı devleti gibi bir devlet
Türkçeyi dünyanın en ücra yerlerine kadar taşımış ve bir medeniyet
havzası oluşturmuştur.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde balkanlardaki milletlerin Türkçe
konuşmayı bir şeref bildiklerini ifade eder. Yine Toynbee, 16.
Yüzyılda bir seyyahın Anadolu’dan başlayıp İran ve Hindistan’a
kadar Türkçe konuşarak gittiğini belirtir. Osmanlı devletinin
yönetim anlayışını belirleyen en önemli zihniyet, yönetime gelecek
olanların zorunlu bir şekilde Türkçe bilmesi gereğidir. Yine 1876
yılında ortaya konulan Kânûn-ı Esâsî’de devlet memuru olmak
isteyenlerin Türkçe bilmesi gereği göz ardı edilebilinir mi? Burada
sayamayacağımız kadar misal vardır. Türkçe hem bir medeniyetin,
edebiyatın, sosyolojinin, felsefenin, fennin dilidir. Kökleriyle
budaklarıyla geçmişten geleceğe uzanan köprünün temelidir Türkçe.
Türkçesiz Türk milleti ve Türk kültürü asla olamaz. Türkçe hem bir
uygarlık dilidir hem de çağa ayak uydurabilen yeryüzündeki birkaç
köklü dilden biridir. Türkçe bir medeniyet dili değilse eğer bunca
zamandır bizler köksüz müydük?
Sonuç olarak bu yazımda medeniyet terimi ve Türkçenin bir medeniyet dili olduğu üzerinde durmaya çalıştım. İlerleyen dönemlerde Türkçenin güncel sorunları ve tarihî nitelikleri üzerinde durmaya çalışacağım.