Bir günde nasıl ekonomist olunur?
Abone olKısa ve kolay yoldan ekonomi kavramlarını öğrenebilirsiniz.
Kafa karıştırıcı birçok ekonomik kavramı bir okumayla
öğrettiğini ve bir günde ekonomist olunabileceğini iddia eden bir
kitap yayınlandı. İddia büyük gibi görünsede de kitap bu iddiasını
destekleyen kanıtlar sunacak kadar da cesur.... İşte size kitaptan
ve söz konusu kanıtlardan bir kesit:
Enflasyon, bütçe açığı, faiz oranları, cari açık, kar marjı, fırsat
maliyeti, görünür maliyet, mikro ekonomi, makro ekonomi ve daha
nice kafa karıştırıcı kavramlar artık sadeleşiyor…
Son zamanlarda en çok duyduğumuz kelimeler belki de enflasyon, cari
açık, milli gelir, ekonomik istikrar gibi ekonomi ile ilgili
kavramlardır. Ancak sıkça duyduğumuz bu kavramlar hakkında hiçte
yeterli bilgiye sahip değilizdir. Örneğin cari açığın ne olduğunu
tam anlamıyla bilenimiz çok azdır. Aynı zamanda bu kavramların
izahı ve anlatımı da çok zordur. Bu nedenle ne ekonomimizi tartışan
isimler bu kavramlar hakkında bilgi vermeye yanaşırlar ne de biz bu
bilgileri öğrenmeyi merak ederiz. Oysa her şeyin bir şekilde
ilişkili olduğu ekonomiyi anlamak bir nevi yaşamımızda ki bazı
önemli gelişmeleri de anlamamıza olanak sağlayacaktır.
İşte böyle bir ihtiyaçtan yola çıkılarak Amerika’da yazılan ve
yayınlanan “” adlı kitap Etkileşim Yayınları tarafından Türkçeye
çevrilerek okuyuculara kazandırılmış.
Kitabın en büyük özelliği kafa karıştırıcı birçok kavramı kısa bir
anlatımla, çok kolay ve kalıcı bir şekilde okuyucuya öğretmesi.
Kitabın en büyük iddiası da bu zaten, “kısa ve kolay yoldan kalıcı
bir şekilde ekonomi kavramları öğretme”. Sayfa sayısının 126
olması, kitabın iddiasını da destekliyor zaten. Ayrıca kitabın
anlatım üslubu da öyle zor ve akademik değil. Sade ve diyalog
şeklinde kaleme alınmış. İçerik tamamen, İşletme yüksek lisansını
yeni bitiren bir gençle yaşlı bir ekonomi profesörünün
konuşmalarına dayanıyor. Alışık olduğumuz üzere ekonomi konuların
anlatımında başvurulan ne bir grafik ne de matematiksel bir formül
yer almış kitabın içinde. Sade bir anlatımla bilgiler verilmiş.
“Bir günde Nasıl Ekonomist Olunur” Özellikle yönetici sıfatı
olanlar başta olmak üzere hemen hemen her kesin elinin altında
olması gereken küçük hacimli bir kitap.
İşte kitabın iddiasına kanıt birkaç konu başlığı…
Her Yöneticinin Makroekonomi Hakkında Bilmesi
Gerekenler
Tuğla bina sarmaşıklarla kaplıydı. Hiç şaşırmadım. Merdivenlerden
hemen ikinci kata çıktım. Gleason Binası’nda 214 numaralı oda
demişti babam. Kapalı kapıdaki isim levhasında Mr. Marshall
yazıyordu. Kapıyı çaldığımda yaptığımın aptalca olduğunu
düşünüyordum, ama babamın fikri olmasına rağmen bu işi bitirmeye
kararlıydım. “Buyrun,” dedi yumuşak bir ses. “Sizin için ne
yapabilirim, Mr. Smith?”
Ofis oldukça sadeydi. Bir kanepe, bir kaç sandalye,iki kitaplık ve
bir kaç kitap: Adam Smith’in Ulusların Zenginliği (Wealth of
Nations), Karl Marx’ın Kapital’i(Das Kapital) ve John Maynard
Keynes’in Genel Teori’si(General Theory). Geri kalanların hepsi
matematik kitaplarıgibi görünüyordu. Profesör Marshall nisbeten
etkileyicibir masanın arkasında, bilgisayar ekranına benzerbir
şeyin yanında oturmuş piposuyla uğraşıyordu. Bu manzarayı tahmin
edebiliyordum, fakat doğrusu köşede bir televizyon olabileceğini
hiç düşünmemiştim.
