Bir kız yüzünden PKKdan ayrılmış
Abone olŞemdin Sakık bu kez dağa çıkış ve iniş nedenini anlattı. Askeri 'devlet' olarak gördüğünü ve korktuğunu dile getirdi. İşte ilginç açıklamalar...
Milliyet Gazetesi yazarı Can Dündar'ın, Diyarbakır
Cezaevi'nde Şemdin Sakık ile yaptığı 7 saatlik söyleşinin devamı
bugün yayınlandı.
Can Dündar bugünkü köşesini de bu söyleşiye ayırdı. Bu kez
Sakık, dağa çıkış nedenlerini, daha sonra neden örgütü terk
ettiğini anlatıyor.
Türkler ve Kürtler için de 'siyam ikizi'
benzetmesi yapan Sakık, 'onları operasyonla bile ayırmanız
mümkün değildir' diyor.
Bu söyleşinin devamını Can Dündar'ın kaleminden
sürdürelim;
(...)
“Dağa çıkışımın birinci nedeni, ailemdeki sorunlardır. Babam
üç evliydi. Büyük hanımının çocukları çoktu ve erkekti ve
büyüktüler. Ailenin hâkimiyeti onların elindeydi. Babam küçük eşine
düşkündü.
Biz Muş’un en zengin ailesinin, en yoksul çocukları olarak
büyüdük.
Ben kışın babamın evine giderdim, orda okul okurdum, yazın annemin
evine gelirdim. Bize mahzenin altında yer yapmış, bir kat yatak
vermişlerdi, yastığımız samandandı. Bir yorgan altında 4 kişi
yatardık.
Bütün kardeşlerim somyalarda yatardı, ben yerde yatardım.
Türkiye ile İsrail’in neden birbirine girdiklerini, kendi durumumla
kıyaslayınca iyi anlıyorum. İşte küçük düşürme budur... Yani her
şeyin en sonuna yetişeceksin.
Annemin, kız kardeşimin, bizim üstümüzde hiçbir zaman yeni elbise
olmadı. Yeni bir ayakkabı giymedik.
Yiyeceğimiz baharda pancar, yazın meyve sebze, kışın komşuların
hayır yemekleriydi. Kışları ahırlarda, samanlıkta, yazları çardakta
geçirmişiz.
Herkes yoksulsa yoksulluk bal gibidir. Bizimki öyle değildi. Babam
keçi eti yiye yiye kalp krizinden öldü. Benim annemin iki çocuğu
açlıktan gitti.
Şimdi ben sabah 6.5’ta kalkıyorum. Bu, çocukluktan gelen bir
alışkanlıktır. Okula gitmeden önce sobayı doldurmam gerekiyor,
ekmek, su getirmem gerekiyor. Böyle bir yaşam...
Köyde çiftçilik yaptım. Tütün, buğday ektim, ormanda, temel
işlerinde orda bile tutturulmadım. Evden kovuldum. Buna rağmen,
aile ortamında liseyi bitiren, iş arayan tek kişiyim. Ankara’ya
kadar gittim, iş bulamadım. Sokakta yattım. Geçen siz programda
“Bir mendil neden kanar?” diye sordunuz. Onu gelin bana sorun.
Çocukların durumunu...
BAŞBAKAN'A YAZDIM
Geçenlerde Güneydoğu’daki çocuklar için Başbakan’a mektup
yazdım:
“Ne yaparsanız yapın; bu çocuklara işkence çektirmeyin, bu çocuklar
büyüdü mü, bu ülke için, bizim insanlığımız için iyi olmaz”
dedim.
50 yaşındayım, halen çocukluğuma ağlıyorum. Ve insanlar benim
halimden anlamadıkları için de insanları suçluyorum. Neden beni
anlamıyorlar? İşte bundandır.
