"Bir Liderin Doğuşu: R. Tayyip Erdoğan" ismiyle olay yaratan kitap, Başbakan’ın perde gerisinde kalmış hayatını, gerçek Erdoğan kimliğini en mahrem şahitlerin dilinden aktarıyor. Kitap o kadar tartışmaya yol açtı ki, daha ilk haftasında bulabilmek mümkün olmadı. Olay kitabın yazarları Erdoğan’ın dava arkadaşı milletvekili Hüseyin Besli ve şair-yazar Ömer Özbay Aktüel'e "gerçek Erdoğan"ı anlattılar. “Bir Liderin Doğuşu: Tayyip Erdoğan” kitabını yazmanızın asıl amacı neydi? Hüseyin Besli: Başbakan Tayyip Erdoğan her gün bir vesileyle toplumun karşısına çıkıyor. Ancak günlük icraatlarıyla onun hakkında bir kanaat sahibi olabiliyor, hakkında hüküm veriyoruz. Oysa bu noktaya gelene kadar birçok yaşanmışlıklar söz konusu. Belki ancak, perde gerisinde kalmış o yaşananların bilinmesiyle bugünkü Tayyip Erdoğan’ı tanımak mümkün. Peki neden şimdi? H.B.: Zamanlama özel olarak seçilmedi. Ama şu var; ben yıllarca Tayyip Bey’le beraber çalışmış birisiyim. Onun bugünü ve geçmişi hakkında yazılmış başka kitaplar, yazılar da mevcut. Fakat bunların hiçbirisinin ciddi bir araştırmaya, gözleme ve yazım tekniğine dayanmadığını, bu alanda ciddi bir eksiklik olduğunu görüyor, bunu aramızda da tartışıyorduk. Bu eksikliği gidermek amacıyla onun gerçek kimliğini yansıtacak bir kitap yazmaya karar verdik. Kitabı hazırlarken Tayyip Erdoğan’la çok yakın ortamlarda bulunmuş, en sıkıntılı anları paylaşmış pek çok insanla görüştünüz. Onların anlattığı, sizin tanıdığınız Erdoğan ile toplumun tanıdığı arasında çok mu büyük fark var? H.B.: Tayyip Bey’in daha İmam Hatip öğrencisi olarak Milli Türk Talebe Birliği’ne devam etmeye başladığı dönemlerine, öğrencilik yıllarındaki tavırlarına bakarsak onun hep merkezde olduğunu görüyoruz. İmam Hatip’te futbol oynuyor, cazibe merkezi konumunda. Münazara takımının başkanı olarak, şiir okuyan bir talebe olarak hep cazibe merkezi… Üniversite de öyle. O dönemlerden konuştuğumuz tüm arkadaşları böyle söylüyor. Futbol oynuyor; ona Beckenbauer diyorlar. Popülaritesi daha çocukluktan başlıyor yani… H.B.: Liderlik vasfı var. Daha sonra siyasetteki duruşu ve yaptıkları bu vasfını daha belirgin ortaya koyuyor. Ömer Özbay: İmam Hatip’te daha çok Anadolu’dan gelen, çocuklar var. Tayyip Erdoğan ise, doğma büyüme İstanbul’da yaşamış olmanın imkânlarına sahip, böyle bir avantajı var. Bu farkını kentli bir çocuk olarak sadece futbol oynarken değil, basketbol ve voleybol oynarken de, münazara takımında da gösteriyor. Daha sonra parti içi çalışmalarda kendisini gösteriyor. Diğer gençler gibi Milli Görüş’ün, genel merkezin empoze ettiği düşünceyi benimsemiş olmakla birlikte işin en başından itibaren değişimci ve hep farklılaşmaya gitme eğiliminde. Gördüğüm kadarıyla Tayyip Erdoğan, MSP ve daha sonra Refah Partisi’nin ve dolayısıyla Erbakan’ın hiçbir zaman ilk tercihi olmuyor. Ama parti içerisinde sürekli başkalarının öne sürülmesine rağmen her defasında Erdoğan, öne geçmeyi başarıyor. H.B.:Kazanma ihtimali olan prestijli adaylıklarda genel merkezin tercihi hiçbir zaman Tayyip Erdoğan olmadı. Orada da hep mücadele verdi. Ama yapılan anketler, parti tabanının tercihleri hep onu gösterdi. Partisinin ona engeller çıkarmasının altında yatan sebep nedir? H.B.:Gelecek tehlikesi. Ö.