“Efendim, babam sizin bir öğrencinizdi. Belki hatırlarsınız, 1953
mezunlarından James Smith.”
“Evet, tabii, benim en başarılı öğrencilerimdendi. İş dünyasında da
oldukça başarılı oldu, değil mi?”
“Evet efendim. Kendisi Abbot and Pierce’in başkanıdır.”
“Pekala, sizin için ne yapabilirim?”
“Efendim, ben işletme dalında yüksek lisansımı yeni bitirdim ve
yönetim kademesinde bir işe başlamayı umuyorum. Fakat babam benim
ekonomiyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığımı düşünüyor. Bu
sebeple beni size gönderdi ve sizin çok fazla zamanınızı
almayacağımı söyledi. Size sormak istediğim şudur: Bir yönetici
ekonomi hakkında neler bilmelidir?
Biraz şaşırmış göründü. “Okulda bunları çalışmadınız mı?”
Kendimi biraz huzursuz hissetmeye başlayarak, “Evet çalıştım ve
derslerim de oldukça iyiydi aslında.” dedim. “Fakat babam ekonomiyi
yeterince öğrenmediğimi düşünüyor. Onun söylediğine göre okulda
bize öğretilenler sadece matematikmiş.”
“Peki, siz okulda muhtemelen ekonominin gerçek manasını değil
matematiğini öğrendiniz. Ağaçların arasına daldığın zaman ormanın
genel görüntüsünü kolaylıkla kaybedebilirsin. Dolayısıyla baban çok
haklı. Ekonomininne olduğunu ve onun temellerini anlamadan iyi bir
yönetici olunmaz.” Biraz bekledikten sonra sordu. “Not almak için
kağıt kalemin var mı?”
“Evet efendim.” dedim sarı not defterimi çıkararak.
“Şimdi, ben sana söyleyene kadar hiç bir şey yazma.” dedi sert ve
fakat arkadaşça bir ses tonuyla. “Ekonomide bir yöneticinin
anlaması gereken üç farklı alan vardır. Biri makro, diğeri mikro ve
sonuncusu da uluslararası. Bunu yaz.”
Ekonomide Her Yöneticinin Anlaması Gereken Üç Alan Vardır:
Makro, Mikro Ve Uluslararası.
“Bunların herhangi birini, diğerlerini anlamadan anlayamazsın.”
dedikten sonra ayaklarını masanın üstünekoydu ve tavanı seyretmeye
başladı.
“Hadi.” dedi. “Anlaması en kolay olan makroekonomi ile başlayalım.
Bu kolaylık herhalde makroekonomik problemlerin gazetelerin ilk
sayfalarında ve televizyon programlarında fazlaca yer almasından
geliyor. Makroekonomideki önemli konular enşasyon ve işsizliktir.
Makro geniş kapsamda ekonomik faaliyetlerle ilgilidir.” diyerek,
piposundan bir nefes çekmek üzere bir an durdu.
“Keynes! John Maynard Keynes modern makroekonomi teorisinin
babasıdır. Kitabı The General Theory, rafta duruyor, görüyor musun?
Sarı ve siyah kaplı olan.” Gördüğümü belirtir şekilde başımı
sallarken, “Kitabı al ve ilk bölümünü bana okuyuver.” dedi.
Şaşırmıştım, çünkü kitabın birinci bölümü sadece bir sayfaydı.
Boğazımı temizleyerek okumaya başladım:
Kitabımın adını genel kelimesini vurguluyarak, Genel İstihdam, Faiz
ve Para Teorisi koydum. Kitabıma bu ismi verme sebebim, ben de
yönetici ve akademisyenlerin fikri olan ve hem pratik hem de teorik
anlamda geçmiş yüzyılda baskın olan klasik teoriyle yetiştirilmiş
olmama rağmen, görüşlerimin ve vardığım sonuçların klasik
teorilerle ters düşmesiydi. Bana göre, klasik teorinin varsayımları
genel duruma değil, sadece denge durumununbelirli kısıtlı
pozisyonlarda olduğu özel duruma uygulanabilir. Dahası, klasik
teorinin varsaydığı bu özel durumun karakteristikleri, içinde
yaşadığımız ekonomik toplumla uyuşmamakta ve sonuç olarak, gerçek
tecrübelere uygulandığında klasik teori öğretisi yanıltıcı ve
hatalı olmaktadır.
“Eğer hangisinin genel durum ve hangisinin de özel durum olduğunu
anlasaydım, tahminimce yazarın ne demek istediğini anlayabilirdim.”
dedim.