YA DAĞ YA HAPİS
Şimdi ben bazen kendime soruyorum. Acaba başlık parası bulsaydım,
evlenseydim dağa çıkar mıydım? Çıkmasaydım ne olurdu? Benim
kardeşim Arif çıkmadı. Annem ona sarıldı büyüttü,
evlendirdi. Normal bir yaşamda, köyde üreticilik
yapıyordu.
Sonra bir gün bizim köyün yanında bir eylem oldu. Benim
kardeşlerim diye Arif’in ve büyük abimin üzerine
attılar.Arif’i tutukladılar, işkenceye aldılar. Delil
yetersizliğinden serbest bıraktılar. Kardeşim askere gitti,
dönüşünde bizim köyü yaktılar. Ben onu Şam’a gönderdim. Gıyabında
müebbet verdiler. Sonra da Kuzey Irak’ta KDP’ye teslim oldu, birçok
yıl kaldı. Sonra benimle birlikte buraya geldi. Bir tane daha
müebbet verdiler. Şu anda 2 müebbeti var. Ben dağa
çıkmasaydım ya onun gibi 2 müebbet almış olacaktım ya da toprakta
olacaktım.
BABAMA MUHALİFTİM, O NEDENLE PKK'YA ÇIKTIM
DİĞER SAYFADA...
Benim PKK’ya geçme nedenlerinden en önemlisi babama karşı
muhalefetimdi. Genellikle de öyledir. Bizim Kürt köylüsü, devletten
önce feodallere karşı bir düşmanlık içindedir. Çünkü onlardan çok
çekmiştir. Nitekim, PKK da öyle taban buldu.
Devlet hep feodalleri dost gördü, yanına aldı, bizim üzerimize
geldi. Hepimizi ezdi. Feodaller de kurnazlık yaptı. Gittiler
devlete, dediler ki “Siz bunları yakalamazsanız, öldürmezseniz, vay
halinize” dediler. Devleti kullandılar.
Ve biz birbirimizle uğraşırken, yani Kürt köylüsü devletle,
korucular bizimle uğraşırken, birbirimizi öldürürken bir denetim
boşluğu, siyasi boşluk oluştu; onları da onlar doldurdular.
Şimdi de korku, bu boşluğun kapatılıyor olmasındandır.”
DAĞDAKİ İSTESE DE İNEMEZ
Dağdaki kişi yorulsa da, zorlansa da, örgütle
çelişkiye düşse de, bu işin silahlı mücadeleyle sonuca
gitmeyeceğini görse de, orada kalmak zorundadır. Dönüşü
olamayan bir yola girmiştir. Çünkü döndüğü zaman, bir taraftan
devletin çıkardığı pişmanlık yasaları eskiden çok çok kötü
yasalardır.
Kaldı ki şu anda orada yaşam koşulları geçmişe kıyasla daha
rahattır. Para var. Onlara erzak taşıyan milisler var. Arazi önemli
oranda boş. Baharda bir iki eylem yapıyorlar, öyle yaşayıp
gidiyorlar.
Zaten dikkat edersiniz; Kandildekiler göbek bağlamış;
Bence onlar inmeyi bekliyor, ama birlikte inmeyi bekliyorlar. Yani
örgütün kararına rağmen ineceklerini sanmıyorum. Çünkü
buraya tutunamıyorlar ve buna hem devlet hem örgüt sanki ortaklaşa
da katkıda bulunuyor.
BİZ DEVLET DİYE ASKERİ BİLİRİZ
Dağa çıkışımın ikinci nedeni baskılardır. Herkes bu baskıları 12
Eylül ile açıklıyor. Oysa 12 Eylül öncesinde de baskı vardı,
sıkıyönetim vardı. Biz siyasi parti, sivil toplum filan
bilmezdik.
Anneme “Devlet nedir?” diye sordum.
“Askerdir oğlum, bilmiyor musun, Allah belanı versin”
dedi.
Bizim için devlet askerdi. Asker gelirdi, ya silah, ya
vergi, ya asker kaçağı toplar, dayak atıp giderdi. Asker,
dayaktı.