Ö.: Farklı bakış açısına sahip olması. Nereye el atsa farklı bir biçimde çalışıyor, yenilikler getiriyor ve girdiği her seçimde partisinin oylarını yükseltiyor. Giderek popülaritesi artıyor ve giderek parti genel merkezi ona kuşkuyla bakıyor. Şansı olmayan yerlerde aday gösteriliyor. Milletvekili olurken bile bu böyle. Beyoğlu Belediye seçimlerinde kadınlarla beraber çalışmayı başlatıyor. Oysa o sırada parti “kadınların görev almaları caiz midir?” tartışmasıyla uğraşıyor. H.B.: Ama onun başta yadırganan yöntemleri bir müddet geçtikten sonra partinin politikası hâline geliyor. Kadınların siyasi faaliyetlere kazandırılması, seçim çalışmalarında müziğin kullanılması gibi pek çok şey… Başlangıçta bu yeniliklere tepki gösteriliyor ama sonra Tayyip Bey’in yöntemleri parti tarafından benimseniyor. Parti o zaman kadınları üye dahi yapmıyor. Bir partili arkadaş ilk kadın üye için şunları söylemişti: “Biz onu yanlışlıkla, ‘kadın üye almıyoruz’ diyemeyeceğimiz için mecburen üye yaptık.” Biz bu kitapla tüm bunları ortaya koymaya çalıştık. ERDOĞAN’IN YAPTIĞI EN İYİ ŞEY VE EN BÜYÜK HATASI Onun hayatına tanıklık edenler sizce yaptığı en iyi şeyi ve en büyük hatasını ne olarak görüyorlar? H.B.: Yaptığı en iyi şey yöneticilik. Bir orkestra yöneticisi gibi… Tayyip Erdoğan orkestradaki enstrümanları çalmasını kendi bilmiyor ama bunu en iyi çalmasını bileni bulmayı ve ona sanatını özgürce icra etmesi için uygun ortam sunmayı çok iyi biliyor. Böyle bir yöneticilik vasfı var. Bana sorarsanız en büyük hatası: Dili yüreğine çok yakın… Sekiz yıldır başbakanlık yapan birisinin içinden geçeni bu kadarçabuk söylememesi gerekiyor ama o söylüyor. Ö.Ö.: Bu da sahiciliğini pekiştiriyor. En iyi işi Türkiye’yi değiştirmesi. Birden değil, toplumu ürküterek değil, devrimci değil ama evrimci bir anlayışla, herkese benimseterek, kalıcı şekilde toplumu değiştirmesi. Hatası olarak ise bazı arkadaşlar onun bu değişimi devam ettirecek insanları şimdiden öne çıkarması gerektiğini düşünüyorlar. Bu konuda bir takım eksiklikler görenler var. 1- 1975’te İETT’ye transfer olan Erdoğan’ın futbol oynayarak hayatını kazandığı yıllar… 2 - Tayyip Erdoğan İmam Hatip’te okuduğu yıllarda… 3 - Futbol oynadığı yıllarda Beckenbauer’i hatırlatan stili nedeniyle “İmam Beckenbauer” lakabı takılan Tayyip Erdoğan takım arkadaşlarıyla 4 - Piyale Paşa İlkokulu’nda öğrenci (1960-65) 5 - Mahkûmiyetinin ilan edildiği gün... Bazı gazetelerin manşetleri hâlâ akıllarda: “Artık muhtar bile seçilemeyecek...” 6 - Özbay ve Besli’ye göre Erdoğan’ın etkisinin tılsımı “sahicilik” ve “halktan birisi olması”nda gizli. 7 - “Muhtar bile seçilemeyecek” denilen adam 14 Ağustos 2002’de son sekiz yılın iktidar partisi AKP’nin resmen kuruluşunu açıklıyor. Tayyip Erdoğan’ın başbakan olmadan önceki hâliyle sonrası arasındaki farklılıklarını, değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? H.B.: Değişim onda zaten her zaman mevcut. Siyasete girdiği ilk günden beri kendisini geliştirmeye, yeni bir şeyler öğrenmeye ve uygulamaya çalışıyor. Bu onun çok doğal bir özelliği... Onun çizgisini 28 Şubat’a dayandıranlar var oysa ondaki bu damar ve farklılık Milli Görüş içerisinde daha en baştan beri mevcut. Daha 1978’de partisinin genel merkezinden farklı bir listeyi destekliyor. 1993’te Refah Partisi Kongresi’nde Erbakan “herkesin anadiliyle konuşması gerektiğinden bahsediyor… Bu konuşmayı Erdoğan’a yakın arkadaşlar hazırlamıştı mesela. Ö.Ö.: Tayyip Bey Milli Görüş içerisinden geldiği için o yapının bir parçası olarak algılanıyor, öyle yansıtılıyor. Oysa Milli Görüş’ten çok önde görüşleri var. Erdoğan’ın o günlerdeki demokrasi algısı neyse bugünkü algısı da aynı. Milli Görüş’ten ayrıldıktan sonraki hâlini onun değişimi olarak yansıtıyorlar. Erdoğan, değiştiği için değil, dün neyse bugün de o olduğu için Tayyip Erdoğan oldu. O gün tüp geçitten bahsediyor, başbakan olunca hemen tüp geçidi yapmaya başlıyor. Bugün milyonlarca insanı taşıyan ve dua alan metrobüs önerisini daha belediye başkanıyken getiriyor ama yaptırtmıyorlar. Bizzat yaşayarak tanık olduğu sosyal güvenlik sorununu başbakan olunca derhâl hallediyor. Demek istediğim düşünceleri ve icraatları arasında bir devamlılık çizgisi var. “Her seçmenle 10’ar dakika konuşsa…” Kitabınızda bazen kendini ona siper