Profesör Marshall, “Haklısın, hakikaten problem orada.” dedi ve
piposunu bırakarak sandalyesinde öne doğru eğildi.
“Gördüğün gibi,” dedi. “Keynes’in bu kitabı yazdığı zamanda, batı
ülkelerinin ekonomileri bütün zamanların en uzun ve en kötü
bunalımlarından birinin ortasındaydı. Aslında senin de muhtemelen
bildiğin gibi, o kadar uzun ve kötü idi ki The Great Depression:
Büyük Bunalım adını aldı. Keynes’in belirttiği gibi, yönetici ve
akademik sınışarın düşünce yapılarının baskın olduğu klasik
ekonomi, böyle bir durumun mümkün olamayacağını iddia ederdi.
Klasik ekonomistlere göre işsizlik kendi kendini düzelten bir
problemdi. Onlar, iş gücü pazarını diğer herhangi bir pazar gibi
gördüler ve işgücünün bir fazlalığı olarak değerlendirdikleri
işsizliğin arz ve talep ilişkisi içinde otomatik olarak
düzeltileceğini düşündüler. Onlara göre, eğer işsizlik varsa iş
gücünün fiyatı -ücretler- işverenin daha fazla işçi almasının kârlı
olduğu bir noktaya kadar düşecekti. Böylelikle, işsizlik teorik
olarak imkânsızdı.”
“Ee, anladığımdan pek emin değilim.” diye kekeledim.
“Bak, eğer işsiz olsaydın, senin için en yakındaki fabrikaya gidip
ödediğiniz en düşük ücretten daha düşük bir ücrete sizin için
çalışmaya hazırım demek mantıklı olmayacak mıydı? Ve yine, onların
da seni bu şartlar altında işe almaları gayet mantıklı olmayacak
mıydı?”
“Evet, sanırım öyle.”
“Böylelikle, hiçbir zaman işsizlik olmamalıydı. Ücretler herkesin
istihdam edilebileceği bir noktaya kadar düşecekti. Keynes’in
söylediği, gerçek dünyada durumun böyle olmadığıdır. Organizasyonel
kısıtlamalar, sendikalar ve gelenekler dolayısıyla ücretler aşağıya
doğru elastik değildir. İnsanlar belli düzeydeki bir ücrete
alıştıktan sonra daha düşük ücretli işlerde çalışmaya karşı
koyarlar. Bu nedenle, Keynes tam istihdamın özel bir durum olduğunu
iddia eder. Eğer tam istihdamın özenilecek bir durum olduğunu kabul
edersek, ekonominin tam istihdam seviyesinde işleyebilmesi
hükûmetin çok dikkatli politik faaliyetlerine bağlıdır. şimdi bunu
yaz bakalım.”
Ücretler Aşağı Doğru Esnek Olmadığına Göre, İşsizlik Genel
Bir Durumdur
Anlamaya başladığımı düşünüyordum, fakat o devam etti. “Ve dahası
da var. Eğer işsizseniz hiç bir şey üretmezsiniz. Yani ekonomi tam
kapasitede çalışmaz. Fakat aynı zamanda bir şey de satın
almazsınız. Dolayısıyla işsizlik olduğunda aynı zamanda tüketim de
normalin altındadır. Bu, Keynes’in zamanında çok önemliydi.
Robotların ve bilgisayarların çalışanların yerini aldığı günümüzde
daha da önemli olmaya başladı. İşte sana unutmayacağını düşündüğüm
bir fikir: Robotlar araba yapabilir, fakat hiç bir zaman satın
alamazlar. Bunu da yaz.
Robotlar Araba Yapabilir, Ama Hiçbir Zaman Satın
Alamazlar.
Haklıydı. Bu hiç unutmayacağım bir şeydi. “ Şimdi,” dedi. “Geriye
doğru gidip Keynes’i ve problemini düşünelim. Keynes uzun zamandır
devam eden işsizliğin olduğu bir dönemde yaşıyordu. Ders aldığı
bütün ekonomistler ona işsizliğin iş gücü pazarındaki fazlalıktan
başka bir şey olmadığını öğretmişlerdi. Buna göre, işsizlik de
bütün diğer fazlalıklar gibi kendi kendini düzelten bir problem
olmalıydı. İşsizler arasındaki rekabet ücretleri düşürecek ve
sonunda tam istihdam tekrar tesis edilecekti. Fakat işsizlik hâlâ
süregelmektedir. Ekonomik teori ve ekonomik gerçekler çatışmadaydı.