Sonra şehre gittim, orda da polisle karşılaştım.
Biz devleti hep baskı, asker olarak gördük. Öyle bir noktaya geldik
ki ben dağa çıktığımda bir gün bir askerin izini gördüm, korktum.
Yani asker elbisesinin bir parçasını yere atsa, oradan
geçemezdik. Böyle bir korku vardı.
Diyorlar ki “12 Eylül Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yaptı.”
Halbuki hemen hemen bütün cezaevlerinde işkence görülürdü. Bütün
alayların, karakolların işkence bölümü vardı ve tutuklanan herkes
orda işkenceden geçerdi.
O da yetmedi, operasyonlarda, köylüler köy meydanında toplandı.
Kadınlar erkeklerin sırtına bindirildi, erkekler küçük düşürüldü,
dayak atıldı.
12 Eylül sonrasında, Kenan Evren geldi, babamın otelinin önünde
konuşma yaptı. Dedi ki: “Biz onları idam etmeyip de
besleyecek miyiz?” Bu söz benim kulağıma geldi. Ben
cezaevine gitsem idam edileceğim. Kaldı ki peş peşe cezaevinden
haberler geliyor. Dayımın oğlu içerde. Annem sahte kimlikle gidiyor
onu görüyor. Geliyor bana diyor ki:
“Oğlum, öl, cezaevine girme... Kaç git, bir daha buralara
gelme” diyor.
Halbuki dışarı, içerden daha kötü... İçeriyse zaten öyle.
Bu ortamda Şemdin ne yapar?
Kendini dağa atar, dağda eline ne geçerse onu savunma aracı olarak
kullanır, kendini yaşatmaya çalışır. Beni dağa süren bir faktör de
budur.”
BAŞKA ÜLKELERDE BÖLÜNME KOLAY...
DİĞER SAYFADA..
Başka ülkelerde bölünme çok kolay gerçekleşebilir:
Araplarla Kürtlerin bölünmesi...
Kürtlerle Farsların bölünmesi...
Çeklerle Slovakların bölünmesi kolay gerçekleşebilir. İsraillilerle
Filistinliler kendi aralarına duvar örüyorlar; mümkündür.
Fakat Türkler ve Kürtler öyle iç içe geçmişlerdir ki
bunlara artık ikiz kardeş de denilmiyor; “Siyam ikizleri” diyorum,
yani ameliyatlarla, operasyonlarla bile ayırmak mümkün değil.
Ayrıldığınız zaman ikisi de ölür.
Yöntem ne olursa olsun bu iki topluluğu ayırmaya kalkışmak,
bir iç savaşa neden olur.
Kaldı ki, bu ayrılmayla sonuçlansa bile Kürtler de Türkler de
topraklarını alıp gitmeyeceklerine göre yine burada kalacaklar.
Dolayısıyla komşu olacaklar. Yine bir sorundur, yine bir
çözüm gerekiyor.
ÖLÜMDEN VAZGEÇİNCE YAŞAM DERSİ VERMEYE
BAŞLADIM
İnsan, 3 gün bile dağda yaşayamaz. Her an yorgunsun, her an
üşüyorsun, her an terliyorsun, her an açsın, susuzsun. İklimle,
araziyle, toplumla, devletle mücadele ediyorsun. Ve elinde
hiçbir şey yok. Ne diye dağda kalacaksın? En ufak yol bulsam
inerdim. Bırak 18 yılı, 1 yıl bile yaşayacağıma ihtimal
vermedim.