eden, hatta Hasan Yeşildağ gibi onu korumak için kasıtlı olarak beraber hapse girenlerden bahsediliyor. Erdoğan’a bu derece inanmış insanlar hep var mıydı? H.B.: Ona bu derece bağlı olanlar hâlâ var. Bir yoldaşı söyle söylüyor: “Seçmenlerin her biriyle 10’ar dakika konuşsa ona oy vermeyecek kimse yoktur.” Bu etkilenmenin tılsımı da “sahicilik”, halktan birisi olması. Kitabınızda insanların anlattıkları arasında Erdoğan’a yönelik basına yansıyan ve yansımayan suikast girişimleri de var. Benim duyduğum 17 girişim ihbarı alınmış. Mevcut durumda hâlâ devam ediyor mu bu tehditler? H.B.: Biz sadece iki tanesini yansıttık. Başbakanlık döneminde çok daha fazlası var. Biz hâlâ devam ettiğini zannediyoruz. Sadece Pınarhisar’da dört ay hapis kaldığı süre içerisinde 13 bin kişinin ziyarete geldiği doğru mu? H.B.:13 bin mektup geldi. Ziyarete gelenler 30 bini aşkındı. 30 bin kişiyle nasıl görüşebilir diyenler oluyor ama gelenler toplu hâlde görüşüyor ve kısa kısa hal hatır soruyorlar. Aslında onun hapis yattığı dönemde Pınarhisar, tarihinde görmediği bir ekonomik canlılık yaşadı. Kitabınızdan, onun yakınında bulunanların tanıklıklarından türlü tehdit ve suikast ihbarına rağmen son derece tevekküllü ve gözüpek, hatta tedbiri elden bırakıp ölüm riskini bile bile göze alan bir Tayyip Erdoğan portresi çıkıyor. Bazen açıkça kendini hedef konumuna koyabiliyor. Erdoğan gerçekten böyle birisi mi? H.B.: Hem öyle hem de değil. Hem çok atak, girişimci ama aynı zamanda çok tevekküllü… Yapılması gerekenleri yaptıktan sonra tevekkül ediyor. Derin bir inanmışlığı var ve bu inanç onu özgürleştiriyor. “Bu yolda böyle bir akıbeti yaşamak varsa, yaşarız” diyor ve öyle yoluna devam ediyor. Ona bu duyguyu veren derin inanmışlığı… Ö.Ö.: Evet böyle birisi. Bu onun imanıyla ilgili… Ama Kasımpaşa’da büyümüş, oradan da bir şeyler var. Siirt seçimlerinde yine suikast ihbarı alıyorlar. Hatta suikastçiyi de tanıyorlar. Emniyetçiler ona çelik yelek giydiriyorlar. Basın toplantısında, bir gazeteci “Çelik yelek giymişsiniz” deyince, mitinge çıkarken çelik yeleği çıkarıp öyle çıkıyor halkın karşısına. Hapishanede de savcıya yine Erdoğan’a karşı suikast yapılacağı bilgisi geliyor, savcı onu yelek giymeye zorluyor. Tayyip Erdoğan iki rekât namaz kılıyor ve “Ben yeleğimi giydim” diyor. Bunlar rol icabı ya da mesaj vermek için yapılan şeyler değil. Bunlar onun ruhunu yansıtan şeyler. Başından beri bir imaj-maker’ı, önüne yazılı bir metin koyan olmamış. Onun tevekkülünün yanına bir de delikanlı duruşunu eklemek gerekiyor. Delikanlı bir adam ve bunu sokaktaki adam algılayabiliyor. Yanında bulunanlardan birisi şunu anlatıyor: Sarhoş adamın biri Tayyip Erdoğan’a sarılıyor ve: “Ben senin yürüyüşüne hastayım” diyor. Olay bu yani... İnsanlar onun yürüyüşüne, duruşuna hasta. Basının yansıttığı Erdoğan’da bunlar görülmüyor ama Anadolulu bunları görüyor. “Öfkesi vicdanın sesi” Kitabınızın taraflı olduğu eleştirileri için ne diyorsunuz? H.B.: Masal anlatıyorsunuz anlamında “Kemalettin Tuğcu” romanlarına benzetenler çıkmış. Oysa hiç de duygusallığa yer verelim diye uğraşmadık. Ona sadece hapisteyken gelen 10 tane mektuba yer verseydik o zaman duygusallığı patlatırdık. Oysa biz birine bile yer vermedik. Peki TayyipErdoğan’ı temel özellikleriyle tek bir cümlede tarif etseniz desem nasıl anlatırdınız? H.B.: Öyle derin bir inanmışlığı var ki bu onu özgürleştiriyor. Ö.Ö.: Temel vasıfları; merhameti, sahiciliği, samimiyeti, takvası ve delikanlılığı… Bilhassa delikanlılığını çok önemsiyorum. Kendi aramızda onu şöyle özetledik: “O, Türkiye’deki değişimin merhametli lideri; öfkesi bile nefretinin değil vicdanının eseri…” İnsanlar onun yürüyüşüne, duruşuna hasta. Basının yansıttığı Erdoğan’da bunlar görülmüyor. Ama Anadolulu bunları görüyor.