Aslında klasik ekonomiciler Keynes’e Marx’ın da ortaya koyduğu bir
soru yöneltiyorlardı: Kime inanacaksın, banamı yoksa kendi
gözlerine mi? Bu sebeple Keynes işsizliğin seviyesini neyin
belirlediğini açıklamak üzere yeni bir teori geliştirdi: Genel
Teori.”
“Nedir bu teorinin temeli?” diye sordum.
“Ekonomiyi bir küvet olarak düşün” dedi. “Fırsat
buldukça küvete girersin, değil mi?”
“Tabii!”
“Hiç küveti doldurmak üzere muslukları açıp, sıcaklığı ayarlayarak
başka bir iş yapmaya gidip geri döndüğünde de küveti boş bulduğun
oldu mu?”
“Evet, bir veya iki kere.”
“Neden böyle oldu?”
Kendimi aptal gibi hissederek, “Küvetin tıpasını kapatmayı
unutmuşum.” dedim.
“Evet devam et.”
“Küvetin deliği tıkalı değildi ve su çeşmelerden geldiği miktarda
delikten gidiyordu.”
“Doğru. Eğer boş bir küvetle başlar ve delikten giden suyun hızı
kadar çeşmeyi açarsan, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin boş bir
küvetle karşılaşırsın. Eğer küvet dolu olarak başlar ve suyun
gittiği oranda çeşmeyi açarsan küvetteki suyun seviyesi değişmez,
değil mi?”
“Evet. Bunu daha önce yaptım. Su soğumaya başladığında, su yavaşça
gitsin diye tıkacı biraz aralarım ve çeşmedende sıcak suyu
açarım...” Banyo alışkanlıklarımhakkında onun bilmek istediğinden
fazla bir şey söylemiş olmamak için, birden durdum.
Hafiften alaylı bir ses tonuyla, “Harika,” dedi. “Çünkü ekonomimizi
kısmen suyla dolu olan bir küvet olarak düşünebilirsin. Bununla
ilgili bütün tecrübelerin çok faydalı olacaktır.” dedikten sonra
koltuğunda geri doğru biraz kaykıldı ve kendi kendine
gülümsedi.
“Bu küvetin iki çeşmesi ve iki de deliği olduğunu varsayacağız.
Küvetteki suyun seviyesi, ekonomik faaliyetlerin veya istihdamın
seviyesini temsil eder. Küvetin tamamen suyla dolu olduğu durumu
tam istihdam veya ekonominin tam istihdam seviyesi olarak
adlandıracağız. Eğer Amerikan ekonomisi tam istihdam seviyesinde
olsaydı, aşağı yukarı 120 milyon civarında iş olacaktı.”
“ Şimdi,” diye devam etti. “Eğer su çeşmelerden, deliklerden
gittiği hızda geliyorsa, küvetteki su seviyesi aynı kalacak, değil
mi?”
“Evet efendim, öyle olmalı.”
“Küvette daha fazla su istediğini farzet. Su seviyesini nasıl
artırabilirsin?”
“Herhalde ya çeşmeleri biraz daha açarak suyun tazyikini artırırım
veya tıkaçları biraz kapatarak suyun daha yavaş gitmesini sağlarım,
değil mi?”
“Evet, doğru. Şimdi, farzet ki küvetteki su senin istediğin
miktardan daha fazla. Suyun seviyesini nasıl azaltabilirsin?”
“Çeşmeyi biraz kapatmakla suyun geliş hızını azaltarak veya
tıkaçları biraz fazla aralamakla suyun gidişini artırarak.”
“Doğru. Hükûmetler de hemen hemen ekonomik sistemi böyle kontrol
ederler. Mademki hükûmet ekonomideki muhtelif harcamaların akışını
etkileyebilir, o halde ekonomik faaliyetlerin toplam seviyesini de
etkileyebilir. Aynen bizim çeşmeler veya tıkaçlarla oynayarak
küvetteki su seviyesini ayarladığımız gibi. Keynes ekonomik
faaliyetlerin bütününün, toplam harcamaların seviyesi ile
belirlendiğini iddia eder. Hükûmet vergiler ve faiz oranlarıyla
ilgili politikalar ve kendisinin doğrudan yaptığı harcamalar ile
tüketici harcamalarını ve yatırımlarını etkileyebilir. Yani
hükûmet, tüketici harcamalarını, yatırımları ve hükümet
harcamalarını etkileyerek ekonomiyi kontrol edebilir. Bunu
yaz.”