Bağırmadan anlaşılmıyorsan,
Hakaret etmeden dinlenmiyorsan,
Bilimle, sanatla gündeme gelemiyorsan,
Yalaka olduğun sürece sevilip,
Doğruları konuştuğunda terkedilip, yalnızlaştırılıyorsan.
Seviştikçe ünlenip,
Saçmaladıkça dikkat çekiyorsan.
İyiye ve kaliteye dair saf olan ne varsa;
Hepsine biraz sansasyon eklemeden değer bulmuyorsa...
Gitmek mi gerekir oradan? Yoksa kalmak mı?
Sana soruyorum.
Liderin sözünden çıkamıyorsan,
Düşüncelerini paylaşamıyorsan,
Hep yaftalanıyorsan,
Ama hep yaftalanıyorsan…
Sadece bildiğin doğruyu konuştun diye
Şuncu, buncu, ocu
“İktidarın kölesi”
“Muhalefetin dilberi” diye
nitelendiriliyorsan,
En ufak hatanda
Kürtçü, Alevi, İrticacı, yelloz, diye ötekileştirilip,
Bilinen yaygın resmi ideoloji ve milliyetçilik gazını
kullandıkça alkışlanıyorsan.
“Allah” dedikçe büyüyüp,
Atatürk’ü sadece “bir alkış alma imgelemine”
indirgeyip şov yapıyorsan,
Gitmek mi gerekir oradan artık? Yoksa kalmak mı?
Sen söyle…
Liyakatin iş bulmaya yettiği halde,
Dayın, amcan, baban olmadığı için eziliyorsan,
Paran yok diye “insandan bile
sayılmayıp”,
Bu nedenle ayıların üç kuruş için “bey” olduğu
bir memleketteysen,
Gitmek mi gerekir artık oradan… Yoksa kalmak mı?
Gitmek gerekir belki ama…
“doğruları” yanlışlara kurban etmemek
lazım!
İşte bu yüzden gerektiğinde gitmek kadar “kalmayı da
bilmek” gerekir.
Ve bu nedenle yalakalığa, ayak kaydırmaya, kalitesizliğe
direnip, sanata, bilime, liyakata, hoşgörüye, empatiye inanan
insanların kalıp daha çok savaşması lazım.
Bu toprakları ve insanlarını sevdikleri için, kendi öz saygıları
adına kalmaları lazım.
İşte bu yüzden ben bir “Fazıl Say” değilim.
Gidemem.
Ve gitmeyelim!
Bir Dokun Bin Ah
işit
Bir kere BDP’nin tüm Kürt seçmeninin temsilcisi olmadığını en
baştan kabul etmemiz gerekiyor. Fakat bu kabulleniş, hatırı sayılır
bir seçmen sayısının olduğu gerçeğini de örtemez.
Ayrıca BDP’nin Öcalan ve Kandil’in siyasal sözcülüğünü yaptığı
da açıktır. Sonuçta PKK ile ilişkisinin olduğunu ilk kez
“kucaklaşma” olayı ile fark etmedik. Birbirimize
karşı dürüst olalım derim.
Çünkü ısrarla kabullenmek istemiyoruz bunu. Görmezden gelmeye
çalışıyoruz.
Evet, şiddet yanlısı tüm eylemleri sonuna kadar yanlış ve kabul
edilemezdir ama Kandil ve Öcalan’ın sözcülüğünü yaptığı için de,
salt barış getirecek politikaların arkasında duramıyor. Bu da bir
gerçektir!
Ve bu gerçekliğin arkasında ise milyonlarca insanın oyu var.
İşte sorun burada yatıyor. O vekillere dokunmak demek, aynı
zamanda "o milyonları" da yok saymak demektir.
Bundan dolayı, çözüm için dayanmak, sabretmek lazım.
Öfke, akıl karı değildir.
Biz şimdiye kadar tüm doğruları yerine getirdik de, bir tek
dokunulmazlıklarını kaldırmamız mı kaldı?
Evet, onlar kesinlikle sütten çıkmış ak kaşık değiller.
Fakat Kürt sorunuyla yüzleşmemiş gerekiyor artık.
Dürüst ve açık olup, ortak bir akılla aynı vatanda barış
içerisinde yaşamanın bir yolunu bulmalıyız.
Şimdiye kadar “silmek”, “yok etmeye
çalışmak” hiçbir işimize yaramadı. Sadece mağdurlar ve
mağdur edebiyatı yarattı.
BDP’nin bir çözüm istemediğini de, çözümsüzlükten
nemalandığını da biliyorum.
Ama parlamentoda açık açık “biz ayrılmak”
istiyoruz diyemezlerse, dağda attıkları kurşunla derler zaten.
Yüzleşelim bununla, “bırakalım desinler”.
Gencecik askerleri şehit ederek, bunu alenen söylüyorlar
zaten.
Karşılıklı açık seçik konuşamazsak, ya bu şekilde düşünenler
bitene kadar “öldüreceğiz” onları,
“asimile edeceğiz” ya da “ülkeden
süreceğiz”.
Aklına başka bir çözüm yolu gelen var mı?
Elbet orta yollar bulunur.
Bu yüzden, büyüklük bizde kalsın.
Barış adına; dokunmayalım, dokundurtmayalım.