İlk 2 yılı kendi başıma geçirdim. Bir tabancam, bir de
parkam vardı; ormanlarda gizlenerek yaşadım. Bir yerde küçük bir
taşın altını oymuşum, oraya öyle kıvrılıyorum. Bir yerde
ateş yakabiliyorum, öyle ısınıyorum. Orada bir çoban beni görüyor,
başka bir ormana, başka bir tepeye, vadiye gidiyorum, oraya
siniyorum. Kışın ahırlarda samanlıkların, otların içinde,
kalıyorum. Bazen gecede 2-3 yer değiştiriyorum. İlk 2 yıl ordan
oraya kaçıp gizlenerek geçti. Yastık olsa da başımı
koymuyorum, “uykuda yakalanırım” korkusuyla. Bir kulağım uyanık,
bir kulağım uyuyor. Öyle bir duyarlılık oluştu ki bende,
kafamı taşa koyardım, Diyarbakır’da helikopter kalktığında
topraktan onun sesini alırdım.
Böyle 18 yıl dağda kaldım. 93’e kadar bu işin gerekli
olduğuna inandım ve bütün gücümle kendimi verdim.
93’ten sonra savaşın artık Kürtlere yarar getirmediğini
dillendirmeye başladım. Çünkü bu savaşı ben yürüttüm; ne kadar
yararlı, ne kadar zararlı olduğunu örgüt liderinden daha iyi
biliyordum. O Şam’da oturuyordu. Tabii onlar beni “Genelkurmay’ın
adamı, ajanı olmakla, yeri geldiğinde örgüt içinde çete kurmakla,
yeri geldiğinde ‘kutsal savaş’ı sabote etmekle, militanları
yozlaştırmakla, kadın erkek ilişkilerine yönlendirmekle suçladılar.
Doğru; savaşa inancımı yitirdiğim noktadan sonra benim
eğitimimin ekseni artık ölüm değil, yaşamdı. Yıllarca
nasıl ölüneceğini anlattığım militanlara nasıl yaşayacaklarının
dersini vermeye başladım ve örgütten ayrıldım.”
BİR KIZI SEVDİM ÖRGÜTTEN AYRILDIM
Ben bir kızı sevdikten sonra kendimi sevmeye başladım. Ondan sonra
saçımı taradım, sakalımı kestim, elbiselerime dikkat ettim. Orda
burada yıkandım falan filan.
İlk bakışta hissettim; ta uzaktan geliyordu, bir grubun içinde,
sabaha karşı... “Aha odur” dedi bana bir şey...
Zaten örgütün de bana ateş püskürmesinin en esas noktası
budur. Öbürleri işte “Savaşı şöyle etti, böyle etti” bahanedir.
Bunu yaşamda bir yozlaşma olarak değerlendirdiler. Yani
böyle bir şey olamaz, çünkü Apo bunu devrim sonrasına ertelemişti;
kendisi hariç. Bütün erkeklerin, kadınların evlenmeleri
için önce devrim yapmaları lazım. Çünkü “bir kuş önce yuva
yapar, sonra çiftleşir” falan. O, beni savaştan soğuttu. Soğutmanın
da ötesinde... Misal onunla ilişkide olduğum 2 ay içinde 3 tane
hava saldırısına maruz kaldım. 2 tane çatışmaya maruz kaldım. Oysa
ben yani sadece taktik icabı hava saldırılarını oluştururdum. Yani
öyle gafletle girmezdim. Aklım durmuştu.
- Sonra o kız ne oldu?
- Sonra Abdullah Öcalan önce beni sonra kızı Şam’a çağırdı.
Birbirimize karşı doldurdu.
Benim bu yanımı biliyordu. Benim o kadın duyarlılığım çok: Mesela
ben babama, erkek kardeşlerime niye bu kadar öfkeliyim? Annem
için... Ben devlete niye öfkeliyim: Kız kardeşimi yaralı
yakalayabilecekken gözümün önünde vurduğu için...
Öcalan sonra kızı ölümün kaçınılmaz olduğu Bitlis’e gönderdi. Sonra
ben onun yakalandığını duydum. Peşinden Hatay’a gittim, ama o da
suya düştü velhasıl...
Şimdi cezaevindedir.
- Özlüyor musun hâlâ?
- Valla özlüyorum. Fotoğrafını asmışım; koğuşumdadır. Ama
ben onun için hainim. Olsun...